Cumhurbaşkanı Erdoğan AK Parti Meclis Grup Toplantısı’nda, İsrail’in Gazze’de gerçekleştirdiği katliama karşı, 7 Ekim’den beri izlediği siyasetten belirgin bir şekilde ayrıldı. Gazze’de insanlık dramının başladığı günden bu yana dengeli bir siyasi çizgide ilerlemeye çalışıyordu Erdoğan, ama bu toplantıda temkini bir tarafa bıraktı ve konuya sert bir biçimde daldı.
“Bir örgüt gibi davranmakla” suçladığı İsrail’i ağır bir dille eleştirdi. HAMAS’a ya da eylemine ilişkin herhangi bir tenkit yapmadı. Bunun yerine HAMAS’a sahip çıktı. “HAMAS bir terör örgütü değildir” dedi ve bir adım daha ilerleyerek HAMAS’ı “topraklarını ve vatandaşlarını korumaya çalışan bir kurtuluş ve mücahitler grubu” olarak tanımladı.
Zannımca Erdoğan’ın bu çıkışının ardında, biri içeriye diğeri dışarıya dönük, iki neden bulunuyor. Birincisi, İsrail mezalimi, toplumda büyük bir öfke yarattı. Hem iktidardaki ortağı MHP hem de muhalefetteki rakipleri, bu toplumsal öfke üzerinden Erdoğan’ı zorlayan hamlelerde bulundular.
Bahçeli, İsrail’e bir mühlet verilmesini ve bu mühletin sonunda saldırılar durdurulmazsa Türkiye’nin gereğini yapması gerektiğini söyledi. Karamollaoğlu ve Davutoğlu, doğrudan AK Parti tabanının hassasiyetlerine seslenen bir siyasi söylem oluşturdular, ısrarlı ve kararlı bir biçimde bu söylemi dillendirdiler.
Erdoğan’ın ikili oynadığını, tepkilerinin göstermelik olduğunu, İsrail’in insanlığı ayaklar altına alan saldırılarına olması gerektiği biçimde mukabele etmediğini ve Filistinlileri yalnız bıraktığını söylediler. “One Minute” hatırlattılar, bir zamanlar İsrail’e rest çeken Erdoğan’ın yerinde yeller estiğini vurguladılar.
Muhafazakâr-dindar kesimde belli bir karşılığı olan bu söylem, Erdoğan ve partisi üzerinde bir basınç yaratı, onları köşeye sıkıştırdı. Dolayısıyla Erdoğan’ın HAMAS’ın 7 Ekim’deki eylemine herhangi bir şerh düşmeyen ve dahası bütün Filistin meselesini HAMAS ile özdeşleştiren ifadelerini, bu basıncı azaltma ve bu sıkışmışlık halinden kurtulma çabası olarak okumak mümkün.
Arabuluculuğa yakılmayan yeşil ışık
İkincisi, Erdoğan ilk günden itibaren çatışmaların durdurulması için bir arabuluculuk ve/veya garantörlük pozisyonunu istediğini belli etti. Hemen her açıklamasında elini taşın altına koymaya, atılması gerekli her adım atmaya hazır olduğunu bildirdi. Lakin Erdoğan’ın arabulucu olmaya dair bu arzulu tavrına, muhatapları müspet bir karşılık vermediler. Ne ABD, ne Avrupa ve ne de Arap ülkelerinden, Erdoğan’ın böyle bir rol oynaması için bir yeşil ışık yakıldı.
Aksine ABD, İngiltere, Almanya ve Fransa’nın devlet başkanları, azami desteklerini göstermek adına Netanyahu’nun ayağına gittiler. İsrail’i yaptıklarında haklı gördüklerini; siyasi, iktisadi ve askeri yardımlarının giderek artacağını bildirdiler. İsrail’in arkasında yekvücut olduklarını cümle âleme gösterdiler. Hatta Macron, işi HAMAS’a karşı IŞİD’le Küresel Mücadele Koalisyonu benzeri bir koalisyonun kurulmasına kadar götürdü. Keza Erdoğan’ın arabuluculuk istemi, Körfez ve Arap dünyasından da bir yankı bulmadı.
