Ana SayfaGÜNÜN YAZILARIBirbirini tanımayan iki kişi aynı tetikçiyi azmettirip bir akademisyeni sebepsiz yere öldürtmüş

Birbirini tanımayan iki kişi aynı tetikçiyi azmettirip bir akademisyeni sebepsiz yere öldürtmüş

145 sayfalık Sinan Ateş cinayeti iddianamesinin özeti: Birbirini tanımayan iki kişi, aynı tetikçiyi azmettirip bir akademisyeni sebepsiz yere öldürtmüş! Cinayet büro amirleri, özel harekatçı polisler de onlara yardım etmiş.

145 sayfalık Sinan Ateş cinayeti iddianamesini böyle özetleyebiliriz.

Tabii yine eksik bir özet olur bu cümle.

Cümleyi şöyle de uzatmak gerek: Bunu yaparken de aralarında eski MİT mensupları, cinayet büro amirleri, özel harekâtçı polisler ve avukatların da olduğu 22 kişi de onlara yardım etmiş.

İddianamedeki iki müştekiden biri olan Sinan Ateş’in eşi Ayşe Ateş, savcılığa 17 sayfalık bir ifade verip, eşinin nasıl tehdit edildiğini, şüphelendiği isimleri tek tek anlatmıştı.

Ama bu 17 sayfalık ifadeden iddianameye sadece üç cümle girmiş.

“Olay tarihinde öldürülen Sinan Ateş’in eşi olduğu, olayın bütün yönleriyle araştırılmasını talep ettiği, eşinin öldürülmesi olayını gerçekleştiren tüm şüphelilerden davacı ve şikayetçi olduğunu beyan ettiği anlaşılmaktadır.”

Diğer müşteki, Sinan Ateş suikasta uğrarken yanında olan, kurşun yiyerek yaralanan halasının oğlu ve bacanağı Selman Bozkurt.

Neyse ki cinayetin birincil tanığı olduğu için onun ifadesi iddianamede yer almış.

Okuyalım:

” Sabit bir mesleğim yoktur. Ancak iş takibi yaparak geçimimi sağlarım. Bana sormuş olduğunuz olayla ilgili olarak, olayda hayatını kaybeden Sinan ATEŞ benim öz halamın oğlu olur, aynı zamanda da bacanağımdır. Olay günü, yani 30/12/2022 günü saat 11:00 sıralarında yukarıda adresini vermiş olduğum ikametimden olayda hayatını kaybeden Sinan ATEŞ’e ait 06 BGY 216 plaka sayılı beyaz renkli Mercedes marka araç ile çıkarak tek başıma aracı ben sürer vaziyette Sinan ATEŞ’in Varlık Mahallesinde bulunan ikametine gittim. Saat 11:30 sıralarında Sinan ATEŞ’i alarak Kızılırmak Mah. 1456 Sokak 3/26 Çankaya/Ankara adresinde bulunan ofisine birlikte gittik. Ofise vardığımızda ofis çalışanı Sultan HASKILIÇ vardı. Yaklaşık yarım saat sonra Sinan ATEŞ’in üniversite öğrencisi olan Ahmet KEÇİK ofise geldi. Bir müddet sohbet ettikten sonra sohbet esnasında Sinan ATEŞ bana hitaben sahte hesaplardan sosyal medya üzerinden tehdit mesajları aldığını söyleyerek dikkatli olalım şeklinde sözler söyledi. Bir müddet sonra Sinan, Ahmet ve ben abdestlerimizi alarak saat 12:50 sıralarında üçümüz yaya olarak ofisten çıkarak Cuma namazı kılmak için Firdevs Camii’ne doğru yürümeye başladık. Bir müddet sonra camiye girdik camiide Sinan ATEŞ benim ön kısmımda safa durdu. Namaz başlamadan Sinan beni yanına çağırarak belinden çıkarmış olduğu siyah renkli marka ve çapını bilmediğim tabancayı bana vererek “silah belimi rahatsız etti bunu beline tak” diyerek bana verdi. Ben de tabancayı belime soktum. Bildiğim kadarı ile Sinan’ın 2 adet tabancası vardı bir tanesi ruhsatlı olduğunu biliyordum ancak diğer silahının ruhsatlı olup olmadığını bilmiyorum Cuma namazı bittikten sonra üçümüz birlikte Camiiden çıkıp ofis istikametine doğru geldiğimiz istikametten yürümeye başladık. Olay yerine geldiğimiz esnada Sinan ATEŞ ve Ahmet KEÇİK benim yaklaşık 2 metre önümde bende arkada yürüyorduk. Tam olay yerine geldiğimiz esnada saat 13:30 sıralarında sağda bulunan park halinde tahminen transit marka aracın önünden bir şahıs Sinan ATEŞ’in önüne geçerek elinde bulunan siyah renkli tabanca ile art arta ateş etmeye başladı. Sinan ATEŞ vurularak yere düştü. Ben Sinan’ın yanına gelip müdahale edecekken bana da 2 el ateş etmesiyle bende yaralanarak hemen kendimi solda bulunan bir aracın arkasına atarak sipere geçtim. Bu esnada bize ateş eden şahıs tekrar ateş ederek yaya vaziyette kaçmaya başladı. Bende belimde Sinan ATEŞ’in vermiş olduğu tabanca ile kaçan şahıs arkasından havaya doğru 4-5 el ateş ettim. Bize ateş eden şahıs kısa bir müddet sonra yaya olarak kaçıp gözden kayboldu. Kaçış istikameti ilerde faaliyet gösteren Hof Cafe istikametindeydi. Ben Sinan ATEŞ’e müdahale için tekrar yanına gittim kısa bir süre sonra olay yerine ambulans ve polis ekipleri geldi.”

İfadeden anlaşılan, Sinan Ateş’in böyle bir cinayeti beklediği.

Öldürülmeden birkaç saat önce bile sosyal medyadan tehdit mesajları aldığını söylüyor, bacanağına dikkatli olalım diyor, camiye tabancasıyla gidiyor, tabancasını rahatsız olduğu için bacanağına veriyor. Ve Cuma çıkışı vuruluyor.

