Ana SayfaGÜNÜN YAZILARIMete Tunçay yanılmış mıydı?

Mete Tunçay yanılmış mıydı?

Bugün yaşanan hiçbir şey tarihi değiştirmiyor. Ama bugüne kızıp tarihi değiştirmeye çalışanlar karşılarında dev cüsseli Mete Tunçay’ı ve dev külliyatını bulunca ona ve onun paltosundan çıkmış olanlara kızıyorlar. Daha da kızacaklar. Çünkü yarın da yaşanacaklar tarihi değiştirmeyecek. Mete Tunçay, tarihle ilgili söylediklerinin hepsinde haklıydı. Haklı olmaya da devam edecek…

Geçenlerde hala anlamsız yere tutuklu olan Fatih Altaylı’nın boş koltuğuna Sunay Akın oturdu. 

Akın, genelde tarihsel olarak tartışmalı ama sempatik hikayeler anlatan çağdaş bir meddah.

Popüler tüketim için eğilip bükülmüş bu hikayelerinin mutlaka bir katarsis anı var. 

Ve o katarsis anı için tarihi gerçekler, kronoloji, bağlam izleyicilerin gönülleri hoş olsun kıvamına getiriliyor. 

Hele de konu Atatürk ve Cumhuriyet ise atış serbest. 

O programda anlattığı bir hikaye sosyal medyada viral oldu:

“Bu koltuğa oturunca aklıma bir hikaye geldi. Osmanlı sarayında Üçüncü Murat döneminde şair Nef’i. Çok sevilen bir şairdir Nef’i. Ama hicivleriye ünlüdür. 

Nef’i yaşadığı dönemde saraydaki bütün olumsuzlukları, hataları, yolsuzlukları hicveden şiirler yazıyor. Padişah Nef’i’ye diyorlar ki, “Sakın yazma”. Ama Nef’i durur mu? Dönemim veziri Hacı Bayram Paşa’yı eleştiren bir hiciv yazıyor. Ve Nef’iboğularak öldürülüyor. 

Bizim resim sanatımızın çok ünlü ressamlarından biri Avni Lifij’dir. Avni Lifij işgal İstanbul’unda Galatasaray Lisesi’ndeki yaz sergisinde üç tablosunu sergiliyor. Bunlardan biri şair Nef’i. İşgal İstanbul’unda şair Nef’i anlatan bir tablo sergiliyor. O tablo Cumhuriyet döneminde kim tarafından alınıp, duvarına asılıyor biliyor musun? Cumhurbaşkanlığı Köşkü’nde Mustafa Kemal Atatürk tarafından. Sarayın baskılarına, zulmüne karşı sesini yükselten, sus denilse de şiir yazan Nef’iyi yıllar sonra bir ressam tablosunda resmediyor ve o tablo Cumhuriyet ilan edilince Mustafa Kemal Atatürk’ün Cumhurbaşkanlığı’nın duvarına asılıyor. Uygarlık, bağımsızlık, demokrasi hiçbir zaman geri gitmez.”

Hikayenin mesajı açık; Bugün gazeteciler içeri atılırken Atatürk, sarayı hiciv eden şair Nef’i’nin tablosunu İstiklal Harbi sırasında alıp Çankaya Köşkü’nün duvarına asmıştı. Çünkü Atatürk ifade hürriyetine, muhalif sanata büyük değer verirdi.

Herkesin duymaktan mutlu olduğu bir son.

Bu kadarlık bir haz için tarihi birazcık eğip bükmenin kime ne zararı var ki diye düşünmüş olmalı. 

Bir kere Üçüncü değil, Dördüncü Murat. Nef’i evet veziri hicvedince boğduruldu ama ondan “Saray’ı eleştiren muhalif bir şair” diye bahsedemeyiz çünkü bizzat padişahın davetiyle sarayda yaşıyordu. “Tûtî-i mu’cize-gûyem ne desem lâf değil” gibi gazeller yazıyordu, hiciv ustasıydı. Hatta ağzını tutmasını dışarıdaki tebaasına karşı pek de bu kadar pedagojik olmayan Dördüncü Murat istemişti. 

O yüzden muhalif olduğu için boğdurulan şair Nef’i ile muhalif olduğu için tutuklanan gazeteci analojisini hızlıca geçelim.

Hüseyin Avni Lifij, 1910’da Fransa’ya devletin resim eğitimine gönderdiği ve 1914’de savaş başlayınca İstanbul’a geri dönen bu yüzden “1914 Kuşağı” olarak bilinen ressamlardan biriydi. 

