1954 yılında ulusdevlet döneminin ilk özel büyük sermaye girişimi, Yapı Kredi Bankası bir resim yarışması düzenliyor. Yarışmayı Şakir Paşa’nın kızı, Büyükadalı Aliye Berger (1903-1974) kazanıyor.
Jüride Herbert Reed, Lionello Venturi, Paul Fierens gibi dünyaca tanınmış sanat tarihçileri, eleştirmenler, yazarlar var.
Ancak jürinin seçtiği kişi, yani yarışmayı kazanan Berger bildiğimiz diplomalı ressamlardan değil. Birçok uğraşı aynı anda hayatına sığdıran, köşesinde oturmayan elit bir kadın kişi… Aslına bakarsanız, bütün kardeşleri de ne tuhaftır, aynı şekilde.
Zamanın sanatla ilgili kaynaklarına bakarsanız, Aliye Berger’in özel bir bankanın düzenlediği bir yarışmayı kazanmasının muazzam bir tepki yarattığını, Akademinin ayağa kalktığını görürsünüz.
O sırada “Akademi” demek imtiyazlı seçkinler, ataerkil ilişkilerin hakimiyeti ve milli ideolojinin yeniden üretimi demek. Bu imtiyaz sahibi erkek kişilerin hâkim olduğu dünyada, hiçbir yerde bir çivi dahi çakılamıyor. Kadın kişiler ise kimi zaman, kimi yerde ancak erkeklere “asistanlık” yapabiliyor.
İşte kıyamet bu yüzden kopuyor. Şehrin sanat çevrelerinde bir “deprem” yaşanıyor.
“Ressam” deniyor kendisine, ancak Berger meslekten, bilinen bir “ressam” değil. Meslekten olmadığı gibi hobi niyetine sanatla ilgilenen bir kişi de değil. Kanonları, yerleşik kalıpları sorgulayan, değişik malzemeler kullanarak heykel ya da resim sınıfına girmeyen işler yapan, yapıtlarında öznelliğini sergileyen bir sanatçı. Dönemin ruhuna uygun bir şekilde grafik tasarımlar, baskı, kazıma ve çoğaltmaya dönük teknikler kullanarak işler yapıyor, bildik malzemeleri kullanarak, dönüştürerek sanat objeleri tasarlıyor.
Berger diplomalı bir “ressam” değilse de güncel sanat hareketleriyle haşır neşir bir kişi. 1935’ten 1939’a kadar Berlin ve Paris’te kardeşi Fahrünnisa Zeyd ile birlikte döneminin sanat hareketlerini izliyor. 1947’de 23 yıldır birlikte olduğu Karl Berger’le evlenen Aliye Berger, altı ay sonra eşini kaybedince Londra’ya giderek John Buckland Wright’ın atölyesinde heykel ve gravür çalışıyor. 1951’de 150 gravür ile İstanbul’a dönerek ilk kişisel sergisini açıyor.
Sanatçı 1948 yılında kurulan Birleşmiş Milletler Eğitim ve Kültür Örgütü UNESCO tarafından tanınan Uluslararası Sanat Eleştirmenleri Derneği’nin (AICA) 1954 yılında İstanbul’da toplanan kongresi nedeniyle Yapı Kredi Bankası’nın düzenlediği “İş ve İstihsal” konulu yarışmada “Güneşin Doğuşu” adlı ilk yağlı boya çalışmasıyla birincilik ödülü kazanıyor. Ertesi yıl 2. Tahran Bienali’nde de ikincilik ödülünü alıyor.
https://tr.wikipedia.org/wiki/Aliye_Berger
Bu olay hiç şüphesiz bir kırılma noktası, ülkede ve sanat alanında.
Bu nedenle bu “beklenmedik olay”a zannedersem bir parça da perde arkasından bakmak gerekiyor. Çünkü sanat alanındaki bu büyük kriz zannedersem bazı başka şeyler, siyasal ve iktisadi dönüşümler hakkında da bilgi verebiliyor.