Normal şartlarda böyle bir ifadeyi alan bir savcının ne yapması beklenir?

Tabii ki Sinan Ateş’e sosyal medyadan gelen tehdit mesajlarını araştırması gerekir.

Kim, neden tehdit etmiş, neden silahla geziyor?

Ama anlaşılan savcı, eşinin ifadesini, cinayete şahitlik edeni, vurulan akrabasının anlattıklarını ciddiye almamış.

Ankara’nın ortasında iki yıl önceki eski Ülkü Ocakları Genel Başkanı’nın neden öldürülmüş olabileceğini merak etmemiş.

Çünkü savcıya göre öldürülen kişi eski Ülkü Ocaklar Başkanı da değil. İddianamenin hiçbir yerinde savcı, Sinan Ateş’in bu kimliğinden bahsetmiyor.

İddianameye göre Sinan Ateş, “Hacettepe Üniversitesi Tarih Bölümü’nde akademisyen.”

İfadelerde “Sinan Ateş’i Ülkü Ocakları eski başkanı olarak tanırım” diyenler olmasa, iddianameden Sinan Ateş’in Ülkü Ocakları eski başkanı olduğunu anlamak bile mümkün değil.

Peki o halde niye öldürülmüş bu akademisyen?

Onun da cevabı yok.

Katil var, katili azmettirenler var, cinayeti gözetleyen var, katili İstanbul’dan Ankara’ya getiren iki özel harekatçı polis var, Sinan Ateş’in adresini bildiren cinayet büro amiri var. Katili evinde misafir eden, saklayan var.

Ama bu büyük organizasyonun bir sebebi yok.

Savcının bu cinayet organizasyonunda bulduğu tek şey, “Maktulü öldürmek üzere azmettirici Doğukan Çep ve Tolgahan Demirbaş’ın planlama ve tasarlama yaptıkları.”

Ama iddianamede bu iki eş azmettiricinin birbirini tanıdıkları ve görüştüklerine dair bir bilgi, delil, tape yok.

Ama iki eş azmettirici günün sonunda aynı katili bulup cinayeti işletmiş görünüyor.

Peki neden bunca zahmete girip, cinayete azmettirmişler?

Meçhul, bilinmiyor.

İddianame sansürlenmiş bir romana benziyor.

Sanki biri eline makası almış romanın başını, sağını, solunu, ortasını kesmiş. Geriye manasız bir hikaye kalmış gibi.

Sinan Ateş öldürüldüğünde, 2022’de, iki yıl önceki Ülkü Ocakları Genel Başkanı’ydı; iddianameye göre azmettiren iki kişiden biri olan Tolgahan Demirbaş, Ülkü Ocakları Genel Merkez eski yöneticisi; azmettiren diğer kişi Doğukan Çep’in hapishane arkadaşı olan ve cinayete yardımla suçlanan sanıklardan Ufuk Köktürk, cinayet meydana geldiğinde MHP İstanbul İl Başkanlığı’nda yönetim kurulu üyesiydi.

Ama bütün bunlara rağmen 145 sayfalık iddianamede 9 yerde Ülkü Ocakları’nın, iki yerde MHP’nin adı geçiyor.

MHP’nin adının geçtiği iki yerden birinde “06 MHP…” plakalı bir araçtan bahsediliyor, diğerinde sanıklardan biri, “MHP’li genel başkan yardımcısının danışmanı” olduğu iddiasını reddediyor.

Ama iddiayı niye reddediyor, bilmiyoruz. Çünkü savcının böyle bir iddiası da, sorusu da yok zaten.

Ülkü Ocakları adının geçtiği yedi yerde ise tanıklar Sinan Ateş’i “eski Ülkü Ocakları Başkanı olarak tanıdıklarını” söylüyorlar.

Ülkü Ocakları’nın adının geçtiği diğer iki yer ise, Tolgahan Demirbaş’ın telefonunun bazı sanıkların telefon rehberlerinde nasıl kaydedilmiş olduğunun gösterildiği yerler: “Tolgahan Demirbaş Ülkü Ocakları Genel Başkan Yardımcısı” ve “Tolga Ülkü Ocakları.”

Bu kadar.

Eğer telefon rehberleri de olmasa, azmettirici olarak iddianamenin merkezinde yer alan en önemli iki sanıktan biri olan Tolgahan Demirbaş’ın Ülkü Ocakları’nda yönetici olduğunu da anlamak mümkün değil.

Çünkü her sanık ifadesine kendini tanıtarak, ne iş yaptığını anlatarak başlarken, savcı Tolgahan Demirbaş’a, bırakın MHP eski Mersin Milletvekili Olcay Kılavuz’un evinde neden yakalandığını sormayı, “sen kimsin, ne iş yaparsın” diye bile sormamış.

Onun ifadesi “30.12.2022 günü 12:00 ile 13:00 saatleri arasında arkadaşım Emre ile birlikte, benim sürekli gitmiş olduğum Gölbaşı Gökçehöyük mahallesinde bulunan göl kenarına gitmeye karar verdik” diye başlıyor.

Cinayetin işlendiği sırasında MHP İstanbul İl Başkanlığı’nda yönetici olan sanık Ufuk Köktürk de iddianameye göre eski dönerci, yeni emlakçı.

Neyse ki iddianamede cinayeti gören tanıklar ve bir katil var.

Bir süre firar ettikten sonra yakalanan katil Eray Özyağcı, bir suç makinesi. 26 yaşında. İstanbul’da yaşıyor. Tam olarak bir işi yok. Çocuk koğuşunda beş yıl yatmış. Cinayete teşebbüs, adam yaralamadan aranması var, firari. İddianameden arkadaşlarının evlerinde kaldığını, uyuşturucu kullandığını anlıyoruz.

Peki, böyle biri neden Ankara’ya kadar gidip öldürmüş eski Ülkü Ocakları başkanını?