Ama Avni Lifij, videoda anlatıldığı gibi bir Nef’i portresi yapmamıştı. 

O tablosunun adı “Nef’i Devrinden Bir Sahife İçin Bir Çizim”di.

resim1.png

Tabloda bir duvar üzerinde yatan kadın figürü ile, buna bakan kavuklu, sakallı bir adam görülüyordu.

Kadın figürünün altında pembe renkli bir kilim, adamın sol tarafında servi ağacı var. Ayrıca daha arkada belli belirsiz gözüken surlar ve sağ üst tarafta deniz dikkati çekmekte.. Adam sevgilisi genç kıza bir dizi aşk şiiri okuyor olmalı. Hatta elinde de bir kadeh görülüyor.

Yani muhalif bir tablo olmadığı da kesin. 

Evet bu tablo Temmuz 1922’de, Türk (önceki adı Osmanlı) Ressamlar Cemiyeti’nin düzenlediği Galatasaray Lisesi’ndeki resim sergisinde sergilenmişti. 

1916’dan itibaren yapılan Galatasaray Sergileri, bir nevi resmi resim sergisiydi, sergiye katılacak resimler juri tarafından seçiliyordu ve Halil Edhem beyin girişimiyle sergide resimlerden her yıl Elvah-ı Nakşiye koleksiyonu için devlet resim satın alınıyordu.

1921’de 40’dan fazla eser satın alınmıştı. 

Temmuz 1922 yılındaki sergi bu sergilerin dördüncüsüydü ve Halife Abdülmecit Efendi’nin himayesinde yapılmıştı. 

fafdae.png

Aynı günlerde bir ay sonraki Büyük Taarruz ’un hazırlıklarıyla uğraşan Mustafa Kemal Paşa’nın bu sergideki bir tabloyu görüp, beğenip alması mümkün değildi. 

Muhtemelen Ankara’da savaş hazırlıkları yapanlar, bu sergide sergilenince büyük tartışma yaratan Namık İsmail’in Üryan tablosunu duyup, savaş sürerken İstanbul’daki bu ‘sefih’ hayata epey kızmışlardı. 

Ama o yıl da sergiden her yıl olduğu gibi devlet yine Elvah-ı Nakşiye koleksiyonu için resim almıştı. 

Satın alınan resimler arasında Namık İsmail’in Üryan tablosu ile birlikte Avni Lifij’in üç eseri de vardı. 

O resimlerden biri de “Nef’i Devrinden Bir Sahife İçin Bir Çizim”di. 

Resimleri yine muhtemelen Halil Edhem Bey’in de içinde olduğu bir heyet seçip satın almıştı. 

1921 sergisinden de Lifij’in beş eseri satın alınmıştı.

Bu resimleri muhtemelen Atatürk hiç görmedi, resimler Çankaya Köşkü’ne de hiç gitmedi. 

Bu arada Atatürk’ün Nef’i hayranı olduğu hatta okuduğuna dair elde bir bilgi de yok. 

Ama Mustafa Kemal, Hüseyin Avni Lifij’le tanışmıştı. 

Büyük Taarruz’dan zaferle çıkılmasından ve İzmir’e girilmesinden sonra 1922 Ekim ayında Bursa’ ya giden Mustafa Kemal’ i tebrik etmek için Bursa’ya giden öğretmenler kafilesi içinde Sanayi Nefise Mektebi hocası Avni Lifij ve kendisi gibi ressam olan eşi Harika Hanım da vardı.

Bursa Şark Tiyatrosu’nda öğretmenler için düzenlenen toplantıya katılmış, Mustafa Kemal’i canlı görmüş, sohbet etmişti. 

Lifij’in dikkat çekmesini sağlayan özelliklerinden biri de 1905’lerden beri ilgilendiği fotoğrafçılığıydı. O yıllarda elinde bir fotoğraf makinesi olmak, elinde fırça olmaktan daha büyük bir ayrıcalıktı. 

dafas.jpg

Lifij , 1922’de Mustafa Kemal’in paşalarla olan meşhur fotoğrafını çekti. 

daefd.png

Avni Lifij Ankara’ya davet edildi, Erkanı Harbiye’de dört ay misafir edilen Lifif, 

Genelkurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak’ın portrelerini yaptı. 

deasdfca.png

O yıllarda devlet ressamlardan İstiklal Harbi ve Cumhuriyet’i anlatan resimler yapmalarını istemişti. 1924’de Galatasaray Sergileri’ne katılan ressamlar bu yüzden uyarılmıştı. 

