Ana SayfaGÜNÜN YAZILARIVeri bulutu değil, online toplama kampları: Teknoloji şirketleri Gazze soykırımına nasıl ortak...

Veri bulutu değil, online toplama kampları: Teknoloji şirketleri Gazze soykırımına nasıl ortak oluyor?

İsrailli araştırmacı gazeteci Yuval Abraham, geçen hafta İsrail’in Gazze soykırımında saldırdığı hedefleri seçerken kullandığı verileri Amazon’un veri bulutunda sakladığını iddia etti. Yuval Abraham’a konuşan İsrailli askeri kaynaklar, İsrail’in yüzbinlerce Gazzeliye ait hassas veriler ve hata payı yüksek bir yapay zeka teknolojisi sayesinde seri bir şekilde hedefleri bombaladıklarını itiraf ediyor. Abraham’ın iddiası doğruysa, İsrail’in soykırımına ortak olan şirketlerin de sonu Netanyahu gibi mahkeme salonlarında bitecek. İsrail’in online bir toplama kampı kurmasına yardımcı olan şirketlerin başına gelebilecekleri anlamak için Kolombiya’daki faşist militanlara para akıtan Amerikalı muz şirketi Chiquita’nın akıbetini hatırlamak yeterli.

Kolombiya’nın kuzeyindeki 20 bin kişilik küçük Segovia kasabası, 11 Kasım 1988 gecesi kanlı bir baskına uğradı. 30 silahlı sağcı militan, işçi hareketinin güçlü olduğu ve en son yerel seçimlerde solcuların kazandığı küçük maden kasabasını gece yarısı basmış, gelişigüzel bir şekilde evleri, dükkanları taramış, çocukların üzerine dinamit atmıştı. 43 kasabalı ve solcu militan katledilmiş, 100 kişi yaralanmıştı. 

Yabancı ülkelerin desteklediği sağ ve sol militan grupların birbiriyle çatıştığı ve sivilleri katlettiği Kolombiya “iç savaşının” bir parçası olan bu kanlı baskın, İsrailli militanların Nakba sırasında Filistinlilerin köylerini basıp sivilleri katlederek zorunlu göçe zorlamasını andırıyordu. Nitekim, köyü basan faşist terör örgütü AUC (Kolombiya Birleşik Meşru Müdafaa Güçleri) militanları emekli İsrailli yarbay Yair Klein tarafından eğitilmişti. Daha sonrasında gıyabında yargılanıp hüküm giydiği üzere Yair Klein, Güney Amerika’daki faşist militanlara kurduğu özel askeri şirketi aracılığıyla eğitim veriyor, silah tedarik ediyordu. 

Hakkındaki suçlamalar nedeniyle Rusya’da tutuklanan Yair Klein, AİHM kararının da etkisiyle Kolombiya’ya iade edilmedi, 2010’da serbest bırakılıp İsrail’e döndü.

Askeri eğitimini İsrailli bir yarbaydan alan AUC’un finansmanını sağlayanlardan biriyse Amerikalı bir muz şirketiydi. Chiquita şirketi, 1997-2004 yılları arasında AUC’ye 1.7 milyon dolar ödemişti. AUC ise bu paranın karşılığında hakimiyet kurduğu bölgelerdeki toprak sahiplerini öldürüyor, kaçırıyor, işkence ediyor, şirkete topraklarını yok pahasına satmalarını sağlıyor, ürünlerini ucuza vermeleri, daha fazla çalışmaları için zorluyordu. Tarlasını ve ürününü satmak istemeyenler bir gece yarısı yataklarından alınıp kaçırılıyor, aileleler eğer şanslıysa akrabalarının, eşlerinin dostlarının cesetlerini ertesi gün yol kenarlarında, ormanlık arazilerde buluyordu. Bu tür sistematik insan hakkı ihlallerinden ötürü ABD, AUC’yi 2001 yılında terör örgütü ilan etmişti. Chiquita şirketi ise bu tarihten sonra dahi terör örgütüne yaklaşık 800 bin dolar vermeye devam etmiş ve bu nedenle hakkında federal bir soruşturma açılmıştı. Şirket hükümetle uzlaşı yolunu seçerek soruşturmanın düşmesini sağladı, 5 yıl boyunca denetlendi ve 25 milyon dolarlık bir ceza ödedi. 