Savcıya verdiği ifadede şöyle anlatmış:

“Sinan ATEŞ isimli şahsı 3-4 yıldır tanırım, kendisini tanıdığımda Ülkü Ocakları Başkanı idi. Kendisine gösterdiğim vefaya karşılık vermediği için aramızda kişisel bir husumet oluştu ve kendisini yaralamak amacıyla birtakım planlamalar ve ayarlamalar yaptım, hiç kimseden yardım talep etmedim, her şeyi kendi imkânlarımla yaptım, Yukarıda bahsettiğim gibi birkaç sene öncesinde tanırım, aramızdaki sorun tamamen kişisel bir mesele idi.”

145 sayfalık iddianamede cinayet için gösterilen en somut neden bu; “vefasızlık!”

26 yaşında işsiz, sabıkalı, firari bir adama, üniversite hocası, eski Ülkü Ocakları başkanı nasıl vefasızlık yaptı sorusunun da bir cevabı yok.

Savcı şuna inanılmasını bekliyor: Sabıkalı, uyuşturucu bağımlısı, firari bir gencin vefasızlık cinayeti için koca koca adamlar, polisler seferber oldu.

Ama cinayetle ilgili planlar, hazırlıklar pervasızca yapıldı ve emniyet içinde birileri cinayet sonrası bütün bu delillerin izini sürüp resmi kayıtlara soktu. O delilleri ve bağlantıları artık yok etmek mümkün değildi.

Savcı, bu zorunlu malzemeden, fincancı katırlarını ürkütmeyecek bir hikaye çıkarmak zorundaydı.

O da cinayet organizasyonunu iki azmettiriciye bağlayarak işin içinden çıkmaya çalıştı.

Azmettiricilerden biri 33 yaşındaki Hopalı, Maltepe’de oturan Doğukan Çep ya da herkesin bildiği adıyla Dodo.

Kendi ifadesinden okuyalım:

“Hasan GEDİK dosyasından 35 senelik cezamın olduğunu biliyorum, ben bu suçtan dolayı kaçıyordum, diğer aranmalarım konusunda bilgim yoktur. Firar olduğum zamanda hep İstanbul’daydım, üzerimde kimliğim hiç olmadı, herhangi bir düzenim de olmadı, Çekmeköy’deki polislerin de bastığı ikametimde kalıyordum, bu firar olduğum dönemde herhangi bir suç işlemedim, suça da karışmadım. Ailemle telefon ile görüntülü görüşüyordum, bu görüşmelerimi Gürcistan menşeli bir Whatsapp numarası ile yapıyordum. Evimin kirası da dahil olmak üzere tüm masraflarımı ailem ve arkadaşlarım karşılıyordu. Benim uyuşturucu satıp tezgah kurup akşamları hesap topladığım bir kardeşim olmadı. Ben sadece esrar kullanırım, onun da beni sakinleştirdiğini düşündüğüm içiyorum. Uyuşturucu içiciliği suçundan eski kayıtlarım vardır ancak şuan adli sicil kaydımda bulunmuyor.”

Çep’i cinayete bağlayan somut deliller ve ifadeler var.

Çep, katil Eray Özyağcı’nın arkadaşı.

Katil ifadesinde, kendisi gibi firari olan Çep’i hem tanıdığını hem vurdulu kırdılı işlerde birlikte olduklarını anlatıyor ama onu bu cinayet işine de karıştırmamaya çalışıyor:

“Doğukan ÇEP’i de birkaç seneden bu yana tanırım, kendisi arkadaşım olur, kendisiyle birlikte herhangi bir ticaretimiz yoktur, yaklaşık 3-4 ay önce Doğukan ile birlikte Kocaeli ilinde şuan ismini tam olarak hatırlamadığım bir otele gittik ben araçta bekledim, hatta aracı ben sürüyordum, içerden silah sesleri gelmeye başladı, Doğukan ve yanındaki tanımadığım arkadaşları hızlıca araca bindiler ve oradan hızlıca uzaklaştık. Doğukan’a, olaydan kısa bir süre önce “birisini vuracağımı” söyledim, hiç kimseye güvenmediğim için Doğukan’a da kimi neden ne zaman ne şekilde yaralayacağımı söylemedim, dolayısıyla olayı gerçekleştirme aşamasında Doğukan’ın bana herhangi bir yardımı olmamıştır.”

Fakat başka ifadeler katil Özyağcı’yı yalanlıyor ve Doğukan Çep’i cinayete bağlıyor.

Mesela katil Eray Özyağcı’yı Ankara’ya götüren siyah transporter aracı veren Mustafa Uzunlar’ın ifadesi:

“Kendisi ile sohbet ederken Ankara İlinde bir düğün olduğunu düğün sahibini hediyesini verip gelmek için araç ihtiyaçları olduğunu hatta Ankara iline iki tane polis arkadaş ile birlikte gideceğini birazdan polislerinde otoparka geleceğini söylemesi üzerine ben ilk başta aracımı vermemek için çeşitli bahaneler ürettim o sırada daha sonradan emniyette isimlerini öğrendiğim Muratcan ÇOLAK ve Aşkın Mert GELENBEY isimli polisler geldi ben bu polisleri de gördükten sonra Doğukan ÇEP’in ısrar etmesi üzerine aynı gün gidip gecesi dönüş yapacağını söyledi bu sırada ben “ tamam aracı vereyim ancak bian önce gidip gelin aracı sağ sağlim teslim edin” diye Doğukan’a söylediğimde Doğukan “birini bekliyoruz biri daha gelecek oda bizim ile Ankara’ya gidecek” deyince ben araç temiz olsun diye otoparkımızda bulunan yıkamaya aracı yıkatmak için verdirttim bu sırada Papi lakaplı Eray ÖZYAĞCI isimli şahıs da otoparka geldi ben araç içindeki şahsi eşyalarımı aldım ve aracı kendilerine 27.12.2022 günü saat: 16.30-17.00 sıralarında aracı otoparkta teslim ettim. Aracı hatırladığım kadarınca polislerden biri direksiyona geçti diğer Eray ÖZYAĞCI ve diğer polis araca bindiler ve otoparktan ayrıldılar. Doğukan ÇEP ise araca binmedi otoparkta kaldı. Ben Doğukan’a “hani sende gidecektin” diye sorduğum da “yok ben kalacağım arkadaşlara gidip gelecek” demesi üzerine ben spor yapmak için spor salonuna gittim Doğukan da otoparkta kaldı ben spordan geldiğimde Doğukan da otoparktan gitmişti.”

