“Başbakanlık Çalışma Ofisi'nin ön ve arka girişlerini gören 87-05 ve 87-09 MOBESE kamera kayıtları ile Başbakanlık Çalışma Ofisi'ne ait 3 (üç) adet güvenlik kamera kaydı…”
Can Dündar ve Erdem Gül için hazırlanan iddianameyi okurken karşımıza çıkan paragrafın devamını da okuyalım:
“24.11.2012 tarihinde Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı (Cumhurbaşkanı) Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ın MİT Müsteşarı Hakan Fidan ile birlikte, İran Meclis Başkanı Ali Laricani ve Suriye Ulusal Konseyi Lideri Muaz El Hatip ile Beşiktaş Çalışma Ofisi'nde yapmış oldukları görüşmelerin takip edilerek güvenlik kamerası görüntülerinin sözde Kudüs Ordusu Terör Örgütü soruşturma dosyasına konulması…”
Aslında paragraf Selam-Tevhid soruşturması hakkındaki iddianameden. Zaten Dündar/Gül iddianamesi o iddianamenin ve MİT tırlarının durdurulması hakkındaki iddianamenin geniş bir özeti ve Can Dündar’ın köşe yazılarından ibaret neredeyse.
İddianamedeki aksaklıklara gelmeden MİT tırları neden Ocak 2014’te 15 gün arayla iki kez durduruldu ve tırlardan çıkan malzemeyle ilgili aynı haber üç kez yapıldı sorularına bir cevap bulmalıyız.
Bunun için de hikâyeyi en başından anlatmamız gerekiyor…
Selam Tevhid (Kudüs Ordusu) soruşturmasını yürütenler herhâlde Laricani’yle Erdoğan ve Fidan’ın görüşmesini onların İran ajanlıklarına delil yapmak için izlediler. Peki aynı gün o görüşmeden sonra Suriyeli muhaliflerin lideri olan Muaz El Hatip’le yaptıkları görüşmeyi nasıl açıklayacaklardı acaba?
Zaten Türkiye’de son beş yılda olan biteni Suriye demeden açıklamak mümkün mü?
Mart 2011’e dönelim…
Suriye’de isyanın başladığı günlere. Türkiye altı ay boyunca Beşar Esad’ı reforma ikna etmeye çalışmış, Batılı müttefikleri gibi temasları kesmemişti.
ABD, Ağustos 2011’de Esad’ı gayrimeşru ilan edip, istifaya çağırmıştı. Batı medyası ve onlara bakarak pozisyon alan içerideki isimler Türkiye’yi hâlâ Esad’la görüştüğü için sert biçimde eleştirmekteydi. http://www.milliyet.com.tr/besar-a-git-diyemiyorsaniz-gel-deyin/dunya/dunyayazardetay/25.04.2011/1381879/default.htm
Ağustos 2011’de Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun Şam’da Esad’la yaptığı altı saatlik görüşme, Başbakan Erdoğan’ın telefon diplomasisi de Esad’ı durdurmayınca Türkiye 21 Eylül 2011’de Suriye ile ilişkileri kesti, Suriye’ye karşı koalisyonun içinde yerini aldı.
12 Aralık’ta Fas’ın Marakeş şehrinde toplanan ABD, AB ülkeleri, Türkiye ve Arap ülkelerinin oluşturduğu Suriye’nin Dostları grubunun toplantısından şu radikal karar çıkmıştı:
"Katılımcılar, Ulusal Koalisyon’u Suriye halkının meşru temsilcisi ve Suriye muhalefetinin altında toplandığı çatı örgütü olarak kabul eder… Beşar Esad meşruiyetini yitirmiştir ve sürdürülebilir bir siyasi geçişe olanak sağlamak üzere kenara çekilmelidir."
Artık Suriye’de meşru muhatap Suriyeli muhaliflerse onların askeri olarak desteklenmesi de meşruydu. Suriye muhalefetinin merkezi İstanbul’daydı. Muhalefetin İstanbul’da yerleştiği havaalanına yakın otel aynı zamanda ABD, Türkiye, Katar, Suudi Arabistan istihbaratından yetkililerin içinde yer aldığı Suriye’deki muhaliflere askerî desteğin koordine edildiği askerî operasyonlar merkezine dönüşmüştü.
