Ana SayfaGÜNÜN YAZILARIYaşar Kemal'den bir Türkiye 'hikayesi'

Yaşar Kemal’den bir Türkiye ‘hikayesi’

Kavala davasından 18 yıl mahkûmiyeti temyize giden Mine Özerden, elleri kelepçeli, jandarmalar arasında babasının cenazesine getiriliyor. İzni 4 saat… Yaşar Kemal 17 Ağustos 1967’de Ant dergisindeki röportajında Mine Özerden’in babası Yalkın Özerden’i anlatmıştı: “Kadıköy'den Bostancı minibüsüne biniyoruz. Boyaları dökülmüş, her bir yanı sallanan bir minibüs. Koltukları eskimiş, insanın her yanına batıyor, rahatsız. (Şoför koltuğunda) güleç yüzlü, uzun boylu, azıcık saçları dökülmüş bir genç adam.”

Yalkın Özerden, 1937 yılında, Üsküdar’da doğuyor. Küçük bir maliye memurunun oğlu. Altı yaşındayken anası, sekiz yaşındayken babası ölüyor. Şoför üvey ağabey, onu evine alıyor. Bir süre şoförlük yapıyor. İş sahibi bir proleter oluyor. İki yıl gazetelerin ölüm kamyonlarında çalışıyor. Hani şu, gazete ulaştırmak için saatte yüz, yüz elli kilometre uçan ölüm kamyonları var ya, işte onlarda çalışıyor. Halide lise öğrencisi. Birbirlerini seviyorlar. Yalkın proleter ya. Babası kızı vermek istemiyor. Sevgililer kaçıyor. Ailenin gönlü oluyor. Sonra nikah…

Almanya’dan gelen minibüs

Halide terzilik biliyor. İki genç ver elini Almanya, diyorlar. Yalkın Ford fabrikasına giriyor, Halide bir dikiş atölyesine. Durup dinlenmeden tam beş buçuk yıl çalışıyorlar. “Hanya’yı Konya’yı orada öğrendim. Çok okudum.

İnsan olduğumu, hem de proletaryadan bir insan olduğumu orada öğrendim. O kapitalist memlekette her kitap var. Almancayı çabuk öğrendim ve çok okudum.” Biriktirdikleri para ile bir minibüs alıyorlar. Gümrük parasını da Halide’nin büyükanası veriyor, memlekete geliyorlar.

“Proleter Şoför”

Yaşar Kemal 17 Ağustos 1967’de Ant dergisindeki röportajında Yalkın Özerden’i böyle anlatmıştı: Kadıköy’den Bostancı minibüsüne biniyoruz. Boyaları dökülmüş, her bir yanı sallanan bir minibüs. Koltukları eskimiş, insanın her yanına batıyor, rahatsız. Yalkın, güleç yüzlü, uzun boylu, azıcık saçları dökülmüş bir genç adam.

Çok tatlı, candan, insanı şöyle kavrayan bir gülüşü var. Kapıyı karısı açtı. Gencecik bir taze. Güler yüzlerini, sadeliklerini, çocuksuluklarını, candanlıklarını katmışlar her bir eşyalarına. Salonun pencereye yakın yerinde koyu mavi çok güzel bir kanepe ve iki koltuk. Bir güzelce halı. Salonun öteki yanında yemek masası, bir kitaplık. İnce ve zevkli. Masanın üstünde çiçekler.

Türkiye’de hiçbir burjuva evinde böyle ince, böyle güzel bir zevk görmedim. “Minibüsü çıkardım, Kadıköy-Pendik arası çalışmaya başladım” diyor Yalkın. “Baktım bütün minibüslerin bir adı var. Tatlım, Kartalım, Uğur, Yolalan, falan filan…

Ben de minibüsümün adını Proleter koydum.” İki sivil polis memuru geldi, beni Emniyet Amirliği’ne götürdüler. Bir buçuk saat bekletildim ve ifade verdim. Suçum arabamın üstüne plastik harflerle PROLETER kelimesini yazmakmış. Tekmil belalar bundan sonra başıma yağmaya başladı.

Ve devamı: İlke Kitabevi

Kızları Mine 1974’te ağır bir hastalık geçirince Halide yeter diyor. Minibüs satılıyor, yerine Göztepe’de İlke Kitabevi açılıyor. Halide Hanım liseyi, sonra Alman Dili ve Edebiyatı bölümünü bitiriyor. Almanca öğretmeni oluyor. Sinan Cemgil’in anne babası Nazife ve Adnan, Yıldız Sertel, Şiar Yalçın, savcı Ali Faik Cihan ile Şadi Alkılıç yakın dostları arasında.

YAZININ TAMAMINI OKUMAK İÇİN

- Advertisment -