Ana SayfaGÜNÜN YAZILARIVallahi ben kraliyet seviyorum

Vallahi ben kraliyet seviyorum

Partilerin örgüt daha doğrusu delege yapısı ve aday belirleme yöntemleri bizdeki lider oligarşisinin can damarıdır. Bunun en vahimi de oligarşik liderliğin kurduğu sistemi kendisini destekleyecek bir hukukla güvence altına almasıdır. Çünkü bizde her kesim bir lider yaratmış ve onu kutsamakla meşgul. Lider başarısız olmaz, başarısız olan tebaadır. “Yaygın bir adaletsizliğin devrim nedeni olabileceğini,” söyleyen Aristoteles’i bile yanıltmış bir milletiz. Kasetle gelen bile sonsuz liderlik peşinde. Oysa tutuklu belediye başkanlarının sayısını Google bile karıştırıyor. İktidarın hukuksuzluklarını bas bas bağırıp güdümündeki yargıdan adalet ummak açıklanabilir bir durum değil.

Yazımın başlığını Sermiyan Midyat’ın 2010 yapımı “Ay Lav Yu” filmindeki dedikodu yayılmasını konu eden bir sahneden aldım.

Güneydoğulu bir vatandaşımız “Eyalet sistemi en doğrusudur,” deyince bir diğeri “ Nasyonal sosyalizm şarttır,” der demez başında kefiye, elinde sigara ve bacak bacak üstüne atmış olan arkadaş son noktayı koyuyor: “Vallahi ben kraliyet seviyorum!”

CHP İstanbul 38. Olağan İl Kongresi’nin iptali için açılan davada mahkeme, İl Başkanı Özgür Çelik ve mevcut yönetimin görevden uzaklaştırılmasına, yerlerine geçici bir yönetim atanmasına hükmetti.

“Onaylı etiketinde şıra yazan şarap helaldir,” düsturuyla hareket eden bir kısım otokrat lider düşkünleri bir anda sevinç çığlıkları atmaya başladı.

İçeriden ve dışarıdan…

Dışarıdakilerden biri de Ankara Büyükşehir Belediye eski Başkanı Melih Gökçek…

Gökçek kendi görevden alınış şeklini unutup “OH…OHH…OHHH…YANDI GÜLÜM KETEN HELVA…” şeklinde paylaştı.

Nasıl bir sevinçse, vurgusunu -o koskoca adama- büyük harflerle yaptırmış.

İçeridekiler zaten hazır kıta halinde olduklarından hemen kayyumluk görevini kabul ettiler.

Soruna odaklanan yok.

Oligarşik liderliğe hukuki dayanak lazım

Oysa bütün sorun Türk siyasi partilerinin liderlik yapısında…

Prof. Dr. İlter Turan Ekim 2011 tarihli bir makalesinde* şöyle diyor:

“Türk siyasi partilerinin liderlik yapısı oligarşiktir, lider yenilemekte zorluklarla karşılaşmaktadırlar.”

Ancak bir siyasi parti liderinin görevini uzun süre koruması, liderliğinin oligarşik olduğu anlamına gelmez.

Bir parti başkanı hâkimiyetine karşı çıkanları bir vesileyle etkisizleştirmeyi başarabiliyorsa liderliği oligarşiktir.

Partilerin örgüt daha doğrusu delege yapısı ve aday belirleme yöntemleri ise bizdeki lider oligarşisinin can damarıdır.

Bunun en vahimi de oligarşik liderliğin kurduğu sistemi kendisini destekleyecek bir hukukla güvence altına almasıdır.

Lider yenilenmesi hep sancılı bir süreç olarak algılanmaktadır.

Nedeni, bu coğrafyanın kaderi haline gelen biat kültürüdür.

Tek parti döneminden gelen liderin egemen olduğu parti anlayışı çok partili sistemde de yerini korumuştur.

Böyle bir kültürde her türlü adaylık için seçmen desteği geri plandadır.

Çünkü bir partinin yerel ve merkez yöneticileri gelecekteki konumları için liderin oluşturduğu sistemde lidere bağımlı olmak zorundadır.

Aynı siyasi sistem içinde yer alan siyasi partilerin ekseriyeti gün geçtikçe birbirine benzemişlerdir.

Nitekim Demokrat Parti’nin siyaset anlayışı zamanla yerini aldığı CHP’den farklı olmamıştır.

Muhalefetteyken savunduğu çok şeyin tersini yapmıştır.

2002’de temel hak ve hürriyetler ile liberal söylemleri merkezine alan AK Parti ise zamanla Cumhuriyet’in tek partili dönemi ile yarışır hale geldi.

Hatta “ipi göğüslemek üzere” de diyebiliriz.

Liderliğe ölümüne tutunanlar

Türk siyasi parti süreçlerini şöyle bir incelediğimizde yaklaşık benzer durumlar görürüz.

