Çözüm sürecinin bitmesinden sonra PKK, AK Partili siyasetçileri hedef almaya başladı. Geçen yıl, aralarında gençlik kolları başkanı, milletvekili adayı, ilçe başkan yardımcıları ve ilçe başkanı olan beş AKP’li siyasetçiyi öldürdü. Toplum buna büyük bir tepki gösterdi, PKK geri adım attı ve bir süre siyasetçilere silah doğrultmayı durdurdu. Ancak aradan çok geçmeden siyasi cinayetlere yeniden başladı. Diyarbakır ve Van’da iki AKP’li ilçe başkan yardımcısını daha katletti. Böylece son dönemde PKK tarafından katledilen AKP’li siyasetçi sayısı yediye çıktı.
PKK bu cinayetleri üstlendi, üstleniyor. Örgütün Avrupa’daki yayın organları da bu cinayetleri manşetlere çıkardı. Kırk yıldır değişmeyen (hain, işbirlikçi gibi) yaftalara sığınarak sivil insanların hunharca öldürülmesine methiyeler düzdüler. PKK “işbirlikçilerden hesap sorulmaya devam edileceğini” açıkladı ve yeni cinayetlerin işaretini verdi.
Bu cinayetlerin — bırakın Kürtleri — PKK’yi bile bir yere götürmeyeceği belli. Toplum girilen bu yolu lânetliyor. O halde PKK bunu neden yapıyor? Zannımca biri konjonktürel biri de tarihî olmak üzere iki sebepten söz edilebilir:
Sıkışmışlığı sansasyonla aşma
Birincisi, yani konjonktürel olanı, Türkiye’de işlerin PKK’nin istediği gibi gitmemesi. Çözüm sürecinin sona ermesinden sonra devlet, PKK’ye karşı bir “topyekûn mücadele” konseptini sahaya sürdü. Şehirlerde ve kırsal alanlarda PKK’nin askeri ve siyasi kanatlarına yönelik olarak gerçekleştirilen büyük operasyonlar PKK’yi sıkıştırdı. Sıkışmışlık iki yönlü: Bir taraftan PKK’nin eylem kapasitesi sınırlandırıldı, diğer taraftan PKK’nin kitlesel desteği düştü.
Mevcut sıkışmışlığı aşmak için PKK sansasyonel eylemlere yöneldi, yöneliyor. Hedefe konan başlıca iki grup var: Belediyelere atanan kayyumlar ve AKP’li siyasetçiler. Kayyumlar sıkı bir koruma altında. Bilhassa Derik Kaymakamı Muhammed Fatih Safitürk’e düzenlenen suikasttan sonra kayyumların etrafındaki koruma kalkanı genişletildi.
AKP’li siyasetçiler için böyle bir tedbir yok, zaten mümkün de değil. Zira AKP her ilde ve ilçede örgütlü; her yerel teşkilâtta — büyüklüğüne bağlı olarak — çok sayıda AKP’li siyasetçi var. Sıradan vatandaşlar olarak halkın içinde sıradan bir hayat sürüyorlar. Ne resmi korumaları var ne de şahsi önlemleri. Bu da onları PKK için kolay bir hedef haline getiriyor. PKK vermek istediği kanlı mesajların tesirini artırmak için kimini evinde kimini sokak ortasında yürürken katlediyor.
Kürdistan’da “zor”un rolü
İkincisi, yani tarihî olanı ise, “korku” duygusunu her daim Kürtlerin tepesinde tutma gayreti. Öteden beri PKK, Kürtlerle olan ilişkisini Makyavelist bir bakış üzerinden temellendiriyor. Amaçlarına ulaşmak bağlamında Kürtlerin kendisinden korkmasını, kendisini sevmesinden daha işlevsel görüyor. Zira bu anlayışa göre, insanlar sevdiklerini aldatabilir veya sevdiklerinden vazgeçebilir. Ama aynı insanlar korktuklarına itaat eder ve onların sözünden dışarı çıkmayı akıllarından geçirdiklerinde iki kere düşünürler.