Daha sonra MOM (Türkçe ‘Müşterek Operasyon Merkezi’nin kısaltması olarak) adını alacak merkezde görev yapan CIA görevlileri, Türkiye’nin güneyindeki otellerde Suriyeli isyancı komutanlarla görüşmeler yapıyordu.
http://www.wsj.com/articles/covert-cia-mission-to-arm-syrian-rebels-goes-awry-1422329582
Yani 2012 ve 2013 yıllarında Suriyeli muhaliflere askerî yardımda bulunmak gizli saklı, gayrimeşru bir iş değildi. Bu askerî yardımın kimlere yapılacağı, kimlere yapılmayacağı, ne kadar ve hangi türde silahlarla yapılacağı konuları tartışmalı olsa da Suriyeli muhaliflere askerî yardım MOM’un denetiminde yürütülen başta ABD olmak üzere ilgili herkesin haberi olan ortak bir operasyondu.
Böylece Özgür Suriye Ordusu komutanlarının yaşadığı Türkiye http://www.milliyet.com.tr/albay-asaad-besar-esad-karsi/siyaset/siyasetyazardetay/07.11.2011/1460090/default.htm, Suriye rejiminin düşman sıralamasında en üst basamağa çıktı.
Haziran 2012’de bir Türk jeti Suriye rejimi tarafından düşürüldü. Ekim 2012’de Akçakale’ye düşen Suriye’nin bir top mermisi beş kişiyi öldürmüştü. 21 Kasım 2012’de Türkiye NATO’dan savunma için Patriot Savunma Sistemi talep etti. İşte 3 gün sonra Aşura törenlerine katılmak bahanesiyle önce Şam’a uğrayıp İstanbul’a gelen İran Meclis Başkanı Laricani’nin gündemi Patriotlara karşı Türkiye’yi ikna etmekti. Herhalde her Batılı başkentin ne konuşulduğunu merak ettiği bir görüşmeydi. Muhtemelen bu yüzden de MOBESE kayıtları Selam-Tevhid örgütü dosyasına konmuştu.
Suriye meselesine hızlı giren ABD’nin, aynı tarihlerde Suriye ve muhalifler hakkında kafası da hızla karışmaya başlamıştı. Özellikle de Nusra grubu yüzünden. ABD’yle, “Destek vermeyelim ama terörist ilan etmeyelim” diyen Türkiye, Katar ve Suudi Arabistan arasında Nusra konusunda fikir farklılıkları vardı. Tam o sırada 2012 yazında Nusra’nın Türkiye’den destek bulduğuyla ilgili ABD basınında masabaşı haberler çıkmaya başladı.
https://www.washingtonpost.com/world/middle_east/in-syria-group-suspected-of-al-qaeda-links-gaining-prominence-in-war-to-topple-assad/2012/08/19/c7cffd66-ea22-11e1-9ddc-340d5efb1e9c_story.html (Türkiye Nusra’yı 2014 yılında terörist listesine aldı)
ABD’nin Suriyeli muhaliflere bakışındaki şüpheleri esas artıran, hatta Arap Baharı’ndan soğutan ise 11 Eylül 2012’de Libya’daki isyanda muhaliflere yardım etmiş Arabistan büyükelçisinin El Kaide’ye yakın bir grup tarafından öldürülmesi oldu.
Bu yeni bir 11 Eylül travmasından sonra Dışişleri Bakanı Hillary Clinton başta ABD’de Suriye meselesinde Türkiye’ye yakın ekip tek tek tasfiye oldu. Sadece kendileri değil, fikirleri de.
Aralık 2012’de ABD Nusra’yı terör örgütü listesine aldı. Şubat 2013’de Obama CIA ve Pentagon’un Suriyeli muhalifleri silahlandırmak planlarına ilk blokajı koydu.
http://www.wsj.com/articles/SB10001424127887324906004578290060794022912
Arap Baharı’ndan korkup vazgeçen ABD, teselliyi başka omuzlarda aramaya başlamıştı. Şubat 2013’te İran’la başlayan gizli görüşmelerde masanın üzerindeki dosyalardan biri de Suriye olacaktı.
Bu arada cephenin en önünde olan ve sürekli muhaliflere verdikleri sözleri tutmayan müttefikleri tarafından yalnız bırakılan Türkiye, 2013 Mayısında önce Akçakale ardından Reyhanlı’da Suriye rejiminin hedefi oldu.
O tarihte Türkiye tarihinin en büyük saldırısı olan Reyhanlı Katliamı sonrasında bir el harekete geçti ve belgeler sızdırılmaya başlandı.