Şirketin federal hükümet nezdinde AUC’ye kaynak aktardığını itiraf etmesi üzerine yakınlarını kaybeden Kolombiyalılar, Earth Rights gibi Amerikalı STK’ların desteğiyle 2007 yılında ses getiren önemli bir tazminat davası açtı. İleri sürdükleri gerekçeler netti. Chiquita, AUC’ye para aktarmış, bu para sayesinde varlığını sürdüren AUC de sivilleri katletmişti. Bu nedenle şirket hayatını kaybeden veya zorla kaybettirilenlerin yakınlarına tazminat ödemeliydi. Amerikalı bir şirketin başka bir ülkedeki insan hakkı ihlallerindeki sorumluluğunu ispat etmek ve bu nedenle hesap sormak pek kolay değildi. Davacı kurumlar ve mağdur aileler, 17 sene boyunca çetin bir hukuk mücadelesi verdi, farklı yasal imkanlar denendi, çeşitli teoriler ileri sürüldü.

Nihayetinde 10 Haziran 2024 günü, Florida’daki ilk derece federal mahkemesinin jürisi, AUC’nin 8 Kolombiya vatandaşının katletmesinden dolayı Chiquita şirketinin sorumlu olduğuna ve yakınını kaybeden 16 kişiye 38 milyon dolarlık bir tazminat ödemesine hükmetti. 

Karar henüz kesin değil. Şirket karara itiraz edecek, belki de büyük şirketler aleyhine bu tür kararlar verilmesine karşı temkinli olan muhafazakar yargıç çoğunluklu Yüksek Mahkeme alınan kararın hukuka uygun olmadığına hükmedecek. Fakat Chiquita kararı, Amerikalı bir şirketinin başka bir ülkedeki insan hakkı ihlallerinden dolayı tazminata mahkum edildiği nadir kararlardan biri. Kararın sadece Amerikan hukuk tarihi açısından sembolik bir önemi yok. Bu karar aynı zamanda ileri tarihli farklı kararları etkileyebilecek düzeyde bir içtihat kapısını aralıyor. Zira Amerikalı şirketlerin desteğiyle, İsrailli albayların verdiği eğitimle yürütülen katliamlar her ne kadar Kolombiya’da sona ermiş olsa da Gazze’de hala devam ediyor. 

Google çalışanlarından İsrailli yönetmene

İsrail Hazine Bakanlığı, Nisan 2021’de Google ve Amazon şirketleriyle 1.2 milyar dolarlık bir sözleşme imzaladı: Nimbus projesi. Nimbus projesi uyarınca, İsrail devleti Amazon ve Google’dan veri saklamak için kullanılan bulut teknolojilerini satın alacak, bu şirketler İsrail’de veri saklama merkezleri/çiftlikleri kuracak, hükümetin kendi sunucularında sakladığı veriler zaman içerisinde bu şirketlerin sağladığı veri havuzlarına aktarılacak ve verilerin saklanma sürecinde şirketlerin aktif desteği alınacaktı. Sözleşme uyarınca, Google ve Amazon’un İsrail devletine ait kurumlarla çalışmamayı tercih etme şansı yoktu. İsrail’in bu maddeyi özellikle eklemesi oldukça doğaldı. Zira proje duyurulur duyrulmaz birçok Amazon ve Google çalışanı teknoloji şirketlerinin Filistinlilere karşı insan hakkı eylemlerine imza atan İsrail güvenlik güçleri veya İsrail devletiyle ilişkili silah/savunma şirketleriyle çalışmasına karşı olduklarını belirtmişti. İsrail bu tür kurumlarla çalışmak istenmemesinin önüne geçmişti. 

Google çalışanları, şirketlerinde Filistin için eylem yapıyor

“No Tech for Apartheid” (Apartheid rejimine teknoloji yok) kampanyası kapsamında birçok eylem düzenlenmiş, şirket çalışanları ofisleri ve konferansları basmış. Google Cloud yöneticisinin ofisini basan 28 Google çalışanı işten kovulmuştu. 

Son 10 aydır binlerce Filistinli sivilin, kadının ve çocuğun katledildiği Gazze Soykırımı karşısında işlerinden atılan teknoloji şirketi çalışanlarının ne kadar haklı olduğu net bir şekilde ortaya çıktı. Uzun bir süredir kamu kurumlarında ve orduda çalışan kaynakları sayesinde İsrail’in işlediği savaş suçlarıyla ilgili özel araştırma dosyaları yayınlayan liberal solcu +972 Magazine sitesinin İsrailli araştırmacı gazetecisi Yuval Abraham, İsrail’in milyonlarca Gazzeli’ye ait istihbarat verilerini Amazon şirketinin sağladığı AWS veri bulutunda sakladığını ve sivillerin katledildiği saldırılarda hedefleri seçerken bu verileri kullandığını haberleştirdi. 