Belki sadece Cumhuriyet’in erken dönemini hariç tutmak gerekir.

Zira Kurtuluş Savaşı’na öncülük eden kadrolar bir anda partiye dönüşmüştür.

Sonrasında, itaati merkezine alan sağ seçmenin lider değişimi gibi bir derdi olmadığından oligarşik liderlik sağ tandanslı partilerde daha kolay tutunmuştur.

Çünkü lider istemedikçe değişim zordur.

1981’de siyasi partiler askeri rejim tarafından kapatılmasına rağmen yasaklı liderlerin sonradan partilerine geri dönmeleri bunun en güzel örneğidir.

Mesela Süleyman Demirel 1964’te Adalet Partisi ile başladığı parti başkanlığı serüvenine 1987 referandumu ile siyasi yasakları kalkınca Doğru Yol Partisi ile devam etmiştir.

Necmettin Erbakan 1973’te Milli Selamet Partisi başkanlığını, 1980 sonrasında siyasi yasağı kalkınca, Refah ve Saadet partilerinde devam ettirmiştir.

Hatırlarsanız Erbakan Fazilet Partisi’ni de yasal nedenlerle dışarıdan yönetmişti.

Benzer durum Alpaslan Türkeş için de geçerlidir.

Türkeş 1965’te CKMP ile başlattığı parti başkanlığı kariyerini 1980 sonrası kaldırılan siyasi yasaklar neticesinde MÇP ve MHP ile devam ettirmişti.

Sağ kesimin ağır topları Turgut Özal ve Süleyman Demirel Cumhurbaşkanı olmak için partilerinden ayrılmışlardı.

Ancak Özal yine de tedbiri elden bırakmamış, kendisi Cumhurbaşkanı olunca eşi Semra Özal’ı ANAP’ın İstanbul İl Başkanı yapmıştır.

Necmettin Erbakan, Alpaslan Türkeş ve Muhsin Yazıcıoğlu’nu ise parti başkanlığından ancak ölüm ayırabilmiştir.

Gelelim günümüze… Erdoğan çok kısa bir süreliğine AK Parti’yi Ahmet Davutoğlu ve Binali Yıldırım’a emanet etti.

Alparslan Türkeş’in ölümü ardından 1997 yılında yapılan kongrede MHP’nin genel başkanlığına seçilen Devlet Bahçeli, uzun süren hastalık döneminde bile partisini “gölgesiyle” idare etti.

Sağ partilerin bir özelliği de genel başkanlık seçimlerine ekseriyetle tek adayla girmeleridir.

Ortanın solu ve Ecevit

Sol cenahı temsilen Bülent Ecevit ile ümit vaat eden CHP şimdilerde lider kültü açısından sağ partilerle yarışır durumda.

Bülent Ecevit 1972 yılında İsmet İnönü’nün istifa etmesi üzerine CHP’nin 3’ncü genel başkanı oldu.

İnönü’nün istifası normal bir istifa değildi.

Çünkü Türk Silahlı Kuvvetleri’nin 12 Mart 1971 Muhtırası’ ndan sonra CHP’nin tutumu konusunda parti içinde önemli görüş ayrılıkları belirmişti.

Bülent Ecevit 12 Mart Muhtırası’ nın CHP içindeki “Ortanın Solu” hareketine karşı verildiğini söyleyerek partisinin askerî yönetimce oluşturulan hükûmete katkıda bulunmasına karşı çıktı ve genel sekreterlikten istifa etti.

 İsmet İnönü, askeri müdahaleye açıkça karşı çıkılmasını onaylamıyordu.

İnönü, Ecevit’in bu restine karşılık  “Ya ben, ya Bülent!” diyerek adeta kendi ipini çekti.

Çünkü Kurultay’da Ecevit yanlıları 507’ye karşılık 709 oy ile güvenoyu almıştı.

Büyük umutlarla yola çıkan Ecevit de 12 Eylül’den nasibini aldı.

Yasakların kalkmasıyla CHP’ye dönmeyip eşi Rahşan Ecevit’e kurdurttuğu DSP’nin başına geçti.

İlerleyen yaşı, bozulan sağlığına rağmen bir aile partisi görüntüsü veren DSP’nin başkanlığını 2004’e kadar yürüttü.

Kasetle gelen bile sonsuz liderlik peşinde

Deniz Baykal 1992 yılında başladığı CHP başkanlığını 2010 yılındaki kaset kumpası ile terk etti.

Kaset olayı olmasaydı muhtemelen ölümüne kadar parti başkanlığına devam edecekti.

Lider doğmayıp bir kasetle lider yapılan Kemal Kılıçdaroğlu ise hala genel başkanlık mücadelesi içerisinde.

Oysa göreve geldiği 2010 yılından ayrıldığı 2023 yılına kadar partisinin bir varlık göstermediğini kendisi de biliyor.