Lifij, 1924’de “Karagün” ve “Akgün” adlı İstiklal Harbi’ni anlatan tablolar yaptı. Propaganda sınırlarını aşan eserler çıkarmıştı yine. Belki de o yüzden uzun yıllar unutuldular. 

fdwefdw.jpg

Karagün

fweqfeq.jpg

Akgün 

Ve tabii 1923’de Mustafa Kemal’in yeni evlendiği Latife Hanım ile fotoğrafını çekti.

edqfdewf.png

Lifij, 1927’de ölene kadar Sanayi-i Nef’ise Mektebi Alisi Tezyini Sanatlar (Dekoratif Sanatlar) öğretmeni olarak görev yaptı. 

Aykırıydı ama muhalif bir sanatçı değildi. 

Bugün Cumhurbaşkanlığı ya da Resim Heykel Müzesi’nin koleksiyonunda olması gereken Lifij’in “Nef’i Devrinden Bir Sahife İçin Bir Çizim” adlı tablosu bugün özel bir koleksiyonda görülüyor. 

Resmin başına 1922’den sonra ne geldiği meçhul.

Ta ki 2025 yılında Sunay Akın, ondan bir Erdoğan eleştirisi ve Atatürk’ü övgüsü çıkarana kadar…

Yani ortada Atatürk’ün şair Nef’i’ye olan bir hayranlığı hatta kendisinin aldığı bir tablo yok. 

Ama parçalar istendiği yerden birleştirilince, bir de Lifij’in eserine bakmayıp “herhalde Nef’i’nin portresini yapmıştır” deyince böyle hikayeler uydurulabiliyor.

1925’deki Takrir-i Sükun Kanunu’nun 100’üncü yıldönümünde bir gazetecinin tutuklanmasını eleştirirken örnek gösterilecek hoşgörülü Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk olmasa gerek.

Sadece ayaklarından zincirlenip Diyarbakır’da İstiklal Mahkemesi’ne çıkarılan, müebbet hapisten Atatürk’e bir daha gazetecilik yapmamak üzere söz verdiği bir mektupla zor bela kurulan Ahmet Emin Yalman okusa herhalde kıskıs gülerdi.

Ya da ancak 1939’da Türkiye’ye dönebilen Halide Edip. 

1930’larda Denizbank adına itiraz ettiği için Atatürk’ün talimatıyla radyodan linç edilen SadirMaksudi, gençlik yılları hapislerde geçen Sabahattin Aliler, Nazım Hikmetler, Kemal Tahirler…

Ama 2025 yılında bir gazetecinin tutuklanmasını haklı olarak eleştirirken, Mustafa Kemal’in hoşgörüsünü övmeye çalışmak hala itibar görüyor.

Çünkü bugünü eleştirmek yetmiyor, mutlaka dünde övülecek ve tutunacak bir yer de bulunmalı.

Eğer Atatürk, hayallerdeki eleştirilere karşı o hoşgörülü lider değilse, birkaç fırça darbesiyle o lider haline getirilmeli.

Tarihin iyi niyetlerle bu kadar çarpıtılmasından kimseye bir zarar gelmez. 

İşte Mete Tunçay’ın ömrü buna gıcık olmakla geçti. 

Daha 60’lar gibi erken bir vakitte buna itiraz etmeye başlamış bir tarihçiydi Mete Tunçay.

Solun içindeydi. Türkiye entelektüel hayatının merkezi olan SBF’de hocaydı. 

1954’den itibaren DP’yi eleştiren demokrat ve liberal eğilimli Forum dergisinde yazmaya başlamıştı.

Çok erken yerli ve milli uykulardan uyanıp, dünyaya açılmıştı.

1950’lerde Bertrand Russell, Orwell’in 1984’ü, Huxley’in Cesur Yeni Dünyası üzerine yazıyor, darbeci askerlerle profesörlerin anayasa yazdığı 1961’de Thomas Jefferson’ın Seçme Eserleri’ni, daha Türkiye’ye Açık Toplum’un düşmanı olan ideolojiler yeni girerken 1967’de Karl Popper’in Açık Toplumun Düşmanları’nı çeviriyordu.

1923’den önce her şey karanlıktı ezberinin resmi ideoloji, komünist kelimesinin en ağır suçlama olduğu 1967’de 1923 öncesi sosyalist hareketleri anlattığı Türkiye’de Sol Akımlar ( 1908-1925)’ı yazdı. 