Yuval Abraham sadece önemli dosyalara imza atan bir gazeteci değil. Aynı zamanda ödüllü bir yönetmen. Bu sene düzenlenen 74. Berlin Uluslararası Film Festivali’nde Batı Şeria’daki İsrail işgalini anlattığı “No Other Land” (Başka bir Toprak Yok) belgeseliyle iki ödül kazanmış bir isim. Festival konuşmasında belgeselin Filistinli eş-yönetmeni Basel Adra ile birlikte İsrail’i çok sert bir şekilde eleştirmiş, İsrail’in bir Apartheid rejimi olduğunu söyleyip, ateşkes çağrısında bulıunmuştu. Berlin Belediye Başkanı başta olmak üzere en ufak bir İsrail eleştirisi duyunca histeri krizine giren Alman siyasetçiler Yahudi yönetmeni “antisemitik” ilan etmiş, hedef göstermişti. Nitekim Yuval Abraham’ın evinin önünde radikal sağcılar eylem düzenlemiş, genç yönetmen ve ailesine ölüm tehditleri yollamış, Abraham İsrail’e bir süre dönemeyip Atina’da beklemek zorunda kalmıştı. 

Yuval Abraham ve Basel Adra, Berlinale ödül töreninde

Yuval Abraham, İsrail’e döndüğünden beri harıl harıl ileride Uluslararası Adalet Divanı veya Uluslararası Ceza Mahkemesi’ndeki dava dosyalarına girecek delilleri ortaya çıkarıyor. İsrail ordusu, istihbarat kurumları ve bakanlıklarda çalışan solcu ve liberal kamu görevlileriyle anonim bir şekilde konuşuyor, kendisine gelen ihbarları araştırma dosyalarına dönüştürüyor ve İsrail’in Gazze’de işlediği soykırımın detaylarını dünyaya İngilizce anlatıyor. Yuval Abraham’ın yaptığı birçok haber, Batı medyasının manşetlerini belirliyor. 

Yapay zeka ile soykırım

Abraham, geçen aylarda İsrail’in yapay zeka uygulamalarını kullanarak Gazze’deki hedeflerini seçtiğini ortaya çıkarmıştı. İsrail’in yapay zekayla işlediği soykırım iki aşamalıydı. İlk aşamada Lavender, yani Lavanta kullanılıyordu. Gazze’de yaklaşık 40 bin Hamasçının bulunduğunu tahmin eden İsrail, bomba atılmasına yönelik emirleri hızlandırmak adına Gazze’de yaşayan 2 milyon kişiyi 1’den 100’e kadar puanlayan ve sisteme yüklenmiş belirli kriterler ışığında Hamasçı olup olmadığına kanaat getiren bir yapay zeka uygulaması geliştirmişti. Lavender, adres ve telefonlarını sık sık değiştiren, Hamasçıların olduğu belirli Whatsapp gruplarında bulunan kişileri tespit ediyor, bu kişilerin Hamasçı olduğuna kanaat getiriyor ve bir liste hazırlıyordu. İsrail istihbaratı bu listeyi kontrol ettiklerinde kendi verilerine göre hata payının %10 olduğunu fark etmişti. İsrail 7 Ekim sonrasında saldırıları hızlandırmak adına ek bir kontrol yapmadan bu yapay zeka uygulamasının hazırladığı listeyi kullanmaya başlamıştı. Yuval Abraham’a konuşan askerler, kendilerinin sadece “mühür mercii” olduğunu, listedeki her ismin teyidi için sadece 20 saniye ayırdıklarını, bu teyidin de sadece kişinin erkek olup olmadığına yönelik yürütüldüğünü söylemişti. Fakat yapay zeka uygulamasının listesi oldukça sıkıntılıydı. Öncelikle İsrail’in Hamasçılığı belirlediği kriterler muğlaktı. Yuval’a konuşan askerler, sıklıkla Gazze’yi yöneten Hamas ile iletişimde olan, fakat eline silah alıp İsrail’e saldırmamış kişilerin, Gazze içinde faaliyet gösteren görevlilerin de listeye eklendiğini belirtmişti. Fakat en kötüsü, Gazze’de insanlar sık sık telefon değiştirdiği için bir Hamasçının telefon numarası daha sonrasında Hamas ile yakından uzaktan alakası olmayan bir kişiye geçebiliyor veya kalabalık Whatsapp gruplarına insanlar farklı amaçlarla eklenebiliyordu. Ya da eskiden Hamas ile iletişimde olup, şimdi bu iletişimi kesmiş kişiler de çok kolay bir şekilde bu ölüm listelerine giriyordu. Bu durumda Lavender uygulamasını kullanan İsrailli askerler dahi ellerindeki listeye güvenmiyordu. Özellikle askeri yöneticiler daha fazla yeri bombalamak istediğinde ise Lavender’i kullanan kişiler makinenin kriter eşiğini düşürüyor ve orduya daha kalabalık bir liste vererek bombalanacak kişilerin sayısını da hata payını da arttırıyordu.

