Kaosçu bilim insanlarının en ışıltılısı, muhtemelen, Mandelbrot idi. Anlatmayı pek sevdiği rivayet edilen bir fıkra vardır. Çiftçinin biri, her gün çiftliğine giderken önünden geçtiği üniversite kampusunun yine önünden geçerken, “yahu yaptığım iş için neden bilimin desteğini alıp verimi artırmıyorum ki” diye düşünmüş, direksiyonu kampusa kırmış. Aranırken kendisini bir profesörün ofisinde bulmuş, derdini anlatmış. Profesör biraz süre istemiş çiftçiden ve bir hafta sonra yine gelmesini istemiş. Bir hafta sonra çiftçi odasına geldiğinde, mesele hakkında kafa yormuş olmanın özgüveniyle odasındaki karatahtanın önüne geçmiş, tebeşiri eline almış, bir çember çizmiş, “küre şeklinde bir inek varsayalım” diye başlamış.
Küçük yaşta bilim insanı olmak üzere devşirilmiş biri olarak bilime saygım sonsuz. Bilimin işe küre şeklinde bir inek varsayarak başlamasına da bir itirazım yok, bilimsel sürece yabancı bir hal olarak görmüyorum. Ama Mandelbrot’un fıkrayı neden şehvetle anlattığını da anlayabiliyorum. Küre şeklinde bir inek varsayarak işe başlamak başka, ineklerin küre şeklinde olduğunu kabul etmek başka, ineklere küre şeklinde olmadıkları için içerlemek —onları küre şeklinde olmadıkları için suçlamak— başka, teori işe yarasın diye inekleri küre şekline sokmaya kalkmak —küreden taşan yerlerini kesip biçmeye teşebbüs etmek— başka.
Mesela ekonomik insan —homo economicus— küre şeklinde bir insandı. Kendilerinin kendi tarif ettikleri insanlar gibi davran(a)madığını bilen sayısız insan, insanların iktisadi arenada kusursuz bilgi sahibi ve müthiş işlem kapasitesine sahip makineler gibi davrandığı varsayımı üzerine ciltler dolusu kitaplar yazdılar. Saatlerce bilgiççe dersler verdiler. Ödüller aldılar. Mesele küre şeklinde bir insan varsayıp işe başlamakla kalmadı yani, o manasız varsayımın üzerine müthiş bir manasızlık anıtı dikildi. Onlarca yıl boyunca… Bildiğim kadarıyla, ancak doksanların başlarında “yahu insan öyle bir varlık değil” diyenlerin sesleri, bu manasız kakafoninin arasından çıkıp, işitilir oldu. Şimdilerde ödülleri insanın “aslında” nasıl bir varlık olduğunu anlamaya çalışanlar topluyor.
Ben yönetim dersleri alırken, her kitapta birbirini andıran, dikdörtgenlerden mamul örgüt şemaları bombardımanına maruz kalmıştım. Küre şeklinde örgütler varsayılmıştı yani. “Örgütler aslında nasıl işliyorlar” denmeden ciltler doldurulmuş, saatler boyu konuşulmuştu. Dolduruluyor ve konuşuluyordu. Örgütler hakkında, yönetim hakkında “o iş öyle değil” diyenler pek seyrektiler ve sesleri pek duyulmuyordu. Yine bildiğim kadarıyla ancak doksanların başlarından itibaren Toplam Kalite kavramı, öğrenen örgütler ve saire gündemde kendilerine yer bulabilmeye başladı.
Biz gençken tarih, falanca padişahın, filanca kralın faaliyetleri olarak tartışılıyor, konuşuluyordu. Hakkını yememek lazım, Marks sınıfları hikâyeye sokmuştu ama o sınıflar da küre şeklindeydiler. Mesela çok daha yenilerde, yanlış hatırlamıyorsam on yıl kadar önce, memleketimin Marksist münevverlerinden ikisi radyoda konuşuyorlar ve Zückerberg’in çalışanlarının emekçi oldukları üzerinden akıllar yürütüyorlardı. Hani kattıkları değerden daha düşük ücretle çalıştırılıyorlarmış da, sömürülüyorlarmış gibilerden… Antropolojide mesela Mead gibilerin küre şeklindeki yaban kültür kavrayışıyla büyümüştük. Tarih yazımı, sosyoloji, antropoloji, en azından doksanların başından itibaren olağanüstü değişti, renklendi, zenginleşti.
Diğer her şeyin en başında belki de, elektronun bile küre şeklinde olmadığının idraki yatıyordu. Seksenlerin başlarında Naisbitt mega trendlerden biri olarak “dünya kavrayışımızın yaslandığı zeminin fizikten biyolojiye kayacağını” iddia ettiğinde yadırgadığımı hatırlıyorum. Ama son derece haklı çıktı, insanları, kültürleri, toplumları, tarihi, iktisadı makine lügatinden metaforlarla anlamaya çalışmaktan çıktık, elektronu bile evrim terimleriyle tarif etmeye başladık. Her şey akışkanlaştı, her şey diğer şeylerle ilişkileri üzerinden mana kazanmaya başladı.
