Ana SayfaYazarlarYeni sistemde yargı

Yeni sistemde yargı

 

16 Nisan referandumunda evet çıkarsa yargının durumu ne olacak? Bu mühim bir konu. Nitekim “hayır” kanadının birçok karşı çıkış gerekçesi yargının müstakbel durumuyla alâkalı. Bu yüzden, yargıyla ilgili endişeler üzerinden teklife hayır denmesini isteyenlerin tezlerini değerlendirmekte fayda var.

 

Temel eleştiri, teklifle yargının bağımsızlığının ortadan kalkacağı. Yargının yürütmenin — yani seçilmiş cumhurbaşkanının — kontrolü altına gireceği. İddiaya göre bu, AYM ve HSK üzerinden gerçekleşecek. Bir “hayır” broşürüne bakılırsa, yeni sistemde cumhurbaşkanı “mahkeme” olacak.

 

Yargıyla ilgili hassasiyetleri, yukarda işaret ettiğim üzere, gereksiz göremeyiz. Şüphe yok ki adalet mülkün de, toplumsal barışın, huzur ve refahın da temelidir ve en mükemmel şekilde gerçekleşmesi için elden gelen her şey yapılmalıdır. Ancak, her konuda olduğu gibi bu konuda da tartışma çok boyutlu olarak, somut verilere dayanarak ve dürüst şekilde sürdürülmelidir.

 

Yargı sorunları Türkiye’nin bir klasiği. Ne yazık ki hiçbir zaman yüzümüzü tam olarak ağartacak, ülkemizden kıvanç ve adalete güven duymamızı sağlayacak bir yargımız ve hukuk hayatımız olmadı. Daima hayal kırıklıkları yaşadık. Şüphe yok ki bu üzücü durum yargı sistemiyle ilişkiliydi. Ama tek sebep sistem değildi. Daha az dikkat çekse ve tartışılsa da, yargıdaki insan kadrosunun meslekî ve insanî nitelikleri de problemin parçası oldu.

 

Yargının bağımsız olmasını yargının iyi işlemesinin tek garantisi olarak görme eğilimi çok kuvvetli. Bu inanışa göre, yargıyı bağımsız yapabilirsek problem kalmaz. Yargının bağımsız olması ise özellikle yürütmeden etkilenmemesi ve yürütmeye karşı kurumsal istiklâlini muhafaza etmesi anlamına gelmekte. Bundan dolayı anayasamızda yargının bağımsızlığı sık sık vurgulanmıştır. Yargı, bürokratik vesayetin en mühim ayaklarından biri olmasından dolayı, seçilmiş organlara karşı olmaması gerektiği kadar bağımsızlık da kazanmıştır. Ama bu, yargısal problemlerin ortaya çıkmasını engellemeye yetmemiştir.

 

Yeni sistemle ilgili tartışmalar daha ziyade AYM ve HSK üyelerinin atanma yolu üzerinden yapılıyor. Cumhurbaşkanın buralara üye atamasının yanlış olduğundan ve yargıyı onun emrine sokacağından şikâyet ediliyor. Aslında AYM açısından cari duruma kıyasla fazla değişen bir şey yok. Askeri yargı kalktığı için AYM’deki iki askerî yargıç gidecek. Kalanları da ağırlıklı olarak Cumhurbaşkanı atayacak. HSK’da değişiklik var. Dört üye Cumhurbaşkanı tarafından atanacak. Adalet Bakanı ve müsteşarı doğal üye. Kalan 7 üye ise TBMM tarafından seçilecek-atanacak. Ama buralara yüksek yargı tarafından adaylar gösterilecek. TBMM’de vasıflı çoğunluk aranacak. Sonuç alınamazsa, son turda, tıkanmayı önlemek için kura yoluna başvurulacak. HSK ile ilgili tartışmalar son üç-beş yılın hikâyesi göz önünde tutularak yapılmalı. HSK bir mahkeme değil idarî bir organ; ama yaşadığımız olaylar en az mahkemeler kadar önemli olduğunu gösterdi. Yargıda yakın geçmişte HSYK üzerinden gerçekleştirilen bir çeteleşme, ancak yine HSYK müdahalesi ile çözülebildi. Bu yüzden HSK daima göz önünde olacaktır.

 

Yargı hakkındaki tartışmalarda ihmal edilen hayatî bir nokta var: Yargı ile toplum arasındaki bağ. Gerek Taha Akyol gibi pop hukukçular, gerekse akademik hukukçular bu noktayı hep gözden kaçırıyor. Oysa toplumun elinin dokunması, yargının meşruiyeti ve toplumun adalet anlayışının yargı bürokrasisinin rehberi olabilmesi açısından şart. Bu nasıl sağlanacak? Cumhurbaşkanının atama yetkilerine karşı çıkanların bu hususta da kafa yorması ve öneri getirmesi lâzım, ama hiç oralı değiller.

 

Öyle ya; yargı “Türk milleti adına” karar veriyor ama milletle bağı ne? Millet yargıdan nasıl hesap soracak? Yargı bürokratlarının (kasıtlı kasıtsız) vahim hatalarına nasıl engel olunacak? Herkesi denetlemesini istediğimiz yargıçlar ve yargı organları kim tarafından ve nasıl denetlenecek? Bizi yargı iktidarına karşı kim, nasıl koruyacak? Korkarım bu sorulara yüzde yüz güvenle ve kesinlikle cevap veremeyiz. İstesek de istemesek de işimiz biraz şansa kalıyor.  Kanaatimce, yargı bürokrasisinin bir kooptasyon sistemiyle kendi kendini yeniden üretmesi yerine, seçilmiş organların, yani meclisin ve cumhurbaşkanının yargıya atamalarla müdahalesi gerekli ve yararlı.

 

Hepimizin, ama özellikle atama yetkileri yüzünden cumhurbaşkanının yargıya egemen olacağını iddia edenlerin, düşünmesi gereken iki mesele daha var. İlki zamanla ilgili. Yargıçlar belli süreler için atanacak, ama bu süreler her halükarda onları atayan organların görev süresiyle çakışacak diye bir şey yok. İkincisi, yargı organlarının kalitesi meselesi. Yargıda kalite, atanma biçimleri kadar, hattâ ondan daha fazla, o makamlardakilerin niteliklerine, tıynetlerine, halk deyişiyle “kumaşlarına” bağlı. Sistem içinde kendisini atayana köle olacak yargıçlar varsa, bu yargıçlar nerede ve ne şekilde bulunurlarsa bulunsunlar, kim tarafından yerlerine atanırlarsa atansınlar, zaten problem kaynağı olacak. Bu böyleyse, o zaman yargı bürokratlarının eğitimi ve mesleğe alımı başta olmak üzere birçok mesele üzerinde düşünmek ve uzun vâdeli reform planları yapmak zorundayız.

 

Yeni sistemde yargının bağımsızlığının yanında tarafsızlığının da vurgulanması, askerî yargının kaldırılması, yürütmenin bazı işlemlerinin yargı denetimine açılması ise yargı açısından kendi başına müsbet adımlar.

Sonuç olarak, yargının durumunun yeni sistemde daha kötüye gideceği yolundaki endişeler sağlam temellere oturur görünmüyor.

 

- Advertisment -