Bu ifadeden, hem katili Ankara’ya götüren aracı Doğukan Çep’in ayarladığını hem de katile iki polisin eşlik ettiğini öğreniyoruz. Yani o polisleri de organize eden kişi, cinayet firarisi Doğukan Çep.

Şimdi tutuklu olan bu iki özel harekatçı polisin, firari, 26 yaşındaki bir işsiz gençle bir siyah transportera binip Ankara’ya neden gittiklerini nasıl açıkladıklarına bir bakalım.

2017’de özel harekat sınavını kazanarak polis olan Aşkın Mert Gelenbey, bu tuhaf durumu şöyle açıklamış:

“İsmini Ero olarak bildiğim ancak ismini siz görevlilerden öğrendiğim Eray ÖZYAĞCI’yı yaklaşık 8-9 yıl önce ablam Ayşe BEKTAŞ İstanbul Aydos semtinde oturuyordu. Ben de o zamanlar Ordu ilinde ikamet ediyordum, ara ara tatil dönemlerinde ablamın yanına ziyaret için gidiyordum Eray ÖZYAĞCI da ablam ile aynı mahallede oturdukları için tanırım.

Murat Can ÇOLAK isimli şahsı aynı işyerimde beraber çalıştığımız için tanırım.

Biz, aynı birimde çalıştığım Murat Can ÇOLAK ve ben Eray’ın arandığını bilmiyorduk.

Hayır ben Eray ÖZYAĞCİ’yi para karşılığında Ankara iline getirmedim. Ben ve Murat Can ÇOLAK zaten Ankara iline eğlenmek için gelecektik. Eray ÖZYAĞCİ’nin de dedesi rahatsızmış o da bize katılmak istedi hatta aracın yakıtının yarı parasını Eray ÖZYAĞCİ karşıladı. Benim Ankara iline gelme amacım pavyona gitmekti, ancak yolda çok fazla alkol aldığım için arkadaşım Murat Can ÇOLAK ve abim Abdullah GÜMÜŞ’e çok fazla alkollüyüm bu şekilde pavyona gidersek tekrar İstanbul’a geri dönemeyiz dedim.

Eray’ın araçtan indiği esnada ben de araçtan indim, ikimizin de indiği esnada bir şahsın da bizi beklediğini gördüm, bana izletmiş olduğunuz videodaki şahıs ile aynı şahıstır. Bu şahsın ismi de siz görevlilerden öğrendiğim Suat KURT isimli şahıstır, hatta Eray’ın yapmış olduğu telefon görüşmelerinde karşı tarafa “Suat Dede” diye hitap ettiğini duydum.”

Diğer özel harekatçı polis Murat Can Çolak ise şöyle anlatmış:

“Aşkın Mert ile konuşmamızda eşimi İzmit ilinden alıp geleceğimi söylediğimden oda bana Ankara ilinde ağabeyimin yanına gideceğini eşi ile sorunlarının olduğunu, birlikte gidip gelelim, hem Ankara ilinde biraz eğlenip gezer geliriz diye söyledi, bende geceden görevden çıktığımdan yorgun olduğumdan bu teklif cazip geldi bende tamam diyerek bu teklifi kabul ettim. Aşkın Mert gideceğimiz olan aracın kirli olduğunu söyleyip aracı yıkatıp temizlettirdi, bu sırada oto parka daha önce yani yaklaşık 15- 20 gün kadar önce yine Aşkın Mert ile geldiğim zaman tanıştığım benim gibi Maltepe ilçesinde oturduğunu söyleyen Dodo lakaplı Doğukan ÇEP isimli şahıs tek geldi ancak oraya ne ile geldiğini görmedim, onlarla da hoş beş ettik , tam araba ile oto parktan çıkacağımız sırada kendisini daha önceden hiç görmediğim orta boylarda, esmer tenli siyah saçlı hatta saçlarının yanları sıfır tıraşlı tahminen 25- 30 yaşlarında bir şahıs geldi, Aşkın Mert bana bu şahsı bizimle birlikte Ankara iline geleceğini söyledi hatta ben Aşkın’a bu şahsı tanıyormusun bir sıkıntısı varmı diye sordum oda şahsı tanıdığımı sıkıntılı biri olmadığını söyledi, saat tahminen 17.00- 17.30 sıralarında Aşkın’ın emanet olarak oto parktan almış olduğu 61 OF son rakam gurubunu hatırlamadığım siyah renkli Wosvogen Transporter marka araç ile hareket ettik, aracın direksiyon kısmında Aşkın Mert, Ön sağ kısmında ben, arkada ise ismini araça bindikten sonra öğrendiğim Ero lakaplı Eray isimli şahıs bindi, İstanbul ilinden çıktık otobana girdik, gece nöbetten çıktığımdan dolayı uyumak için Bolu yada Düzce tarafında arkada oturan Ero lakaplı şahsın öne geçmişini arkada yatıp uyuyacağımı söyledim, Ero lakaplı şahıs aracın ön sağ kısmına geçti, ben arkada yatıp uyumaya çalıştım. uyandığımda Aşkın Mert ön sağda oturan Ero lakaplı şahsa sen arkaya geç öne ağabeyim binecek diye söylediğini duydum, aracın ön sağ kısmına Aşkın Mert’in ismini bilmediğim ağabeyi oturdu, Ero’da aracın arka kısmına geçti, Aşkın Mert’in ağabeyini nerede aldığını aracın koltuğunda yattığımdan kafamı kaldırmadığımdan bilmiyorum, bir süre sonra bir Hastane gördüm, yaklaşık 200- 300 metre sonra Aşkın Mert durdu, araçtan bizimle birlikte İstanbul ilinden gelen Ero lakaplı Eray indi, bu şahsı yine gece ve ışıkların yüzüme vurmasından dolayı eşkal bilgilerini hatırlamadığım 25- 30 yaşlarında kirli sakallı bir şahıs karşıladı.”