Hatta parti başkanlığından ayrılır ayrılmaz CHP, hatırı sayılır bir ivme yakalayarak 31 Mart 2024 yerel seçimlerinde  %37.76 ile birinci parti oldu.

Ama tüm bunların Kılıçdaroğlu ve ekibi açısından hiç bir önemi yoktu.

Onlar liderliği bir uzuv kopması olarak algıladılar.

Bu yüzden de 14 Şubat 2025’de hem CHP Kurultayı hem de İstanbul İl Kongresi’nin iptali için açılan dava sayısı bugün itibariyle 10’a ulaşmış durumda.

Bu davaları açanların kimler olduğu ortada.

İktidara çamur atarak kimse bu işten sıyrılmaya kalkışmasın!

Yaktığınız ateşe iktidarın su dökecek hali yok ya!

Kaldı ki iktidarın her an pusuda hazır olduğunu anlamayacak seviyede iseniz saf ötesi sayılırsınız.

İktidarın hukuksuzluklarını bas bas bağırıp güdümündeki yargıdan adalet ummak açıklanabilir bir durum değil.

Parti içi çekişmelerinizi güvenmediğiniz yargıyı havale etmek nasıl bir çelişki?

Bugün tutuklu belediye başkanlarınızın sayısını Google bile karıştırıyor.

Siz hala durmuş liderlik hesabı yapıyorsunuz.

Partiler üzerindeki vesayeti bile tenzili rütbeye uğrattınız.

Evet, eskiden bu işlere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ve Anaysa Mahkemesi bakardı.

Ancak sizler partinizi bir dernek gibi görüp iç çekişmelerinizi asliye hukuk mahkemeleri ile asliye ceza mahkemelerine ihbar ettiniz.

Oysa parti kurultayları ve il kongreleri Yüksek Seçim Kurulu yani hâkim nezaretinde yapılan seçimlerdir.

Siyasi Partiler Kanunu’nun 21’nci maddesi nettir.

Hâkim gözetiminde yapılan kurultay ve kongrelerde nihai karar yine Yüksek Seçim Kurulu’na aittir.

Kaldı ki ülke genelini ilgilendiren bir yönetmeliğin iptali bile normal bir idare mahkemesinden istenemez.

Bu konudaki yetki Danıştay’a aittir.

Milyonlarca seçmeni olan ve seçim sonucu ülke genelini ilgilendiren bir partinin geleceğini yerel bir hukuk mahkemesinin insafına terk etmek nasıl bir mantıktır?

Kanunları zorlayarak açtırdığınız kapıyla kendi seçmen iradenizi yok saydırmaya çalışan bizzat sizlersiniz.

Bu yüzden de İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı gözlerimizin içine baka baka İBB soruşturmasıyla ilgili “100 yılın en büyük yolsuzluk dosyası bu, biz beyanı delillendirmeden tutuklamıyoruz, ” diyebildi.

Ama siz “Sen savcısın, sen sadece lehte ve aleyhte delilleri toplamakla mükellefsin, bu şekilde bir kanaatle mahkemeleri yönlendiremezsin, adil yargılamayı etkileme yasağına sen de dâhilsin, tutuklama yetkisi mahkemelere ait, bu açıkça bir yetki gaspıdır,” diyemediniz.

Tek derdiniz kaptırdığınız liderliğin içinizi kemiren cazibesi.

Maalesef  her kesim kendince bir lider yaratmış ve onu kutsamakla meşgul.

Lider başarısız olmaz, başarısız olan tebaadır.

Lider kime hain derse doğrudur.

Lider bu gün hain dediğini yarın kahramanlaştırabilir.

Liderin mutlaka bir bildiği vardır.

Liderin bilmediğini biz zaten bilemeyiz.

Öyle eğip bükmeye gerek yok!

“Yaygın bir adaletsizliğin devrim nedeni olabileceğini,” söyleyen Aristoteles’i bile yanıltmış bir milletiz.

Kenan Evren tarafından hazırlanan 12 Eylül Anayasası’nı yüzde 8,63 “Red”’e karşılık 91,37 “Kabul” şeklindeki seçmen davranışını başka türlü izah edemezsiniz.

1982 Anayasası’nın geçici 4. maddesi ile getirilen 10 ve 5 yıllık siyasal yasakların kaldırılması bile 1987 referandumunda %50.16 oy oranı ile kıl payı kabul edildi.

Çünkü bir devletin erdemi yurttaşların erdemiyle doğru orantılıdır.

Velhasıl, biz gerçekten kraliyet seviyoruz.

*“Türk Siyasi Partilerinde Lider Oligarşisi:Evrimi, Kurumsallaşması ve Sonuçları”; İ.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, No:45 (Ekim 2011), s.1-21.

- Advertisment -