Gördüğüm kadarıyla bütün bu süreçten yakasını kurtarabilmiş biricik sektör var: Siyaset. Küre şeklinde seçmenler var, ya muhafazakârlar mesela veya sosyalist, veya liberal, filan. Ceplerine giren paraya bakıyor, kime oy veremeyeceklerine, kime vereceklerine karar veriyorlar. Küre şeklinde sosyal kesimler var, muhafazakâr iseler mesela, aileye bakışları şöyle, yabancılarla ilişkileri böyle, sokak hayvanları hakkında şunu düşünüyor, LGBTİ+ hakkında şöyle tutum alıyorlar. Dün nasıl idilerse, şimdi de her konuda aynı yerdeler. Küre şeklinde tasarlanmış ve sahiden de küre gibi davranan siyasi partiler var, siyaseti onlar yapacaklar. Onların yapıp ettiklerine siyaset diyeceğiz yani. Bahçeli çıkacak Salı günü kürsüye, yakası açılmadık küfürleri edecek, incir çekirdeğini doldurmayacak zırvaları manzum tarzda kusacak… Toplumun şu kadar şehirleşmiş olduğunu, yirmi yılda piyasaya şu kadar diploma sürülmüş olduğunu değil de, Bahçeli’nin ipe sapa gelmez laflarını ciddiye alacağız. Onları konuşacağız. Biz onları konuştukça Bahçeli’nin lafları her hafta biraz daha saçmalaşıp şirretleşecek.
Son yıllarda giderek yaygınlaşan “toplum siyasetin çok önünde” geyiği var ya, esasen mesele siyaset diye kodlanan uzmanlık alanının, dünyanın bütün sektörlerinde yaşanan değişimin tamamen dışında, kırk yıl, altmış yıl, yüz yıl önceki yapısında, muhtevasında kalmış olmasından kaynaklanıyor. Ekonomide, tarih yazımında, yönetim teorilerinde, fizikte ve sairede bir biçimde terk edilmiş olan küre şeklindeki unsurlar varsayımının siyasette mevcudiyetini sürdürmesinden kaynaklanıyor. Ve mesele Türkiye ile sınırlı değil, dünyanın her yerindeki siyasetçiler için geçerli. Sadece siyasetçiler için de değil, siyasetle ilgili medya başta olmak üzere siyaset sektörünün bütün yan/alt sektörleri için de durum aynı.
Söylemek gerekmiyor olsa gerek ama ben yine de söyleyeyim, muhtemelen üniversitelerde okutulan ders kitaplarında örgütler hâlâ yan yana, alt alta sıralanmış dikdörtgenler hainde anlatılıyor. Hâlâ ekonomiye giriş kitaplarında homo economicuslar oradan oraya koşuşturup, ince hesaplar yapıp, paralarının ne kadarıyla ne alacaklarına, ne kadar tasarruf edeceklerine filan karar veriyorlar. İşaret etmeye çalıştığım hadise, artık Yönetim Kongrelerinde bambaşka şeyler söylemek, ekonomi ödüllerini insanı anlamak için yapılan çalışmalarla kazanmak mümkün olmaya başladı. Mühimdir ve kâfidir. Artık hemen herkes biliyor ki, küre şeklindeki bir homo economicus bir başlangıç varsayımıdır, nihai tespitimiz değil.
Yıllar önce AKP’nin fındık politikası, geliri fındığa endeksli olanları fena halde vurdu. Hemen akabinde seçim vardı ve CHP’nin bölge siyasetçilerinden biri, “faturasını ödeyeceksiniz” diye kükredi. Sandıklar açıldı ve AKP eski rekorlarını da aşıp bölgeyi süpürdü. Malum politikacımız çıkıp, “ulan ne biçim insanlarsınız siz” diye Giresunlulara atarlandı. “Yahu ben yanlış bir sebep-sonuç ilişkisi kurmuşum” demedi yani.
Zannetmeyin ki işbu misal sadece o olayla sınırlı, zannetmeyin ki sadece CHP’lilere has, zannetmeyin ki sadece Türkiye’de oluyor. Demem o ki, mesele küre şeklinde bir seçmen varsaymaktan ibaret olsa dert etmeyebilirdik, siyasetle ilgilenen kaç kişi ki, öderiz maaşlarını, işimize bakarız. Mesele, seçmenin küre şeklinde olmadığı gerçeğine tosladıklarında, işbu zevatın, kendi bilgilerini, kavrayışlarını güncellemek yerine seçmene sitem edebilecek makamları işgal etmelerinden kaynaklanıyor. “Neden küre şeklinde değilsiniz lan” diye üstümüze yürüyorlar. Ellerindeki imkânları, bizi küre şekline sokmak için seferber ediyorlar.
İtiraf edin, siz de memleketin hallerini yanlış partilere oy verenlerden biliyorsunuz. Yanlış partiler? Yani sizin tercihiniz olmayan partiler. Halbuki memleketin halleri oy verenlerden kaynaklanmıyor, oy isteyenlerin, oy alanların yetersizliğinden kaynaklanıyor. Görünür gelecekte kendilerini, kavrayışlarını gözden geçirmeye niyetli de görünmüyorlar.
Yine de herkese mutlu yıllar.