Yani iki polis, Doğukan Çep’in ayarladığı transporterla katili İstanbul’dan Ankara’ya götürmelerini “pavyona gidiyorduk” diye açıklamışlar.

Doğukan Çep’i cinayette azmettiren yapan ikinci bağ ise, polislerin de ifadesinde geçen kirli sakallı “Suat Dede.” Yani tutuklu sanıklardan Suat Kurt.

O da işsiz, sabıkalı, hapiste yatıp çıkmış, firari olmuş, bir ara Batum’a kaçmış, düzenli bir işi olmayan bir profil. Cinayetteki rolü yine arkadaşı Doğukan Çep’in yönlendirmesiyle cinayetten dört gün önce Ankara’ya gidip Sinan Ateş’i gözetlemek, cinayette gözcülük yapmak. Her şeyi net biçimde anlatmış ifadesinde.

“Ben Gebze de iken tam hatırlamamakla birlikte 22-23/12/2022 günü Doğukan, beni facetime uygulaması üzerinden aradı. Bu yapmış olduğum görüşme içeriğinde Doğukan bana “Ankara’ya gider misin” diye sordu, ben de kendisine “niye kardeşim” diye cevap verdim. Bunun üzerine Doğukan bana “birisi var arabasını söylicem plakasını söylicem ismini söylicem, oraya gittiğinde seni görüntülü aricam tarif edicem” dedi. ben de “tamam giderim” dedim. Bu konuşmadan sonra tam hatırlamıyorum ancak 24-25/12/2022 günü bana hesap numarasını bilmediğim iban dan 1.000 (BinTL) para gönderdi. Ben de bu paranın hepsini nakit olarak çektim. 25/12/2022 günü saatini tam hatırlamıyorum ancak öğleden sonra Gebze Otogarından firmasını hatırlamadığım bir otobüse bindim ve akşam saatlerinde Ankara iline tek başıma geldim… Doğukan beni yine facetime üzerinden görüntülü aradı, bu görüşmenin içeriğinde Doğukan bana ölen Sinan ATEŞ’in ofisinin olduğu sokağı, ofisinin olduğu binayı, arabasının plakası ile marka model ve rengini bana tarifetti. Doğukan’ın tarif etmiş olduğu yerlerde yaya olarak bulundum, bu konuşmada Doğukan bana “arabası kaçta gelip gidiyor, aracı tek mi kullanıyor, bunları öğren ve bana haber ver” dedikten sonra ben telefonu kapattım, bu sefer olay yeri sokağın başında bulunan Hoff isimli cafeye saatini hatırlamadığım bir zamanda oturdum. Kendime çay-kahve söyledim, bunları içerken de bir yandan cafenin içerisinden görebildiğim kadar Sinan ATEŞ’in sokağını, ofisinin girişini ve arabasını gözetliyordum.

Ertesi gün Sinan ATEŞ’in ofisinin önünde Doğukan’ın bana söylemiş olduğu aracı gördüm ve hemen sonra Doğukan’ı facetime üzerinden aradım. Doğukan’a “araç burada” dedim. Doğukan da bana “tamam bekle bakalım kaçta çıkacak” dedi… Aynı gün saat 22:30 sıralarında Doğukan beni aradı, “abi çocuk geldi aşağıda” diyerek telefonu kapattı. Ben de aşağıya inip daha önceden Doğukan’a atmış olduğum konuma Doğukan bu gelen şahsa benim atmış olduğum konumu atmış olacak ki bu şahıs adresin önüne siyah renkli minibüs tarzı bir araç geldi. Bu araçtan sağ ön kapısından Eray indi. Şoför koltuğundan siz görevlilerin daha önceden bana göstermiş olduğunuz fotoğraftaki Aşkın Mert GELENBEY isimli şahıs indi. Bu araçtan inen 3. bir şahıs görmedim. Eray ile Aşkın isimli şahıs sarılarak birbirleri ile vedalaştılar. Araç devam etti, ben de Eray’ı alarak Zekeriya’nın evine çıktık…Eray isimli şahıs Eray ÖZYAĞCİ’dir.

Doğukan ikamet içerisinde bulunduğumuz esnada Eray ÖZYAĞCİ’yi yine görüntülü aradı. Doğukan’ın ölen şahıs Sinan ATEŞ’i kastederek “o şahısla arasında bir sorunun olduğunu, bu şahıs dövülüp ayaklarından yaralanacak” dedi. Ben de bu konuşmayı net olarak duydum.

Ertesi gün cafeye geçtim. Bu esnada Sinan ATEŞ ve yanında 2 şahısla birlikte ofisinin bulunduğu binadan çıktılar. Bu esnada da Doğukan beni görüntülü aradı görüntülü görüşme halindeyken göz temasımı kaybettim dedim. Bu durumu Doğukan’a söyledim. Doğukan’da bana “tamam abi bak işte” dedi ve telefonu kapattı. Ben tekrar göz teması kurmak için gittikleri istikamette devam ettim. Olay yeri sokaktan sağa döndüm, kavşaktan karşıya geçtim, burada yaklaşık 20-25 dakika kadar bekledim. Beklediğim esnada Doğukan beni tekrar aynı şeklide görüntülü aradı. Doğukan bana “bak bakalım abi işte gelen giden var mı” dedi. Bu görüşme esnasında benim bulunduğum yerin karşısından Sinan ATEŞ ve yanındaki 2 şahsın yaya olarak ofis istikametine doğru yürüdüklerini gördüm, Doğukan’a “gidiyorlar yine geldikleri yöne doğru” dedim. o da bana “tamam abi sen taksiye bin geç” dedi. Olayın olduğu sokak ile ana caddenin bağlandığı kavşakta bulunduğum esnada halen telefonum açıktı, ben silah seslerini duyduktan sonra görüşmeyi sonlandırmak için telefonumu komple kapattım.

