104 emekli amiral (aralarında kuvvet komutanı da var) hangi saikle olursa olsun bir bildiri yayınlamışsa, bu ciddi bir durumdur. İnsanı durup düşünmeye davet ediyor. İktidar, bu çıkışı yapan emekli askerleri, ‘darbe heveslileri’ olarak suçladı. “Hadleri bildirilecektir” dedi.
Tapu Kadastro Müdürlükleri’nin bile “Devletimize bağlıyız” mesajları verdiği bir ortam oluştu. Nitekim gözaltılar başladı. Devlet Bahçeli, bildiricilerin rütbelerinin sökülmesini ve maaşlarının kesilmesini istedi. Davutoğlu “Darbecilere geçit yok” mesajı verirken, Babacan, “İktidar bildiriyi propaganda amacıyla kullanacak” dedi.
Akşener, bildiriyi ‘zevzeklik’ olarak nitelerken, CHP, iktidarın konuyu gündem değiştirmek amacıyla kullandığını vurguladı. İmzacıların gözaltına alınmalarına karşı açık tavır aldı. Sonuçta, CHP dışındaki partiler bildiriyi ‘darbe hevesi’ olarak görüp, kınamayı tercih ettiler. Bildiriye imza atanlar, büyük tepki göreceklerini, başlarına türlü türlü dertler geleceğini, hesap etmemiş olamazlar.
Bu çıkışı her şeye rağmen yapmış olmaları, ‘inceldiği yerden kopsun’ ruh halinden kaynaklı gibi görünüyor. Bir darbe tehdidinden çok, bir negatif tepki patlaması olarak anlaşılabilir. İmzacıların emekli amirallerden oluşması ve ortak bir tavır sergilemeleri bazı çevrelerin onları ‘darbeci’ olarak yorumlamasına zemin hazırladı. Daha önce de emekli büyükelçiler, toplu halde ortak imzalı bildiri yayınlamıştı. Bu kez imzacıların emekli asker olması işe farklı bir boyut kattı.
Toplumdaki rahatsızlığın boyutları
Bana göre şu nokta önemli: Bildirideki eleştiriler, toplumun belli bir kesimi tarafından paylaşılıyor. Bildiriyi, ‘darbe hevesi’ ile sınırlamamalı, toplumdaki rahatsızlığın boyutlarını anlamaya çalışmalı. Öyle görülüyor ki, emekli denizcileri ‘tehlikeli’ çıkışlar yapabilecek kadar etkileyen sıra dışı günlerdeyiz. Huzursuzluk ve gerginlik, toplumun belli kesiminin endişelerini de artırıyor.
104 emekli amiral, 126 emekli büyükelçinin tepkileri, şu tablo içinde bir anlam kazanıyor: İyice alt üst olan ekonomik dengeler, ciddi sıkıntılar içindeki toplumu daha da zora sokuyor. İstanbul Sözleşmesi’nden imzanın çekilmesi, Montrö tartışması, dış dünyayla ilişkiler, MHP’nin “HDP yetmez Anayasa Mahkemesi de kapatılsın” çıkışı… Merkez Bankası meselesi… Pandeminin yönetim şekliyle ilgili tartışmalar…
Bunu, bir darbe sinyali olarak anlamak yerine, bir tepki ifadesi olarak düşünmekten yanayım. Bir fikir beyanı olarak, bir eleştiri olarak kabul etmekten yanayım. Bizi en çok ilgilendirmesi gereken kısım bu olmalı. İşin üzerine yalnızca polisiye bir olay gibi gitmek yerine, siyaset konuyu toplumsal bir mesele olarak görmeli, ona uygun bir tartışma ortamı oluşturmalı.