İkinci aşamada ise yine bir başka yapay zeka uygulaması devreye giriyordu: “Where’s Daddy?” (Babacık Nerede?) Uzun bir süredir Gazze’yi yüksek teknoloji ile gözlemleyen İsrail’in elinde Gazze’deki kişilerin aile konutlarının nerede olduğuna dair detaylı bir liste var. Gözetim teknolojileri ile bu listeleri birleştiren bu yapay zeka uygulaması, Lavender’in ölüm listesindeki kişilerin aile konutlarına girdiği anda İsrail ordusuna bildirimde bulunuyor. İsrail ordusu da bu bilginin ardından aile konutuna bomba atıyor. Bu aile konutlarından İsrail’e herhangi bir saldırı gerçekleşmiyor veya bir askeri yığınak, tesis bulunmuyor. İsrail özellikle Hamasçı olarak tespit ettiği kişileri vurmak için evlerine gitmelerini bekliyor. Böylece İsrail’in “sivil kalkan” argümanının içinin boşluğu da bir kez daha ortaya çıkıyor. Zira İsrail, hedeflerini daha kolay vurmak için sivil konutları tercih ediyor. Bu uygulamadaki sistemsel hata ise oldukça vahim: İsrail’in halihazırda muğlak hedef listesindeki kişiler evlerine girip çıkabiliyor, evlerinde 1 saat kalıp başka bir yere geçebiliyor. İsrail bu bilgileri teyit edemediği için bazen hedef listesindeki kişiler evde olmadığı zaman saldırıyı gerçekleştiriyor. Hedef evde olsa da olmasa da İsrail günün sonunda 1 Hamasçı’yı öldürmek için en az 10-20 sivili katlediyor. 

Yuval Abraham’a konuşan askerler, eskiden İsrail’in sadece üst düzey Hamas yöneticileri için 20 sivilin katledilmesini göze aldıklarını belirtirken şimdi üst düzey Hamasçılar için bu rakamın 100 sivili geçtiği, herhangi alt mevki bir Hamasçı için en az 20 sivilin gözden çıkarıldığını belirtmiş. Kıdemsiz, hatta herhangi bir çatışmaya girmemiş Hamas militanları için İsrail özel hedef odaklı pahalı füzelerini değil, eve düştüğü anda bütün apartmanı, binayı yıkan ucuz bombalarını kullanıyor. Sadece üst düzey Hamas yöneticileri için sadece bir katı, daireyi hedef alan pahalı bombaları tercih ediyor, Abraham’a konuşan kaynakların deyimiyle “tasarruf yapıyor”. Bu nedenle halihazırda muğlak “Hamas” kriterlerini temel alarak, yapay zekayla oluşturulmuş bir ölüm listesi sonucu İsrail’in hedefindeki kişiler aile evlerinde gece uyurken vuruluyor, hem aileleri hem de komşuları katlediliyor. Geçen hafta Hamas’ın siyasi büro şefi Haniye’ye karşı düzenlenen suikastte çok dar bir alanın etkilenmesi de İsrail’in bilerek ve isteyerek bu denli geniş etki alanına sahip saldırılar düzenlediğinin başka bir kanıtı. 

Nimbus projesi değil, online toplama kampları

Yuval Abraham’ın kaynaklarından edindiği bilgilere göre işte bu yapay zeka ile işlenen soykırımın veri havuzunu oluşturan binlerce bilgiyi sadece orduya ait resmi veri çiftliklerinde depolamak zor. İsrail ordusu 7 Ekim’den bu yana veri deposu için hem kaynak hem de fiziki mekan sıkıntısı yaşıyor. Bu nedenle, çareyi Amazon, Google gibi teknoloji şirketlerinden hem Nimbus hem de yeni özel sözleşmeler aracılığıyla veri deposu satın almakta buluyor. Abraham’a göre, teknik yetersizlikten dolayı İsrail Gazzelilere ait hassas verileri de bu şirketlerin veri havuzlarında depolamaya, herhangi bir saldırıda biri devletin veri havuzu biri özel şirketin veri deposu olmak üzere çift ekran kullanmaya başladı. 