PKK’nin Kürdistan’da “zor”a atfettiği rol açıktır: Devlet büyük bir zor uygulamış ve halkın yüreğine korku salmıştır. İktidarını sürdürmesinin altında yatan dinamik budur. O halde PKK’nin yapması gereken, kitleler üzerinde devletten daha büyük bir zor tatbik etmek ve daha fazla korku üretmek olmalıdır. Zira halk ancak devletten ziyade PKK’den korkmaya başladığında PKK’nin safına geçecek ve onun yanında duracaktır.
Zaman içerinde PKK egemenliğin salt zor ile sağlanamayacağını, dolayısıyla “rıza” üretmek gerektiğini de gördü ve bunun için çeşitli yapılar kurdu. Ama zora verdiği öncelikten ve zorun belirleyiciliği düşüncesinden vazgeçmedi. Korkuyu toplumun her katmanına yerleştirmek için özellikle atış alanı içinde tutulan dört kesim vardı: Siyasetçiler, gazeteciler, devlet memurları ve yol-inşaat işleri yapan devlet veya özel şirket çalışanları.
Hatırlanacaktır, PKK bir ara gazetelerin bölgeye girmesini engelledi. Gazetecileri dağa kaldırdı. Devlet memurlarını katletti. Alt yapı hizmeti yapan devlet kurumlarındaki ve özel şirketlerdeki çalışanları hedef aldı. Siyasi faaliyetleri yasakladı.
Hepsindeki gaye; PKK’nin gücünü kırabilecek, iktidarını sarsabilecek ve toplumda farklı bir çekim merkezi olabilecek herhangi bir yapıya tahammül diye bir şey olmadığını göstermekti. Herkes aklını başını almalı ve gereken dersleri çıkarmalıydı. Bugünlerde yerel siyasetçilere ve çalışanlara yönelik saldırılar, bu zihniyetin devamında yer alıyor.
Kürde zarar
Peki, PKK siyasi cinayetler işleyerek bir yere varır mı? Bana göre bu mümkün değil. Bir kere, PKK’nin bütün korkutmalarına rağmen hayat devam etti, ediyor; PKK’nin saldırıları insanları çalışmaktan, devlet memuru olmaktan, gazete okumaktan ve siyaset yapmaktan alıkoymadı, alıkoymuyor. Bugün de PKK, AKP’li siyasetçilere saldırıyor diye insanlar siyasi bağlılıklarından vazgeçip PKK’ye intisap edecek ya da siyasetten ellerini ayaklarını çekecek değil. Cinayetler sadece Kürtler içindeki çatışma zeminini tetikler ve Kürtlere daha fazla zarar verir; başkaca bir sonuç üretemez.
PKK Kandil’den baktığında Kürtleri nasıl görüyor, bilemem. Lâkin gerçekte her toplum gibi Kürtler de çok renkli; burada da değişik gruplar, görüşler, inançlar, tahayyüller var. Zamanın ruhu ve olanakları da bu farklılıkların sayısını artırıyor ve boyutlandırıyor. Böyle bir toplum korkuyla, baskıyla, zorla yönetilemez.
PKK, devleti birçok konuda kendine örnek alıyor. Eğer devletin bir yüzyıla varan tecrübesine bakarsa, orada kendini bekleyen hayati bir dersin olduğunu görebilir. O da şu: Devlet bütün zor olanaklarını ve ideolojik aygıtlarını seferber etmesine rağmen Kürtlere boyun eğdiremedi. Kürtler devletin tektipçiliğini kabul etmedi.
Hiç şüphe yok ki, PKK de Kürtlere boyun eğdiremez. Kürtler PKK’nin tektipçiliğine de rıza göstermez, gösteremez.
Devlete eyvallah etmeyen Kürtler PKK’ye de eyvallah etmez!