Diyarbakır Siyasal ve Sosyal Araştırmalar Enstitüsü (DİSA), 2020 yılında Friedrich-Ebert-Stiftung (FES) Türkiye Temsilciliği’nin desteğiyle ve Cuma Çiçek’in koordinatörlüğünde, “Çatışma Çözümü ve Barış İnşası: Dünya Deneyimleri Serisi” başlıklı bir proje başlattı. Geçen hafta sonu, projenin son üç raporu (Kamboçya, Sudan ve Güney Afrika), çok sayıda sivil toplum kuruluşu temsilcisinin katıldığı bir toplantıda tanıtıldı ve tartışmaya sunuldu.
Proje çerçevesinde bugüne kadar 11 ülkedeki çatışmalar ve çözüm süreçleri incelendi. (Nepal, Sri Lanka, Guatemala, Kolombiya, Meksika, Ruanda, Kamboçya, Sudan, Güney Afrika, Filipinler ve Endonezya raporlarını buradan temin edebilirsiniz.) İki yıldır süren bu projenin başlıca üç gayesi var:
İlkin, bu proje, çatışma çözümü alanına ilgi duyan sivil ve siyasi aktörlerin, dünyanın farklı coğrafyalarında ve farklı zamanlarda meydana gelen vakalara dair bilgilere ulaşımına yardımcı olmayı hedefliyor.
İkincisi, bu alanda nitelikli akademik çalışmaların yapılmasını teşvik etmeyi ve genç araştırmacıları desteklemeyi arzuluyor. Nitekim proje kapsamında yazılan raporların tamamı, genç araştırmacıların imzasını taşıyor.
Ve üçüncüsü de, dünya tecrübelerinden hareketle Kürt meselesinin demokratik çözümü üzerinde derinlikli düşünmeye kapı aralamayı amaçlıyor. DİSA, esasında, birbirinden oldukça farklı bütün bu deneyimlerden çıkarılacak derslerle siyasi bir çözümün imkân ve araçları üzerinde konuşmaya ve barış için gerekli olan entelektüel sermayenin artırılmasına katkıda bulunmaya çaba harcıyor.
Sihirli reçete
Elbette her çatışma biriciktir, her çatışma kendine özgüdür ve her çatışmaya uygulanabilecek sihirli bir reçete yoktur. Lakin bu; dinamikleri ve aktörleri birbirinden çok uzak olsa da, her bir çatışmadan bir diğeri için öğrenebileceğimiz hususların var olduğunu bize unutturmamalıdır. Çünkü hem çatışmalar benzer sebeplerden kaynaklanır hem de çözümlere benzer istemlerin karşılanmasıyla varılır.
Evvela, çatışmalara bakalım. Zamanı ve mekânı farklı olsa da, siyasal nitelikli çatışmaların altlarında genellikle benzer rahatsızlıklar bulunur. Ya çoğunluğu oluşturan kimlik eşitliği kabul etmeyerek azınlıkta kalanların hak ve hukukunu çiğnemiştir. Ya da -ister çoğunluk ister azınlık olsun- iktidarı elinde tutanlar diğerleri ile güç paylaşmayı kabul etmemiş; ötekilerin iktisadi, siyasi ve hukuki haklarını yok saymışlardır. Ret, inkâr ve/veya imha politikalarına yönelmişlerdir. Zamanla bu dışlayıcı ve ayrımcı politikalar da bir dirençle karşılaşmış ve çatışmayı doğurmuşlardır.
Çözüm süreçlerine gelince; onlar da -çatışmalar gibi- benzer temaların etrafında dönerler. Dünyanın hemen her yerinde üç aşağı beş yukarı birbirine yakın taleplerle masaya oturulur. Bunlar da çoğunlukla gücün dağıtılması, hakların tanınması ve koruyucu mekanizmaların geliştirilmesi, kaynakların paylaşılması ve idari yapının yeniden tanzim edilmesi gibi taleplerdir. Çözüm, tarafların bu mevzularda asgari bir mutabakata varmasına bağlıdır.
Barış ve dayanışmayı savunan kültürel değerler
Hülasa, niyet halis olursa, çatışmalardan da çözüm süreçlerinden de çok şey öğrenilebilir. Misal, Kamboçya’da çatışmanın -ulusal olduğu kadar- bölgesel ve küresel aktörlerin de dâhil olduğu bir karakter taşıması, dikkatli gözlerle bakıldığında, Kürt meselesi de için de çok şey anlatır. Ya da Kamboçya Belgeleme Merkezi’nin gayretleri, sivil toplum kuruluşlarının en zor koşullarda dahi barış için yapabileceklerinin olduğunu göstermesi bakımından, dünyanın her yerindeki STK’lar için çok değerli bir ders içerir.
Sudan’da Araplaştırma ve İslamlaştırma siyasetinin Türkiye’deki Kürtlere yönelik asimilasyonist politikaları hatıra getirmemesi düşünülemez. Keza barış görüşmelerinin otoriter bir rejimle sürdürülmesi ve görüşmelerde arabulucuların müspet bir rol oynamaları, Türkiye’de hem muhalefet hem de iktidar çevrelerinin sarıldıkları (“Demokrasi olmadan barış olmaz” ve “Kimseyi iç işimize karıştırmayız”) bazı ezberlerini gözden geçirmelerini gerekli kılar.
Güney Afrika’da Mandela’nın süreci yönetme tarzı, bilgelikle hareket eden güçlü liderliğin barış için büyük bir fırsat yarattığına delalet eder. Keza insanların birbirine bağlılığını ifade eder Ubuntu felsefesi, bir barış sürecinin geniş kitleler nezdinde kabul görmesinde dayanışmayı ve beraberliği öne çıkaran kültürel kodların ne denli kıymetli olduğunu gösterir. Her toplumda bu tür değerler vardır ve dolayısıyla barışı toplumsallaştırmak adına her yerde bu tür değerlere müracaat edilebilir.
Barış inşa edilir
İki nokta her daim akılda tutulmalıdır: Biri, belli bir tarihsel arka planı olan ve belli bir toplumsal tabana oturan her çatışmanın, ancak siyasi araçlarla istikrarlı bir çözüme kavuşturulabileceğidir. Kırıp dökmekle, vurup geçmekle belki kısmi zaferler ya da kısa süreli sükûnetler sağlanabilir, ancak bunun ömrü uzun olmaz. Karşılanmayan talepler, tahakkümle kıstırılan sesler bir müddet sonra tekrar yükselmeye başlar.
Diğeri ise, barışın, hazır bulunmadığı, inşa edildiğidir. Çünkü bir çatışmayı sonuçlandırmayı hedefleyen her çaba bir “süreç” içinde olgunlaşır. Zorlu günlerin yarattığı karşılıklı güvensizlik ve endişeleri dağıtmak, toplumsal bölünmüşlükleri aşmak kolay değildir; uzun süren çatışmaların alevi hemen sönmez. Savaşçı bir iklimin etkisini kırmak için; işlevsel ve kuvvetli müzakere yapılarına, sabırlı bir tavra ve sert rüzgârlara direnç gösterebilecek kararlı ve güçlü bir siyasi liderliğe ihtiyaç duyulur.
Ezcümle, barışın inşası uzun soluklu bir mücadeledir; o nedenle barışı dillendirmekten, aramaktan ve yeniden denemekten imtina etmemek gerekir.
Perspektif, 25 Kasım 2022