1944 yılında kurulan Yapı Kredi Bankası ulusdevlet döneminin ilk büyük sermaye girişimi, ilk özel sektör bankası. İmparatorluğun ya da şehrin 19. yüzyıldaki modernleşme döneminin sermaye kuruluşları ya millileştirilmiş ya da kapatılmış bulunuyor. Bankanın kurucusu Kazım Taşkent sanıldığı gibi bir sermayedar değil. Almanya’da kimya yüksek mühendisi diploması almış -o sırada Alman teknolojisi ve mühendisleri ile gerçekleştirilen- Şeker Fabrikaları’nın kuruluşunda rol alan başarılı bir teknokrat. Sonrasında da yeni dönemin ruhuna uygun olarak İstanbul sermayesini harekete geçiren bir girişimci. Taşkent, hiç şüphesiz 2. Dünya Savaşı sonrası oluşan uluslararası konjonktürü ve liberalleşme ortamının dinamiklerini ustalıkla kavrayan bir kişi. DP milletvekili olarak kısa süren bir siyaset deneyimi de oluyor.
Banka mimarlık ve sanat alanına verdiği desteklerle, çıkardığı yayınlarla, düzenlediği etkinliklerle ülkede adeta yeni bir siyasal dönemin kapısını aralıyor. Sanat alanındaki bu liberalleşme dönemi bir bakıma İstanbul sermayesinin de yeniden şahlanışına işaret ediyor. Aynı zamanda da Ankara’nın şehir ekonomisi, kültür ve sanat üzerindeki patronajının kırılmasına.
Banka bu tarihten sonra birçok sanatçıya iş veriyor. İstanbul sermayesinin bu yeniden şahlanışı ister istemez şehir elitinin dünyasına ve Akademi’ye yansıyor.
Bu öncü girişim diğer özel sermaye kuruluşlarının da aynı yolu izlemesine yol açıyor. Bu özel banka çıkardığı haftalık dergilerle, çocuk etkinlikleriyle, sanat yayınlarıyla adeta orta sınıfların gündelik hayatının dönüşümünde başat rol oynuyor.
Tifdruk Matbaacılık, Doğan Kardeş, Binbirdirek Matbaacılık gibi yayıncılık alanında yatırımlar yapıyor. Liberal dünyanın kitaplarını tercüme ettiriyor, eğitim kuruluşlarına destek oluyor, ansiklopediler çıkarıyor. Aynı zamanda dışlanan muhalifler de dahil, şehrin entelektüel hayatında rol alan kişilere kol kanat geriyor.
O tarihlerde devlet ve ülkenin siyasal eliti de tercihini yapıyor. Türkiye NATO’ya üye oluyor. Bu girişimler de yalnızca “Nazizm-sonrası” bir dünyanın değil, aynı zamanda deyim yerindeyse “Stalinizm-dışı” bir dünyanın da kuruluşuna tanıklık ediyor.
Berger’in sıradışı ve bağımsız bir kadın sanatçı olarak bu ödülü alması, zannedersem o tarihte yaşanan bu kırılmanın bir işareti.