Bindiğim taksinin Wifi sine bağlandım ve Doğukan’ı aynı şekilde görüntülü aradım, Doğukan’a “taksideyim geliyorum o tarafa, hayatını kaybetmiş” dedim. o da bana “maalesef abi, üstatlar ocakbaşının karşısında bulunan dominos pizzanın önünde bekle seni bir ticari taksi alacak” dedi ve telefonu kapattık. Bana Doğukan’ın tarif ettiği yere gittiğimde bir ticari taksi geldi. Şoförü Caner’di. Siz görevlilerden bu şahsın adını Caner GÜNAY olarak öğrendim. Caner bana “beni Dodo gönderdi, seni Şile de bir adrese götürecem” dedi ve araç seyir halindeyken Caner, Doğukan’ı aradı. Caner telefonu bana verdi. Doğukan bana “Caner’in götüreceği eve geç, orada kal” dedi. Ben de bunun üzerine Doğukan’a “bu iş böyle olmayacaktı ölüm filan olmayacaktı, ben teslim olabilirim” dedim ve ağlamaya başladım. Doğukan bana “bende böyle olsun istemedim ne desen haklısın, sen dediğim yere geç, orada wifi var yine konuşuruz” dedi ve telefonu kapattık.”

Yani Doğukan Çep, katili ayarlayan, özel harekatçılarla Ankara’ya götüren, onlardan önce Sinan Ateş’i gözetlemesi için Ankara’ya gözcü gönderen, cinayetten sonra kaçanları saklayan kişi.

Peki bütün bunları neden yapmış?

Bu kadar basit ve temel bir sorunun da cevabı yok iddianamede.

Ona birisi mi emretmiş? Bilinmiyor. İddianameye göre azmettirici o. Ama bir sebebi yok. Suat Kurt’un ifadesine göre Sinan Ateş’le bir sorunu var ve amacı da onu “dövdürüp ayaklarından yaralamak.” Ama sorunun ne olduğu belirsiz. Bunun için İstanbul’dan iki özel harekatçı eşliğinde transporterla sabıkalı bir genci Ankara’ya getirmek, öncesinde gözcü göndermek gibi büyük prodüksiyonlara neden girdiği de açıklanmıyor.

Belki cevap diğer azmettirici Tolgahan Demirbaş’tadır.

Ama ona geçmeden, iddianameye göre aralarında hiyerarşik ilişki de olmayan iki eş cinayet azmettiricisi, Çep ve Demirbaş.

Aynı adamı vurdurmak için aynı katili azmettirmekle suçlanıyorlar.

Aralarında sıkı bir ilişki olması gerekir.

Ama iddianameye göre iki azmettirici birbirinden habersiz cinayeti azmettirmiş. Aralarında hiçbir ilişki, tape, görüşme yok.

Yok ve aynı zamanda savcı da peki siz ikiniz nasıl iki azmettirici olabildiniz diye de merak etmemiş.

Bunu nereden biliyoruz?

Doğukan Çep’e savcının diğer sanıkları nereden tanıdığıyla ilgili sorusundan.

“SORULDU: Vedat BALKAYA, Suat KURT, Eray ÖZYAĞCİ, Zekeriya ASARKAYA, Hakan SARAÇ, Mehmet YÜCE, Aşkın Mert GELENBEY, Murat Can ÇOLAK, Caner GÜNAY, Osman BAYRAKTAR, Ufuk KÖKTÜRK, Havva KÖKTÜRK, Mustafa UZUNLAR, Emin UZUNLAR, Umut ERSOY, Alper ATAY, Damla YÜCE ve Yunus HASAR ismi yazılı şahısları tanır mısınız, tanıyorsanız nereden, nasıl ve ne şekilde tanırsınız?”

Savcının sorması gereken bir soru. Ama 18 tanığın adının yer aldığı soruda bir eksik var: Tolgahan Demirbaş.

Savcı azmettirici dediği zanlıya, diğer azmettirici dediği zanlıyı nereden tanıdığını nedense sormamış!

O yüzden de ikisinin ayrı ayrı azmettirdiğini düşünmek zorundayız.

Peki, Tolgahan Demirbaş ne yaparak cinayeti azmettirmiş?

Azmettirici olarak iddianamenin merkezinde yer alan en önemli iki sanıktan biri olan Tolgahan Demirbaş’ın Ülkü Ocakları’nda yönetici olduğunu iddianamede saklandığını yukarıda göstermiştik.

Her sanık ifadesine kendini tanıtarak, ne iş yaptığını anlatarak başlarken savcı azmettirici Tolgahan Demirbaş’a “sen kimsin, ne iş yaparsın” diye sormamış.

Fakat iddianameden, Tolgahan Demirbaş’ın kolunun her yere uzandığı anlaşılıyor.

Eski bir MİT mensubundan cinayet öncesi Sinan Ateş’in adresini isteyecek kadar…

İddianamede şüpheli olan Ç.Z’nin ifadesinden okuyalım:

“2003 yılında Milli İstihbarat Teşkilatı’nda Memur olarak görev yapmaktaydım, 2010-2015 yılları arasında Kayseri ilinde görev yaptım. 2015 yılı sürecinde tarafıma açılan soruşturmadan dolayı prosedürler gereği teşkilattan Maden ve Petrol İşleri Genel Müdürlüğüne naklen atamam yapıldı. Çukurambar semtinde bulunan Marco Pasha isimli kafede Aytaç isimli mekânın sahibiyle tanıştırdılar, ben de bu şahısla görüşmelerimde beni biriyle tanıştıracağını bir maruzatı olduğunu söyledi. Tanıştıktan birkaç hafta sonra yine aynı kafede Tolgahan DEMİRBAŞ bana hitaben “bir haylaz arkadaşımız var, uyaracağız ama bulamıyoruz, adresine ihtiyacımız var” dedi. Ben öncesinde talebi reddettim, benim böyle bir yetkim veya ulaşabileceğim gücüm yok dememe rağmen ısrarla yerini sordu, şuan tam olarak hatırlayamıyorum, bana ya isim ya da telefon bilgilerini ulaştırmış olmalı ki ben de başımdan savmak adına rastgele bir adres söyledim, hatırladığım kadarıyla bu adres İstanbul ilinde çok kalabalık alandı, beni en azından bu konuyla alakalı rahatsız etmemesi adına böyle bir yol izledim. Bu tarihten sonra 20 gün bu konuyla alakalı beni arayıp sormadı. Bana yine Tolgahan DEMİRBAŞ Whattsap üzerinden ulaşarak “verdiğin adreste bu şahsa ulaşamadık, bir daha bu şahsın nerede olduğuna bakabilir miyiz” yazdı, ben de yine kafamda ona yardım etme amacı gütmediğim için benden uzak durması adına, şuan hatırlamadığım Kırşehir ilinde bir adres söyledim, bu tarihten sonra da bana ulaşarak tekrardan yardım talep etti, ben de bu konuyla alakalı sıkıntı yaşanabileceğini bu konuyla alakalı yardımcı olamayacağımı kesin ve net olarak söyleyince bir daha bana herhangi bir şekilde ulaşmadı. Olayın olduğu gün Aytaç Bey beni saat 13.30-14.00 sıralarında telefonla aradı, “Sinan ATEŞ öldürüldü, sana onunla ilgili bir şeyler sorulmuştu ya, onların hepsini sil” dedi, ben öncelikle ne dediğini tam olarak anlayamadım, akşam eve gittiğimde haberlerde Sinan ATEŞ isimli şahsın suikasta uğradığını görünce Aytaç’ ın ne demek istediğini o an anladım.”

Kafenin sahibi Aytaç Ataç da bu olayı teyit ediyor:

“2022 yılının Mart ayında Çağlar ve Tolgahan yanımda oturdukları sırada Tolgahan Çağlar’a hitaben “Bir adres bulmamız lazım yardımcı olabilirimsin” dedi bunun üzerine Çağlar’da “Yardımcı olabilirim” dedi. Ancak Tolgahan benim yanımda kimin adresini istediğini söylemedi. Çağlar daha sonra cafeye geldiğinde yaptığımız sohbet sırasında Tolgahan’ın kendisinden istemiş olduğu adresin Sinan ATEŞ’ in adresi olduğunu bana söyledi. Bunun üzerine bende “bu tür işlere girme başın ağrır” dedim.”

İddianamede telefon dökümleri de bu talebi doğruluyor:

“Tolgahan DEMİRBAŞ ile Çağlar ZORLU arasında yine, maktül Sinan ATEŞ’in anlık konum bilgisinin teminine yönelik birkaç kez görüşme yaptıkları, Çağlar ZORLU’nun 28/03/2022 ve 03/04/2022 tarihlerinde iki kez farklı adresleri gösterir şekilde adres bilgisi paylaştığı…”

Eski MİT’çiden istediği adresi alamayan Demirbaş, Ankara Emniyeti Cinayet Büro Komiseri Mustafa Ensar Aykal’dan Sinan Ateş’in ev adresini istemiş. Peki neden? Evinin önünde pankart asmak için!

“Ankara Emniyet Müdürlüğü eski Cinayet Büro Komiseri Mustafa Ensar AYKAL’ı tanırım. Mustafa Ensar AYKAL ile aramızda Sinan ATEŞ hakkında mesajlaşma olmuştur. Kendisine mesajlar göndermiş olabilirim. Mustafa Ensar AYKAL, Sinan ATEŞ’in cep telefon numarasını olaydan 8 ay önce sorgulayıp bana göndermiş olabilir. Sinan ATEŞ’in ev adresini mesajla bana göndermedi. Hatırladığım kadarıyla Mustafa Ensar AYKAL’a Sinan ATEŞ’in cep telefonu numarasını göndererek Sinan ATEŞ’in adresini tespit edebilirse bana göndermesini istemiştim. Mustafa Ensar AYKAL telefon numarasını gönderdikten sonra bana dönüş yapmadı. Az önce ifade ettiğim üzere Sinan ATEŞ’in ev adresi mesajla veya herhangi bir şekilde bana gönderilmedi. Ben Sinan ATEŞ’i olay öncesi şahsen tanımazdım. Mersin’de vuku bulan saldırı olayında camiamızdan bir genç öldürülmüştür. Bu olaya tepki olarak Sinan ATEŞ’in ikametinin önünde pankart asılması düşüncesi gündemdeydi. Bu nedenle adresin tespitini istemiş olabilirim.

Mersin’deki saldırı olayından sonra Sinan ATEŞ’e karşı Türkiye genelinde ve camia içerisinde bir tepki oluşmuştu. Ben Mustafa Ensar AYKAL ile aramızdaki mesajları hatırlamıyorum. Ancak bu mesajı yazdıysam Sinan ATEŞ’in camiadan dışlandığını ve camia ile bir bağı kalmadığını kastetmiş olabilirim. Başka türlü bir anlam çıkarılması mümkün değildir. Sinan ATEŞ’e saldırı olacağına dair bir imada bulunmadım.”

Azmettirici cinayetin arkasındaki motivasyonla ilgili önemli şeyler söylemiş. Ama tabii savcı yine, “Mersin’deki olay ne” diye azmettiriciye sormamış ya da bu kritik bilgiyi sorgulama ihtiyacı bile hissetmemiş.

Ankara Emniyet Müdürlüğü Cinayet Büro komiseri Mustafa Ensar Aykal ise bütün bunları ifadesinde inkar ediyor:

“Ankara Emniyet Müdürlüğü Cinayet Büro’da5 yıl görev yaptım. Son 3 yıl büro amiri olarak görev yaptım. 30 Ağustos 2023 tarihinde Ankara Emniyet Müdürlüğü Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğünde göreve başladım. Sinan ATEŞ’in öldürülmesi olayının başından itibaren Cinayet Büro Amiri olarak soruşturmayı yürüttüm.