Abraham ve arkadaşlarının ses kayıtlarına ulaşıp paylaştığı “İsrail Ordusunda bilişim teknolojisi” başlıklı konferansta konuşan üst düzey bir askerin anlattığı üzere, bu şirketlerin teknolojileri hem sonsuz bir veri depolama alanı hem de üst düzey bir hız sağlıyor. İsrail böylece bilinçli bir şekilde sivilleri hedef aldığı saldırılarını hızlıca düzenleyebiliyor. Abraham’a konuşan kaynaklara göre bu veri sistemleri kullanılmasaydı aynı anda 30 kişi girince devlet veri sistemlerinin tıkanması, yavaşlaması gibi sorunlar yaşanacak ve saldırılar bu kadar hızlı ve seri düzenlenemeyecekti. 

Amazon ve Google gibi şirketler elbette bu süreçteki ortaklıklarını itiraf etmedi veya etmeyecek. Fakat Yuval Abraham her ay yeni dosya yayınlayarak araştırmanın kapsamını genişletiyor. Büyük ihtimalle bu dosya bir araştırma serisinin ilk aşaması. İsrail’e tepki gösteren ve Nimbus projesine karşı çıkan arkadaşlarının işten kovulmasını dert edinen Amazon çalışanlarının anonim bir şekilde Abraham’a bilgi ve belge sızdırması düşük bir olasılık değil. Yuval Abraham, büyük ihtimalle önümüzdeki haftalarda teknoloji şirketlerinin İsrail ile özel anlaşamalar ve işbirlikleriyle nasıl Gazze’deki soykırıma katkı verdiklerini somut örneklerle daha da detaylandıracak. 

Yuval Abraham’ın detaylarını çıkarmaya ileride devam edeceği tablo oldukça net. İsrail, sadece Gazze’yi abluka altına alıp hedef gözetmeksizin bombalamıyor, aynı zamanda bütün Gazzelileri online bir toplama kampında toplayıp yüksek hata payı oranlarıyla ve muğlak kriterlerle ölüm listeleri oluşturuyor. Teknoloji şirketlerinin İsrail’e sağladığı veri bulutları, birer toplama kampı. İsrail her türlü temel hukuki normu ayaklar altına alarak bu buluttaki telefon numaraları, adreslerden hedeflerini seçiyor, adeta dalga geçer gibi “Babacık nerede?” adlı bir uygulama kullanarak hedefleri bilerek çocukları ve eşleriyle birlikteyken vuruyor. Abraham’ın araştırmasına göre, Silikon Vadisi’nde üretilen veri teknolojileri, İsrail’in elinde online toplama kamplarına ve ölüm listelerine dönüşüyor. İsrail yapay zeka ile soykırımı adeta robotikleştiriyor, İsrailli askerlerin “yapay zekanın bir bildiği vardır” diyerek vicdanı yükten kendilerince kurtulmalarına fırsat verecek şekilde uzun vaadeli bir şekilde soykırımın faili olmalarını kolaylaştırıyor, teknolojik uygulamaların sağladığı hız ve estetik ile de soykırımı sterilleştiriyor. 

Bu iddiaların bir kısmı dahi doğruysa Gazze’deki soykırıma ortak olan bu teknoloji şirketlerinin, Amerikalı muz şirketi Chiquita’nın kaderini paylaşması kaçınılmaz. 

Boykot ve ötesi

İsrail’in Gazze’deki soykırımına ortak olanlar sadece Abraham’ın iddiaları doğrultusunda teknoloji şirketleri değil. İsrail’e silah satan, askeri saldırılarında malzeme tedarik eden, özellikle saldırılarını belirlerken kullandığı yapay zeka uygulamalarını ve teknolojilerini sağlayan büyük ihtimalle sayısız şirket de bu işin bir parçası. Henüz belki çok az şey biliniyor, fakat tarihteki her katliam ve soykırımda olduğu zaman içerisinde açılan davaların, vicdani yükü artık taşıyamayan itirafçıların ve araştırmacı gazetecilerin çabaları neticesinde detayların ortaya çıkacağı kesin.