Suriye istihbaratının arkasında olduğuyla ilgili yüzlerce ön bilgi, istihbarat ve takibe rağmen Jandarma’nın Nusra’nın eylem yapabileceği hakkında Reyhanlı’yla ilgisiz bir istihbarat raporu Redhack’e sızdırılıp, katliamı Nusra’nın yaptığı iddia edildi. Ne tuhaftır ki Redhack’n sözcüsü daha sonra polis muhbiri çıktı.
http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/turkiye/24085/RedHack_sozcusu__Polis_muhbiriyim_.html
Daha da ilginci Redhack’in 2012’nin ortalarında bir FBI’ya çalışan bir hacker’dan yardım aldığının ortaya çıkması olacaktı. http://www.usasabah.com/Guncel/2014/08/14/gezici-redhackin-fbi-baglantisi-ifsa-oldu
Ne tesadüf ki katliamın meydana gelmesinde en ciddi ‘ihmal’ bütün ön istihbaratlara ve uyarılara rağmen katliamı yapan isimleri tutuklamayan Savcı Özcan Şişman’a aitti. Şişman, daha sonra MİT tırları davasının da en önemli figürü olacaktı.
http://www.turkiyegazetesi.com.tr/yazarlar/yildiray-ogur/587769.aspx
Hareketlenme devam etti. 30 Mayıs 2013’te bu kez Adana’da sarin gazıyla saldırmaya hazırlanan Nusracıların yakalandığıyla ilgili haberleri çıktı. http://arsiv.taraf.com.tr/haber-sarin-gaziyla-saldiracaklardi-124895/
Bu arada Esad rejiminin zayıflamasıyla birlikte muhalifleri silahlandırmak için girişimler yeniden hızlanmıştı. MOM devam ederken, bu kez ABD’nin Ürdün üzerinden, Suudi Arabistan’la birlikte muhaliflere silah ve asker göndereceği haberleri medyada yer aldı.
http://www.wsj.com/articles/SB10001424127887323419604578569830070537040
Ama Suriye cephesini parçalayan esas gelişme Mısır’da oldu. Temmuz 2013’te meydana gelen Mısır darbesi, Suriye meselesindeki müttefiklerin arasını açtı, ayrışma sahaya da yansıdı.
Ve 21 Ağustos 2013’te Esad rejimi Şam yakınlarında muhaliflerin elindeki Guta’da kimyasal silah kullandı. Gözler 2012 yılında Suriye’de kimyasal silah kullanılmasının askerî müdahale için kırmızı çizgi ilan eden Obama’ya çevrilmişti. Ama Obama topu taca attı, Rusya’yla temaslara başladı. Böylece ABD, Suriye’ye asker indirmeyeceğini ilan ederek, alanı Rusya ve İran’a terk etti.
ABD politikası buradan sonra hızla değişmeye başladı. Obama’nın Suriye politikalarını daha fazla taşıyamayan Suriye özel temsilcileri Robert Ford, Frederic Hof istifa ettiler. Petraus, Panetta, Hagel de Suriye meselesi yüzünden Obama’yla anlaşamayıp görevlerini bıraktı ya da görevden alındılar.
Tasfiyenin sadece Washington’la sınırlı olması yetmiyordu. Obama’nın en yakın adamları tarafından dahi topa tutulduğu yeni pozisyonunu haklı çıkarmak için suçun Suriye konusunda birlikte hareket edilmiş eski müttefiklere atılması gerekiyordu.
2014’ün bahar aylarında MİT Müsteşarı Hakan Fidan ve Suudi İstihbarat Şefi Bandar bin Sultan hakkında ABD basınında terörü destekledikleriyle ilgili peşi sıra haberler çıkmaya başladı.
Obama’ya ve CIA’ye çok yakın bir isim olan David İgnatius, Hakan Fidan’ın İran’a Mossad ajanlarının ismini verdiğini iddia ettiği o meşhur yazıyı yazdı.
Prens Bandar bin Sultan ise doğrudan “teröristlerin prensi” ilan edilmişti. Suudiler bu kampanya karşısında Nisan 2014’te Bandar’ı görevden aldılar.
ABD’nin Suriye’de pozisyon değiştirmesiyle birlikte Türkiye’de de sinyali alanlar harekete geçti.
Eylül 2013’te yine Adana’daki bir savcı, Nusra’nın Türkiye’den sarin gazı malzemesi aldığını iddia eden bir iddianame hazırladı. Haber, Cemaat'e yakın medyada geniş yer aldı. http://arsiv.taraf.com.tr/haber-el-nusra-nin-kimyasal-iliskileri-134892/
Batı medyasıyla paralel olarak, Türkiye’de Cemaat ve PKK medyasında Türkiye’nin Nusra’yı (daha sonra DAEŞ’i) desteklediği haberleri çıkmaya başladı.
