Cumhuriyet’in Osmanlı mirasından radikal bir kopuşu temsil ettiği genel kabul gören bir yaklaşım olduğunu geçen yazımda ifade etmiştim. Ancak, bu yaklaşımı savunan entelektüellerin göremediği veya görmek istemediği şey tarihi süreci kendi akışı içinde ele alarak değerlendirmek yerine her şeyi değişen yeni toplum fikrini desteklemek amacıyla istedikleri asırdan seçtikleri örneklerle zıt kategoriler yaratmaktadırlar.
Doğal olarak böylesi kategoriler yaratanlar için örneğin son dönem Osmanlı toplumunun nasıl olup da anayasal belgeye sahip olabildiğini, Mebusan kürsüsünde konuşan hatiplerin sözlerine neden ‘Osmanlı Vatandaşlarım’ diye başladıklarını, “Şura-yı Devlet’in Birinci Dünya Savaşı’nın en zorlu günlerinde düşmana yardım eden Arap aşairinin mallarını devleti desteklemeyen kabilelere dağıtmak isteyen İttihad ve Terakki hükümetini nasıl hukuka aykırılık gerekçesiyle durdurduğunu” açıklamak oldukça zordur.
Dolayısıyla hiçbir toplumun tarihsel bir boşluk içinde yaşayabilmesi, tarihi silerek sıfırdan yeni bir yaşama başlayabilmesi mümkün değildir. Ancak, toplumlar hareket halinde olan varlıklar olarak sürekli değişirler ve bu değişimler, tarihi törpüleyerek bunları, değişim ölçüsüne paralel biçimde, gitgide daha az hissedilir hale getirirler. Tarihi kopma noktaları diyebileceğimiz büyük dönüşümler ise bu süreci hızlandırır.
Cumhuriyet öncesi Osmanlı devlet yapısı ve bürokratik örgütlenmesi ile kendini ‘ilerlemeci tek parti’ olarak görmeye başlayan İttihad ve Terakki’nin modern Türkiye’nin yapılanmasında, kökleri Tanzimat’a kadar götürebilir.
Şerif Mardin’in kameralist zihniyet ile Le Bonist seçkincilik olarak tasvir ettiği üzere, toplumu ‘halk için ama halka rağmen’, yukarıdan aşağıya yeniden düzenlemeye çalışan Cumhuriyet aydınları üzerinde ve Osmanlı entelektüel çevrelerinde yaygın kabul gören “Feurbach sonrası kaba Alman materyalizmiyle, pozitivizmin popülerleştirilen şekillerinin” (Şükrü Hanioğlu, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Zihniyet, Siyaset ve Tarih, Bağlam Yayınları, 2006) toplumsal ilerlemeyi bir din-bilim çatışması olarak sunan yaklaşımlarının Cumhuriyet ideolojisinin şekillenmesinde ne denli etkili olduğu aşikardır.
Buradaki temel mesele böylesi bir örgütlenmenin ve ideolojinin günümüz ölçülerinde demokratik olarak kabul edilecek bir topluma geçiş için gerekli ortamı sağlamaktan oldukça uzak kaldığıdır.
Ez cümle, toplumumuzu ilgilendiren can alıcı meseleleri tahlil ederken pragmatizmin sağladığı konformizme teşne olmadan, meseleleri şahıslar ekseninde, güncel koşullar etrafında açıklamak yerine, onlara tarihi gelişim, kültürel eğilim ve etkileşimler bağlamında yaklaşmaya çalışmak gerekiyor.
Bu sayede, belirli bir mekanik sebep-sonuç ilişkisini, tespit, ispat ve benimsetmek yerine, meselelerin çok yönlü, girift ve ancak tarihi sürecin de anlaşılabilmesiyle tahlil edilebileceklerini görebiliriz.