Ana SayfaYazarlarVarsayımdan üretilmiş ‘delil’le ağırlaştırılmış müebbet!

Varsayımdan üretilmiş ‘delil’le ağırlaştırılmış müebbet!

 

Türkiye: Kendi varsayımını ‘hakikat’ sayıp onun üzerine ‘büyük’ fikirler kuran yazarların cennet ülkesi…

Hem bu girişle ne demeye çalıştığımı özetlemek hem de bu işin ustalarından birine hakkını teslim etmek için yıllar önce kaleme aldığım ve başlığı “Delili kendi varsayımı olan yazar” başlıklı Bekir Coşkun portresinden birkaç paragraf aktararak başlayacağım:

“Yazar yazılarını kendi varsayımlarının doğruluğu, kendi dar ve kişisel gözlemlerinin mutlak geçerliliği üzerine kurar. Üzerinde kalem oynattığı konuya ilişkin, geçtik daha önce ortaya konan teorileri, araştırma sonuçlarını bile dikkate almaz. Diyelim mesele Coşkun'un kadim konusu kadınların türban takmasıysa, o bütün yazılarını 'başın zorla kapatılması' üzerine kurar, bunun dışındaki bütün verilere, araştırmalara gözlerini kapar. Bir Bekir Coşkun varsayımı dünyanın bütün araştırmalarından daha güvenilirdir!

Alın mesela içinde 'Özgür kadın temizdir. Öyle kirli çorapları, kokan ayakları, tıraşsız yüzü, gülyağından parfümü olan erkeği sokmaz yatağına' türünden inciler barındıran 'Özgür kadın' başlıklı yazısını… Yazara bakılırsa, bu kadın türü hiç dayak yemezmiş. Bilmiyorum, sadece kendi gazetesinde kaç 'modern kadınlar da dayak yiyor' yazısı yayımlandı. Ama dediğim gibi, bunların, Bekir Coşkun'un varsayımlarının yanında hiçbir değeri yoktur.”

 

Yargı kararında da aynı ‘teknik…’

 

Bir köşe yazısında bile tahammülfersâ duygular uyandıran ‘kendi varsayımını delil sayıp, onun üzerine büyük fikirler kurma tekniği’nin yargı tarafından da kullanıldığını ve üstelik onun üzerine hüküm kurulduğunu düşünün… Ahmet ve Mehmet Altan ile Nazlı Ilıcak işte bu teknikle yargılanarak müebbet hapis cezasına çarptırıldılar.

İstinaf mahkemesi geçtiğimiz hafta, daha önce verilen cezayı onayladı, şimdi sırada Yargıtay aşaması var. Yargıtay ya aynı tekniği kullanarak cezayı onaylayacak ya da ‘varsayımdan delil olmaz’ deyip hükmü bozacak.

Abarttığımı düşünmeyin, durum gerçekten böyle… Gelin gözaltı, soruşturma ve kovuşturma (dava) süreçlerini birlikte izleyerek durumun gerçekten de böyle olduğunu birlikte görelim…

 

Darbeden bir gece önceki televizyon programı

 

Ahmet Altan ve kardeşi Mehmet Altan 10 Eylül 2016’da gözaltına alındı (Temmuz ayında gözaltına alınan Nazlı Ilıcak da bir süre sonra soruşturmaya dahil edildi).

Anadolu Ajansı, Ahmet ve Mehmet Altan'ın, 15 Temmuz 2015’teki darbe girişiminden bir gün önce Can Erzincan televizyonunda kullandıkları ifadeler nedeniyle gözaltına alındıklarını duyurdu.

Nazlı Ilıcak ve Mehmet Altan’ın birlikte sundukları programa konuk olarak katılan Ahmet Altan’ın üzerinde durduğu konu başlıklarından biri de, aynı gün Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren “Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu İle Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun” oldu. Kanun, terörle mücadelede Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) yetki alanını genişletmekle kalmıyor, askerlerin terörle mücadele ederken işledikleri suçlarda “yakalama, gözaltı ve tutuklama tedbirlerine başvurulamayacağını” hükme bağlıyordu; ta ki soruşturma izni verilene kadar…

Ahmet Altan, programda bu gelişmeyi, askerî darbeye zemin hazırladığı gerekçesiyle yıllar boyunca yoğun eleştirilere tâbi tutulan ve nihayet 2010’da Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) hükümetince yürürlükten kaldırılan Emniyet-Asayiş Yardımlaşma Protokolü’ne (EMASYA) dönüş olarak nitelemiş ve şöyle devam etmişti:

“Türkiye’de gerçekleşmiş askerî darbelerin önünü açan gelişmeler her ne ise, Erdoğan bugün aynı kararları vererek o yolları teker teker açıyor. Yani şehirlerin yönetiminde mesela generallere sivillerden öncelik tanıyan bir yasa çıkarttı. İsterse yani general şehri yönetecek. Bu EMASYA denilen planı bir daha canlandırdı. Ayrıca sen eğer askerlerin yargılanmasını izne bağlarsan, adam darbe hazırlığını çok daha rahat yapar.”