Sonraki alametleri iddianameden verelim:
Emre (Emrullah) Uslu'nun 19 Eylül 2013 tarihinde Taraf gazetesinde yayımlanan "El Nusra'yı Kim Destekliyor" başlıklı köşe yazısı,
Fetullah Gülen'in 25 Eylül 2013 tarihinde "din adına işlenen cinayetler" konulu konuşması,
İki gün sonra Zaman gazetesinde bu konuşmanın İslamafobia'ya vurgu yapılarak haberleştirilmesi,
Bir gün sonra Samanyolu Televizyonu'nda yayınlanan "Şefkat Tepe" adlı dizideki "Karar Kurulu" sahnesinde "Türkiye'nin teröre destek veren ülkeler arasına sokulacağı, dünya çapında terör örgütü kabul edilmiş illegal yapılara yardım ettiğinin raporlanıp, uluslararası arenada ciddi bir yalnızlığa itileceği, El Kaide'ye ve illegal İslami radikal terör örgütlerine yardım ediyor algısı oluşturularak yalnızlaştırılacağı" şeklinde diyalogların geçmesi,
Emre (Emrullah) Uslu'nun "Today's Zaman" isimli gazetede yazdığı "Disengaging From Al-Qaeda" başlıklı 06/10/2013 tarihli köşe yazısında; "Türkiye'nin, El Kaide militanlarının Türkiye sınırından Suriye'ye geçmesine göz yumduğunu, hatta bu gruplara MİT'in yardım ettiğini, bazı sivil toplum kuruluşlarının MİT'in El Kaide'ye yaptığı yardımlarda aracı olduğunu" belirtmesi,
STV’deki "Şefkat Tepe" isimli dizinin 12/10/2013 tarihli 21. Bölümündeki "Karanlık Kurul" sahnesinde "Batı düşmanlığı ve radikal dinî gruplarla iş birliği yapıyor imajı tuttu, devam etmeliyiz" şeklinde diyalogların bulunması,
Emre (Emrullah) Uslu'nun Taraf gazetesinde yayımlanan "MİT Haberleri Neden Sızdı, Ne Olur" başlıklı ve 24/10/2013 tarihli köşe yazısında "El Kaide'nin faaliyetlerinin Türkiye üzerinden koordine edildiği konusunda batılılarda ciddi kuşkuların olduğu, MİT'in sistem dışı faaliyetlerinin Türkiye'nin izole olmasına neden olacağı, hatta Türkiye'nin terörü destekleyen devletler arasına sokulabileceği" yazısı…
Yani cemaatin istihbaratçı kadrosu 17 Aralık’tan çok önce ABD’nin Suriye meselesindeki pozisyon değişikliğiyle paralel olarak AK Parti iktidarını Nusra ve DAEŞ’le birlikte göstermeye başlamıştı.
Ve 3 Aralık 2013…
17 Aralık operasyonlarına iki hafta var. İddianameye giren Can Dündar’ın Cumhuriyet’teki yazısından olacakları okuyalım:
“Diyelim ki bir bavul dosyanın depremiyle iktidara geldiniz.
O dosyalar olmasa, yine hükümet olmuştunuz belki, ama iktidar olamazdınız.
Bir bavul dosya, önünüzdeki en büyük engeli temizledi.
İşte öyle koltuğa oturduysanız, -bu meşhur Ankara atasözüne göre- yine bir bavul evrakla koltuktan düşersiniz…”
“Amerikan rüzgârı bu, belli mi olur; gün gelir esintiyi Pensilvanya’dan yana döndürür, Ankara’da ampulleri söndürür.
Şimdilerde Ankara’da çok etkili bir Batılı büyükelçinin, bir eski siyasetçiye “Türkiye’de yakında tarih değişecek, hazırlıklı olun” dediği konuşuluyor…”
Fevkalade bir tahmin! Ama bu tahminin nasıl bu kadar fevkalade olabildiğini, o etkili Batılı büyükelçinin kim olduğunu bilmiyoruz. Çünkü savcı sormamış, izlerin peşinden gitmemiş, iddianameye Can Dündar’ın yazılarını copy paste etmekle yetinmiş.
Yazıdaki "kehanet" gerçekleşti ve 17/25 Aralık operasyonları oldu. Ama istenen olmayınca uzun süredir sinyalleri verilen Suriye üzerinden ocak ayının ilk günü, yeniden harekete geçildi…
…..
MİT tırlarına yeni geldik. Yarın devam edeceğiz…