Tarihin çarpıtılmasına karşı hassas bir tarihçiydi. Kim tarafından ve ne için çarptırılmasına bakmadan…

1973’de Mehmet Barlas’ın evindeki yemekte Kemal Tahir’i romanlarında tarihi çarpıtmakla eleştirdiğinde, Tahir’in fenalaşıp kalp krizinden öldüğü rivayet edilir.

Solcular arasında bile en büyük tartışmanın gerçek Atatürkçü kim olduğu 1977’de yazdığı “Atatürk’e Nasıl Bakmak?” makalesinde şöyle yazmıştı: 

“Artık, Atatürk konusuna boş övgüsüz ve sövgüsüz yaklaşmayı öğrenmeliyiz. Bize ve ona böylesi yaraşır. Atatürk’ü eleştirmek, bizim için bir anlamda kendimizi eleştirmek, özeleştirimizi yapmak demektir. Bundan yan çizmekse, Atatürk’ten ve dolayısıyla kendimizden yabancılaşmayı göze almak olur. Kendi vatanımız olduğu için, Türkiye’yi hep tek başına, biricik diye düşünüyoruz. Oysa, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra dünyada kurulan yeni cumhuriyetlerin çoğu, demokratik cumhuriyetler değil, başkanı kalıtsal olmayan diktatörlüklerdi; aşağı yukarı İtalyan faşizmi prototipine benzeyen rejimlerle yönetilmekteydi. Atatürk Türkiyesi, ülkede devlet gücüyle özel kapitalizmin gelişmesini sağlamaya çalışması bakımından o rejimlerle bir nitelik ortaklığı gösterir. Fakat, onların çoğundan farklı olarak, gerçekçi bir değerlendirmeyle, saldırgan bir emperyalist politika izleyecek kadar güçlü olmadığının bilincindedir. Bu, azımsanacak bir fark değildir; önemli ve mutlu bir farktır.”

Bu uğurda daha da yalnız kalmayı göze alarak, Kenan Evren’in Atatürk’ün doğumunun yüzüncü yılı için Atatürk Yılı ilan ettiği 1981’de, en koyu ve sert bir sağ Atatürkçülük kol gezerken başını belaya sokacağı kesin “Türkiye Cumhuriyeti’nde Tek-Parti Yönetiminin Kurulması 1923-1931” kitabını yazmıştı.

Tek Parti rejiminin ilk akademik eleştirisi olan bu cesur kitap ancak 1989’da ikinci baskısını yapabilmişti. 

Ama Tunçay, kitaptan iki yıl sonra 1983’te üniversiteden atılan 1402’likler arasına girmişti.

Kitap akademide bir çığır açtı. Herkese bir cesaret geldi. Bugün bildiğimiz pek çok gerçeği o kitaba ve o cesarete borçluyuz.

Mete Tunçay, üniversiteden uzakta geçirdiği 10 yılda boş durmayıp Tarih ve Toplum’uçıkardı. 

Şimdi post-Kemalistler denip, neredeyse AK Parti’yi kuran ideologlar muamelesi yapılan gerçek tarihçiler için bu dergi bir okul olmuştu. 

Mete Tunçay, milyonlarca insanın ilkokuldan itibaren belli ezberlerle yetiştiği geç Osmanlı ve Cumhuriyet dönemi akademik tarihçiliğinde bir buz kıran oldu. 

O milyonlarca şartlanmış insanı karşısına alma pahasına…

Bunu İslamcı ya da Osmanlıcı alternatif tarihçiliğinin berbat üslubuyla değil, akademik standartlar içinde yaptığı için karşısına ancak belgeyle çıkılabilirdi.

O belgeler de yoktu. 

Her zaman günlük siyasetin bir parçası olmuş ve resmi propagandanın esas olduğu bir alanda tarihçilik yapmak ister istemez siyaset yapmak da demekti. 

Bu yüzden yaşarken çok düşman kazandı. Ama tarihi gerçekler için yaşarken o bedelleri ödemeyi göze aldı. 

Bugün yaşanan hiçbir şey tarihi değiştirmiyor. 

Ama bugüne kızıp tarihi değiştirmeye çalışanlar karşılarında dev cüsseli Mete Tunçay’ı ve dev külliyatını bulunca ona ve onun paltosundan çıkmış olanlara kızıyorlar. 

Daha da kızacaklar. Çünkü yarın da yaşanacaklar tarihi değiştirmeyecek. 

Mete Tunçay, tarihle ilgili söylediklerinin hepsinde haklıydı. Haklı olmaya da devam edecek…

- Advertisment -