Buna karşılık günümüzde sanat, tasarım ya da genelde varlığını ispat etmeye çalışan “bağımsız” fikir üretimi sermayenin hayırseverlik alanına izole edilmiş durumda. Bu oksimoron bir durum, çünkü artık büyük sermaye ile iktidar yapıları arasındaki sınırlar çizilmiş durumda. Aralarındaki gizli mutabakat ise herkesin kendi alanını bilmesi ve sınırların dışına çıkmaması. Dolayısı ile günümüzde büyük sermayenin sanat kuruluşları artık muhalif sanatçıları pamuklar içine sararak kendi yapıları içine alabiliyor, sergiler, etkinlikler düzenleyebiliyor. Böylece modernlik, güncel sanat gibi meseleler sınıfsal perspektiflerini kaybediyor. Bir stil, yaşama biçimi meselesine indirgeniyor. Hatta zengin elitin bir uğraşı biçimine kavuşarak, çarpıtılan bir görüntü halini alıyor. Böylece sekülerleşmemiş entelektüel alan (ya da “kendi değerlerimizi” temsil eden, milli olan) ise siyasal iktidarlara kalıyor. Büyük sermaye müzeleri de ayrıca bu çarpıtılmış görüntüyü kendi içlerine taşıyarak, hat ya da çini sanatları, Osmanlı sanat eserleri gibi kalıcı koleksiyonlar kurmuş durumdalar. Bu gizli anlaşmanın diğer tarafında, siyasal iktidarların da kimi zaman sanatçıları kendi düzenledikleri etkinliklere katarak, bu oyundan keyif aldıklarını söylemek mümkün. Güncel sanat, kültür günümüzde ehlileştirilmiş durumda. 1954’teki gibi bir “kıyamet” kopmuyor.
Buna karşılık şehrin kamusal alanları bağımsız yapılardan, kişilerden özenle yalıtılmış durumda. Kamusal alanlar imtiyazlı piyasa aktörlerinin ve iktidar gücünü kullanan yapıların tahakkümü altında. Kimi zaman bu yapılar arasında yaşanan gerilimler de bu çarpıtılmış görüntüyü sarsmak yerine pekiştiriyor. Çünkü tahakküm sanata, mimarlığa, yaratıcı düşünceye karşı değil. Güç ve imtiyaz sahipleri tarafından temsil edildiği izlenimi verilen ve basmakalıp fikirlere hapsedilmeye çalışılan kitlelere yönelik.
Kurmacalığın, entelektüel dünyanın bu şekilde güç sahipleri tarafından ele geçirilmesi, yaratıcı sınıfların kamusallık kisvesi kazandırılmış özel alanlarda kendisini kutsaması mutenalaştırıcı şiddetin ana kaynağı.
Doğumunun 120. yılında tekrar soralım:
Sıradışı ve bağımsız bir kadın sanatçı kişilik olarak Şakir Paşa’nın kızı Büyükadalı Aliye Berger’in 1954 yılındaki yarışmayı kazanması neyin muştulayıcısıydı?
Nazizm-sonrası kurulmakta olan yeni bir dünyanın? “Soğuk Savaş” döneminde kurulmakta olan Stalinizm-dışı yeni bir dünyanın? Ya da felaketlerle açılmış olan yarığı, sanatı filantropi (hayırseverlik) alanına izole ederek kapatmaya, paranteze almaya çalışan yeni bir dünyanın?
* Aliye Berger 1903 yılında Büyükada’da dünyaya geldi. Gene burada, 1974 yılında hayatını kaybetti. Eserlerinde zımpara kağıdı, kasap kağıdı ve tülbenti malzeme olarak kullanan sanatçı günlük yaşamın kalıplarını, İstanbul’un çeşitli köşelerini bazen gerçekçi, kimi zaman da fantastik biçimde, özgün bir lirizm ve dışavurumculukla yansıttı. Yaşamı boyunca dünyanın çeşitli kentlerinde on iki özel sergi açtı, kırk sekiz karma sergiye katıldı. 9 Ağustos 1974’te Büyükada’da hayatını kaybetti. Ölümünden sonra 1975 yılında yapıtları İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’nde sergilendi. 1988 yılında bir sergi de Yapı Kredi Bankası tarafından düzenlendi. Berger’in İstanbul Resim ve Heykel Müzesi’nde dört, Albertina Müzesi’nde de üç yapıtı yer almakta. 117. yaş gününde Google tarafından doodle yapılarak hatırlandı.
Aliye Berger’in bu fotoğrafı 19 Haziran 1929 tarihli Cumhuriyet gazetesinde yayınlandı.
Aliye Berger’in Büyükada Mezarlığı’nda yer alan mezarı, Büyükada, İstanbul.