 

Gözaltı ve çok ilginç savcılık yazısı

 

10 Eylül 2016’daki gözaltı kararıyla ilgili savcılık yazısındaki en kritik cümle, dava sonundaki ‘müebbet’ hükmünün kurulmasının temelini teşkil ediyordu. Yazıda, Ahmet ve Mehmet Altan’ın, bir gün sonra gerçekleşecek olan darbe girişimini, “terör örgütüyle fikir ve eylem birlikteliği içinde olmadan bilmelerinin mümkün olmayacağı” belirtiliyor, buradan da,  “şüphelilerin, darbe girişiminde bulunan bir kısım terör örgütü mensubu askerlerle iştirak halinde atılı suçu işledikleri” iddialarına yer veriliyordu.

Dikkat edelim: Savcı, şüphelilerin atılı suçu ‘darbeci askerlerle iştirak halinde’ işledikleri iddiasını, bir gün sonraki darbeyi bildikleri ‘hakikatine’ dayandırıyor…

Bu bir ‘hakikat’ olsaydı, yani Ahmet ve Mehmet Altan bir gün sonraki darbeyi gerçekten de biliyor olsalardı, savcının, böyle bir bilgiye “terör örgütüyle fikir ve eylem birlikteliği içinde olmadan” ulaşmalarının mümkün olmadığı argümanı ciddiye alınıp tartışılabilirdi.

Fakat ortada böyle bir ‘hakikat’ yok. Savcı, Ahmet ve Mehmet Altan’ın iktidara yönelik ‘Böyle yapmaya devam ederseniz, bir askeri darbeyi davet edersiniz’ yollu uyarılarından yola çıkarak, bir gün sonraki darbeyi ‘bildikleri’ varsayımında bulunuyor ve bu varsayımı delil olarak kullanarak, fiilî darbecilik suçundan müebbet talep ediyor!

 

‘Tek kelimeyle korkunç’

 

Karar gazetesi yazarı Hakan Albayrak, ilk derece mahkemesinin 16 Şubat 2018 tarihli kararı üzerine yazdığı “Ağırlaştırılmış müebbet hapis” başlıklı yazısında (22 Şubat 2018), sanıkların darbeyi bildikleri argümanının kofluğuna dair tespitlerini sıraladıktan sonra şöyle demişti:

“Savcı ve hakim yine de sanıkların ‘darbe girişimini önceden bildikleri ve darbe girişimine zemin hazırlayan söylem ve propagandalarda bulundukları’ hissine kapılmış olabilir, bunu onlara yakıştırmış olabilir. İyi de, ağırlaştırılmış müebbet hapisten bahsediyoruz, sadece bir his veya yakıştırma üzerine verilecek ceza mı bu?… Tashihe fena halde muhtaç bir mahkeme kararı var ortada.”

Geçtiğimiz hafta davayı karara bağlayan istinaf mahkemesi, Albayrak’ın beklediği “tashih”i yapmadı… O da, “sanıkların darbeyi önceden bildikleri” varsayımını ‘hakikat’ saydı, oradan ‘darbecilerle birlikte hareket etmeden bu bilgiye ulaşamazlar’ hükmüne sıçradı ve müebbeti onayladı.

Hakan Albayrak ‘tek kelimeyle korkunç’ diye yazdı bu karar için. Bence de öyle ve şimdi sıra Yargıtay aşamasında… Umalım, mantıksal kurgusu yerlerde sürünen bu karar Yargıtay’dan döner.

 

Bu kararlar iktidara ne yapıyor?

 

Ahmet ve Mehmet Altan gözaltına alındıklarında kaleme aldığım “’Subliminal darbe mesajı’na ve başka tuhaf şeylere dair ‘faydacı’ bir yazı” başlıklı yazımın (Serbestiyet, 12 Eylül 2016) girişi şöyleydi:

“FETÖ soruşturmalarındaki bazı uygulamalarla ilgili olarak uluslararası demokratik standartları ve normları temel alan bir eleştirinin yetersiz ve faydasız kaldığı duygusunu taşıyorum. O nedenle bu defa, söz konusu pratiği, Ahmet ve Mehmet Altan’ın gözaltına alınması ve başka tuhaf örnekler üzerinden iktidara ‘faydası-zararı’ açısından ele almak istiyorum.”

O yazı dava henüz iddianame aşamasında iken yazılmıştı, ardından iki mahkeme kararı geldi ve ikisinden de ‘ağırlaştırılmış müebbet’ çıktı…

O kararlardan sonra aklıma bir kez daha, iktidarı  pragmatik gerekçelerle uyarmak belki işe yarar diye kaleme aldığım ve yukarıda aktardığım paragraf geldi…

Ne var ki, iktidar bu ve benzer uyarılara hiçbir şekilde kulak asmadı, tam tersine yargıdan çıkan bu türden kararları tümüyle sahiplendi. Dolayısıyla, sular durulup da bu kararlara yeniden baktıklarında iktidar sorumluluğu taşıyanların ve iktidar medyasının “böyle şeyler nasıl olmuş” diye hayret etmeye hakları olmayacak. Ne de “Yargıdaki bazı kesimler iktidarı zor durumda bırakmak için provokatif kararlar vermişler, yargısal tuzaklar kurmuşlar” özrünün bir inandırıcılığı olacak…

 

 

 

- Advertisment -