Bu şirketler ortaya çıktıkça boykot listeleri de büyüyor. Boykot elinde hukuki veya siyasi bulunmayan birçok insanın fark yaratmak için benimseyebileceği insani bir duruş. Bu şirketlere alternatif oluşturabilecek ve bu tür soykırımlara ortak olmayacak yeni şirketler kurmak, bu tür etik duruşa sahip şirketlerin büyümesini sağlamak da bir seçenek. 

Fakat başka bir yol da mümkün: Mahkeme salonları. 

1789 tarihli Alien Tort Statue, bir cümleden oluşan bir ABD yasası: Bölge mahkemeleri, işlenen haksız bir fiilden dolayı bir yabancı tarafından açılan hukuk davalarında, yalnızca uluslararası hukukunun ya da ABD’nin imzaladığı bir antlaşmanın ihlal edilmesi durumunda, asli yargı yetkisine sahiptir. 

Basit bir lafzi yorumla anlaşabileceği üzere bu yasa uyarınca, ABD vatandaşı olmayan kişiler, Amerikan mahkemelerinde uluslararası bir hukuk kuralına aykırı bir şekilde işlenen haksız fiil nedeniyle tazminat davası açma hakkına sahip. 1980’li yıllara kadar “nadasa” bırakılan bu yasa, 1976 yılında Paraguay’da yaşanan bir insan hakkı ihlaliyle tekrardan hatırlandı. 

Joelito Filartiga

1976 yılında devlet tarafından kaçırılıp ölene kadar işkence edilen 17 yaşındaki Joelito Filartiga’nın hem kız kardeşi hem de işkencecisi ABD’ye yerleşmişti. İşkenceci polis Norberto, Amerika’da kaçak bir şekilde yaşarken, Joelito’nun kız kardeşi siyasi baskıdan ötürü ABD’ye iltica etmişti. Kız kardeş, Alien Tort Statue’ye dayanarak, Paraguay’da işlenen cinayet ve işkenceden ötürü kardeşinin işkencesine ABD mahkemelerinde dava açmış ve ABD dışında işlenen bu hak ihlallinden dolayı 10.4 milyon dolarlık bir tazminat elde etmişti.

Joelito’nun babası 86 yaşında kadar oğlunun faillerinin yargılanması için mücadele etti

Bu “devrim niteliğindeki” kararla birlikte yeni bir içtihat kapısı aralandı. Bosna’daki soykırımın faillerinden Radovan Karadzic de New York’taki bir BM toplantısındayken bu tür bir davanın muhattabı olmuş ve nihayetinde 4.5 milyar dolarlık tazminat ödemeye hükmedilmişti. 

Yine Filipinler’deki diktatörlükleri yıkıldıktan sonra ABD’ye kaçan Marcos ailesi de işkence ve siyasi cinayet mağduru Filipinli muhalif ailelerinin ABD’de açtıkları toplu davalar nedeniyle günümüzde 353 milyon dolara ulaşan bir tazminat cezası almış, aile bu parayı ödememek için malvarlığını dağıtmış, Filipinlerle uzlaşı sağlayarak devlete aktarmıştı. Marcos’un oğlu Bongbong Marcos geçen seçimlerde devlet başkanı seçilmesi üzerine bu hukuki süreç tekrar gündeme gelmiş, Amerikalı yetkililer mahkeme kararlarına rağmen tazminat cezasını ödemeyen Marcos’un ABD ziyareti sırasında diplomatik dokunulmazlık kuralları nedeniyle gözaltına alınmayacağını açıklamak zorunda kalmıştı. 

Nitekim, Netanyahu ve İsrailli diğer yetkililer de farklı ülkelerdeki ve uluslararası mahkemelerde özgürlüklerini kısıtlayıcı ceza davalarının yanı sıra bu tür tazminat davalarının da muhattabı olabilir. Zira Marcos davasında, mahkemeler işkence gibi insanlık suçlarına yönelik emirlerin diplomatik dokunulmazlık kapsamına girmediğine hükmetmişti. Şilili diktatör Pinochet’in İngiltere ve Şili’deki yargılanma süreçlerinde olduğu gibi “resmi görev” kapsamındaki fiiller olarak görmemişti.