Olay tarihinde Tolgahan DEMİRBAŞ isimli şüpheli şahsı önceden tanıdığımı Şube Müdürümüz Oben ÖZAY’a bildirmiştim. Ancak görevi yürütmek istemediğime dair talebim olmadı.

Tolgahan DEMİRBAŞ’a ait cep telefonu incelemesi neticesinde düzenlenen bilirkişi raporunda tespit edildiği üzere olay tarihinden 8 ay önce Tolgahan DEMİRBAŞ’ın isteği üzerine Sinan ATEŞ’in cep telefon numarasını sorgulayıp ev adresini Tolgahan DEMİRBAŞ’a ilettiğim yönündeki tespit doğru değildir. Ben böyle bir bilgiyi Tolgahan DEMİRBAŞ’a hiç bir şekilde iletmedim.

Sinan ATEŞ’in avukatı olan Ali YÜCEL’in araç plakasını olaydan 8 ay önce sorgulayarak Ali YÜCEL’in ev adresini Tolgahan DEMİRBAŞ’a iletip iletmediğimi hatırlamıyorum. Şayet Ali YÜCEL’e ilişkin bilgileri sorgulayıp göndermiş isem Tolgahan DEMİRBAŞ’ın ne maksatla bu bilgileri almak istediğini bilemiyorum.

Bazı telefon numaralarını sorgulayıp adres veya kişi kartlarını Tolgahan DEMİRBAŞ’a yollayıp yollamadığımı hatırlamıyorum. Bu bilgilerin paylaşılmaması konusunda gizlilik içerisinde kendisinde kalması yönünde mesaj göndermiş olabilirim. Bu bilgilerin sorgulanıp paylaşılmasının suç olduğunu görevim gereği biliyorum. Bu nedenle gizlilik içerisinde kimseye bildirmemesine dair uyarı mesajı göndermiş olabilirim.

Sinan ATEŞ’in telefon numarasını sorgulayıp sorgulamadığımı, sonrasında Tolgahan DEMİRBAŞ’a “Bu numara eski genel başkana çıkıyor” şeklinde mesaj yazıp yazmadığımı hatırlamıyorum.

Tolgahan DEMİRBAŞ’ın cevaben “Reis onun ipini çekmişler” şeklinde mesaj gönderdiğini hatırlamıyorum. Böyle bir mesaj gelmiş olsaydı mutlaka hatırlardım. Tolgahan DEMİRBAŞ konuşmalarımızda bana “Reis” diye ara sıra hitapta bulunur. Ancak “Kanka, Abi, Komiserim” şeklinde de hitapları olmuştur.”

Peki bu ifadeden esas ne öğreniyoruz?

Meğer cinayetin azmettiricisi Tolgahan Demirbaş’ın cinayet öncesi Sinan Ateş’in ev adresini istettiği Ankara Emniyet Cinayet Büro Komiseri Aykal, Sinan Ateş cinayetini soruşturmuş!

Kötü bir Türk polisiye dizisinde bile olmayacak bir skandallar zinciri var karşımızda!

Cinayete yardımdan sanık olan cinayet komiseri doğru mu söylüyor, yalan mı?

İddianamede Tolgahan Demirbaş’ın dijitallerinin incelenmesinden okuyalım:

“Ankara İl Emniyet Müdürlüğü Asayiş Şube Müdürlüğü Cinayet Büro Amiri olarak görev yapan Mustafa AYKAL ile Tolgahan DEMİRBAŞ arasında Sinan ATEŞ ile ilgili mesajları tespit edilmiş, Mustafa AYKAL’ın Tolgahan DEMİRBAŞ’ın isteği üzerine Sinan ATEŞ’in cep telefon numarasını olaydan 8 ay önce sorguladığı, ayrıca Sinan ATEŞ’in avukatı Ali YÜCEL’in araç plakasını yine olaydan 8 ay önce sorguladığı ve ev adresini Tolgahan DEMİRBAŞ ‘a ilettiği yine Tolgahan DEMİRBAŞ’ın yolladığı bazı telefon numaralarını sorguladığı ve adres veya kişi kartlarını Tolgahan DEMİRBAŞ a yolladığı…”

Peki, komiserin inkar ettiği “ipini çektiler reis” görüşmesi?

Onun da tapesi var iddianamede:

“Tolgahan DEMİRBAŞ: “Amirim bizim GB istedi de…” “…telefon numarası bu” , “adres lazım bize”, “sana zahmet olmazsa…”

Mustafa AYKAL: “Est bakalım reis”
Mustafa AYKAL: “Reis önceki gbye çıkıyorbu numara”
Tolgahan DEMİRBAŞ: “aynen”, “reis”, “onun ipini çekmişler”

Mustafa AYKAL: “birazdan arıyorum reis.”

“GB” yani genel başkan. Önceki Ülkü Ocakları Genel Başkanı Sinan Ateş.

Peki, Sinan Ateş’in telefonundan adresinin öğrenilmesini isteyen “bizim GB” yani “bizim Genel Başkan” kim?

Savcı bunu da merak etmemiş.

“Onun ipini çekmişler” diyen kişi, iddianameye göre azmettirici.

İpi çeken kişi, peki?

Yok.

Sinan Ateş’in “ipini çeken”lerle ilgili tek delil, ayırma kararındaki tek cümle:

“Soruşturma kapsamında diğer şüpheliler hakkında ayırma kararı verilmiş olup soruşturmaya devam edilmektedir.”

İsimleri yok, kaç kişi oldukları yok, neden bu dosyadan ayrıldıkları yok.

Tabii haklarındaki soruşturmanın ne olduğu da yok.

Bir yoklar iddianamesiyle karşı karşıyayız.

Ankara’nın ortasında Cuma namazı çıkışı güpegündüz işlenmiş bir cinayetin, insanların aklıyla alay edilen bir iddianameyle örtbas edilebileceği düşünülüyor olmalı.

Belki de böyle düşünmekte haklıdırlar.

- Advertisment -