Eğer tersi olsa, yani talip olduğu role dair bir sinyal alsaydı, muhtemelen Erdoğan mutedil dilini muhafaza ederdi. Ama çağrısı muhataplarında bir akis oluşturmayınca Erdoğan, köprüleri attı. Gerçi bu konuşmasında da barışın tesisi için her şeyi yapmaya hazır olduğunun altını bir kez daha çizdi ama ipleri kopardıktan sonra artık bunun olmayacak duaya amin demekten öte bir anlamı yok.
Erdoğan’ın HAMAS açıklaması, kızgınlıkla, duygusallıkla, kendiliğinden yapılmış bir açıklama değil; üzerinde düşünülmüş, yazıya dökülmüş, içeriye ve dışarıya dönük hedefleri olan siyasi bir atak bu. Fakat bu atağın içerde de dışarıda hedefi tutturması düşük ihtimal. Çünkü:
İçeride, evet, Filistin toplumsal duyarlılığın yüksek olduğu bir mesele; ama bu duyarlılığının HAMAS’a toptan bir kefilliği içerdiği şüpheli. Filistin’in yanında durmak ve İsrail’in zulmünü kıyasıya eleştirmek ile HAMAS’a “mücahitler grubu” gibi dini bir güzellemede bulunmak, birbirinden farklı. İlki konusunda yaygın bir toplumsal mutabakat var ama ikincisi için aynı mutabakatın olduğu söylenemez.
“Şok edici”
Dışarıda ise, iki hafta içinde bir uçtan diğer uca gitmek, Erdoğan’ın elini güçlendirmez. İç politikaya ayarlı bu radikal savrulmalar, Erdoğan’ın öngörülemezliğine, onunla uzun vadeli bir iş tutulmayacağına dair algıyı pekiştirir. HAMAS’a mutlak arka çıkmak; Türkiye’nin bu krizde yapıcı bir rol üstlenebilme olanaklarını daraltır; ne İsrail ne Batı ülkeleri Erdoğan’ın böyle bir pozisyona oturmasına razı olur.
BM Genel Sekreteri António Guterres, 15 üyeli BM Güvenlik Konseyi’ne hitap ederken çok çarpıcı bir ifade kullandı. “HAMAS saldırısının bir boşlukta gerçekleşmediğini” belirten Guterres “Filistin halkı 56 yıldır boğucu bir işgale maruz bırakılıyor. Ancak Filistin halkının sıkıntıları Hamas’ın korkunç saldırılarını haklı gösteremez. Ve bu korkunç saldırılar Filistin halkının toplu olarak cezalandırılmasını haklı gösteremez” dedi.
İsrail, bu konuşmadan çok büyük bir rahatsızlık duydu. İsrail’in BM Temsilcisi Gilad Erdan konuşmayı “şok edici” diye niteledi ve Guterres’i istifaya çağırdı. İsrail Dışişleri Bakanı Eli Cohen de artık BM Genel Sekreteri ile görüşmeyeceğini açıkladı. İsrail’in bu kadar büyük bir öfkeye kapılmasının sebebi belliydi: Genel Sekreter HAMAS’ı övmüyor ama objektifi İsrail’in işgaline, büyük suçlarına tutuyordu. İsrail yönetiminin canını acıtan, kendi büyük günahının gündeme getirilmesiydi ve BM’ Genel Sekreteri’ne bunu dünya gündemine getirdiği için isyan ediyordu.
Bana göre, ahlaken de siyaseten doğru olan tavır buydu ve bu yolda Guterres’in sesine ses katması, hem kendisi hem de Filistinliler için daha iyi olurdu.