Kişilere karşı bu denli sert uygulanan bu yasaların şirketler nezdindeki karşılığı ise oldukça tartışmalı. 2002’de 4 Myanmarlı köylü, Amerikalı petrol şirketi Unocal’a bir petrol borusunun inşası sırasında hükümet yetkililerini zorla çalıştırma, köy boşaltmalar ve başka ihlallerin işlenmesi için cesaretlendirdiğini iddiasıyla dava açmış, Unocal uzlaşma yoluna giderek tazminat ödemeyi kabul etmişti. Yine 2007 yılında ise muhalif Çin vatandaşları, Yahoo’ya şirketin Çinli muhaliflerin bilgilerini komünist rejime teslim etmesi ve bu nedenle muhaliflerin işkenceye uğradığını iddialarını içeren bir dava açmış. Mahkeme sonuçlanmadan, Yahoo uzlaşı yolunu seçerek ailelere tazminat ödemiş ve Çin muhalefetine kaynak ayıracağını belirtmişti.

Fakat bu tür davaların artması ve insan hakları örgütlerinin ilk derece mahkemelerinde özellikle uzlaşma yoluyla mağdurlara milyonlarca dolarlık tazminatlar elde etmesinin yolu açılması üzerine, konu Kiobel davasıyla Yüksek Mahkeme’nin önüne taşındı. Mahkeme 2011 tarihli Kiobel kararıyla, söz konusu yasanın “varsayımsal” olarak ABD dışındaki haksız fiileri kapsamadığına hükmetti. Bu varsayımın aşılması işin söz konusu haksız fiilin, ABD’yi ilgilendirmesi ve etkilemesi (touch and concern) gerekiyordu. Mahkeme bu şartın nasıl sağlayacağı hususunda somut bir yanıt vermedi. Fakat verdiği yeni kararlarla yasanın kapsamını daraltmaya devam etti: 2018 tarihli Jesner kararıyla yabancı şirketlerin bu yasa kapsamında davalı olamayacağına, 2021 tarihli Nestle kararıyla ise sadece bir şirketin merkezinin ABD’de bulunmasının ve ABD’den genel geçer kararlar alınarak idare edilmesinin yurtdışındaki haksız fiilerden sorumlu olması için yeterli olmayacağına karar verdi. 

Yüksek Mahkeme’nin bu kararları nedeniyle, şirketlerin yurtdışındaki hak ihlallerine verdikleri katkıdan dolayı tazminata mahkum edilmeleri bir tık zorlaştı. Nitekim, Chiquita kararında jüri bu yasaya dayanarak değil, Kolombiya’da dava açılması için güvenli bir atmosferin olmadığı, davacıların can güvenliğinin tehlikede olabileceğini belirterek “transitory tort doctrine” (gecişken haksız fiil teorisi) adlı bir teoriye başvurdu. Bu teori uyarınca, yurtdışında işlenen haksız bir fiil, davalının tabi oldğu başka bir yargı alanındaki mahkemelerde karara bağlanabiliyor. Mahkeme’ye göre Kolombiya çete savaşları, çatışmalar nedeniyle böyle bir davanın açılmasının beklenemeyeceği bir ülkeydi, bu zorluklar nedeniyle davacıların Amerikan mahkemelerine başvurması olağandı. Bu durumda Amerikan mahkemeleri doğrudan Kolombiya yasalarına başvurarak bir karar varabiliyor, davalı şirket ancak mahkemenin Kolombiya’da görülmesinin makul bir beklenti olabileceğini ispatlarsa davacının talebi reddediliyor. 

Bu örnekler doğrultusunda, ileride Filistin’den veya İsrail’den gelen başvurucuların Amerikalı hukukçular ve STK’larla işbirliği kurarak bu tür görüşlere açık hakimleri tespit etmesi ve soykırıma aktif destek veren şirketlere dava açması kaçınılmaz. Zor da olsa Alien Tort Statue’ye veya Chiquita kararında olduğu 1774 tarihli bir “common law” (ABD ve İngiltere’de içtihatlarla gelişen kurallar bütünü) teorisine dayanarak şirketlere yüklü tazminat davaları açılabilir, şirketler insanlığa karşı suçlardan sorumluluk nedeniyle yargılanmamak için uzlaşma yolunu mahkemeler sonuçlanmadan dahi seçebilir.

Böylece hem şirketler tabii oldukları ABD’deki mahkemeler tarafından yaptırım gücü kuvvetli kararlarla muhattap kılınır, hem de verdikleri katkı hukuki gerekçelerle tespit edilip kamuoyuna deklare edilebilir. Elbette bu konularda içtihadı genişletecek “hakimleri” bulmak zor. Fakat “strategic litigation” denilen stratejik davalar uzun bir süredir Amerikan sivil toplumunun kuvvetli bir silahı. Mahkemeler aracılığıyla sosyal dönüşümleri hızlandırmak isteyen aktivistler, yaratıcı teoriler, iddianamelerle davalar açıyor, özellikle kendi görüşlerine yakın hakimleri önceden tespit ederek davaların yerini dahi planlıyorlar. Sadece dava süreci değil, bir davanın açılması, sosyal medyadaki tanıtımı, PR faaliyetleri de birlikte değerlendiriliyor, böylece açılan davalar aynı zamanda bir sosyal kampanyaya, mahkeme salonları halkın ilgi odağına dönüşüyor. Şirketler henüz karar açıklanmasa dahi bu süreçten olumsuz etkileniyor, borsa değerleri düşüyor, eleştiriler artıyor.

Amerika’da son günlerde etkisini hissettiren somut değişim de bu tür davaları açabilecek insan kaynağının varlığını teyit ediyor. 

Bir şeyler değişecek, ama ne zaman? 

Sadece Müslüman Amerikalılar değil, genç ve solcu Amerikalılar için de Filistin meselesi artık hayati bir konu. Üniversite eylemlerinden seçimlere kadar Filistin’e dair vicdani duruş gösterenlerin sayısı artıyor. Demokrat Parti’nin önseçimlerinde Biden’in sembolik tek aday olmasına rağmen 700 bin Amerikalı’nın İsrail’e desteği protesto etmek amacıyla “kararsız” oy kullanması bunun en somut örneği.

Kamala Harris’i 150 bin Müslümanın yaşadığı Michigan’daki mitinginde Gazze “Kamala, kamala, saklanamazsın, soykırıma oy yok” diyerek protesto eden Müslüman genç kadınlar, Amerika’ya yeni gelmiş göçmenler değil, hukuk fakültelerinde iyi üniversitelerde eğitim gören Amerikan vatandaşları. Rashida Tlaib gibi Filistinli kökenliler seçimleri kazanıp Kongre’ye girebiliyor, okul birincileri konuşmasını Gazze’ye ayıran vicdanlı öğrenciler arasından çıkabiliyor. ABD’de hem Müslümanlar orta sınıflaştı ve sistemde yükseldi, hem de sol kanat Filistin davasını yüklenerek merkezi ve ülke genelini etkilemeye başladı. 2016 yılındaki önseçimde ikinci olan Filistin destekçisi Amerikalı Yahudi sosyalist Bernie Sanders artık tek başına değil. Kongre’de İsrail lobisi AIPAC’in bağışlarını reddeden birçok solcu ve Filistin yanlısı siyasetçi var. Bu yüzden de AIPAC, Jamaal Bowman ve Cori Bush örneklerinde olduğu gibi bu siyasetçilerin kariyerlerini bitirmek için milyonlarca dolar harcamaya başlamak zorunda kaldı.

Amerika’da bir şeyler değişiyor. Bu değişimin ne zaman Filistin’deki zulmü durduracak noktaya geleceği meçhul. Fakat İsrail’in Gazze’deki soykırımına ortak olan şirketlerin bir gün mutlaka hesap vereceği kesin.

Zira hukuki yollar, yasal dayanaklar, geçmiş örnekler, uygulanacak içtihatlar belli. Bu şirketlerin başını ağrıtmak için kolları sıvayan birileri de illa çıkacaktır. 

İyimser olmak için birçok sebep var. Bir şeyler mutlaka değişecek. Fakat bunun için soykırımcıların inadına daha fazla çalışmak, üretmek, söz söylemek; ve en önemlisi Batı’nın İsrail uğruna bir kenara attığı demokrasi, insan hakları ve hukuk devleti gibi ortak değerlerin sancağını düştüğü yerden almak, bu değerleri fırsattan istifade tekmelemek yerine, içini boşaltmadan sahici bir şekilde benimsemek gerekiyor. 

Böylece geç de olsa aileleri katledilen Kolombiyalı çiftçilerin mahkeme salonlarındaki hukuki zaferi soykırıma uğrayan Filistinliler de paylaşabilecek ve soykırıma ortak olan şirketlerin hesabı mahkeme kararlarıyla kesilecek. 

İlgilisine öneri:

  • Yuval Abraham’ın araştırma dosyalarının yayınlandığı +972 Magazine sitesini takip etmenizi ve her haberi okumanızı öneririm: https://www.972mag.com/
- Advertisment -