Bu yazıya ‘Delilerim’ başlığı koyacaktım.
Ah benim delilerim, tükenmiyor hayretlerim mealinde, yaşadığımız günlerin bilicisini, bağırıcısını sarakaya alacaktım.
Hava sıcak, deli çok, üstelik sınıflanamayacak kadar tür farklılığı var. Ülke olmuş açık tımarhane, bu fakir neylesin olan bitene?
Kırk yılda bir gördüğünüz arkadaş “yetmez ama evet’çilere beter olsun bu haller!” diyor, kendince sizi suçlayıp, halimizi çıkmazda sanıp.
Sosyal paylaşım siteleri zaten ilaç falan kâr etmeyecek kadar ağır hasar almışların duvar yazıları, akıldan, espriden, mizahi söyleyişten mahrum kalmışların acemi edebiyat karalamaları. Edebiyat şöyle dursun, kelimenin edeb kısmını bile tutturamıyor.
Arkasından yüzüne karşı söyleyenler, küfürün bile çirkinini edenler, dünyaya nizamat verenler, tuhaf ve hastalıklı mantıklarıyla, yani mantık dışılıklarıyla mantıklı yorum yaptığını sananlar, az normalleri de akıldan saptırıyor.
Bir de yedi evin artığı olanlar var; eskilerin süprüntü dediği, söz bilmez, iz’an bilmez ve edepsizler.
Bu konuda bazen erkekler 2-0 öne geçiyor, bazen kadınlar 5-0 yeniyor, topu taca atan mı istersiniz, penaltıyı bile gole çeviremeyenler mi, hepsi var. Düşmanlıkta ve kem sözde iki cins berabere.
Hepsi aklı teğet geçiyor, okurken felç oluyorsunuz sanki, yüzünüzde tek kas oynamıyor, duyduklarınızı mantık süzgecinden geçirmeye kalkınca da tansiyonunuz fırlıyor.
Arkadaş görünen, bir zamanlar öyle olan hatun kişi yazıyor, “dönmek nasıl bir şey, söyleseniz de öğrensek…”
Bir diğeri yazmakta olduğunuz haber sitesine gönderme yaparak, “yalakalık, yandaşlık” suçlamasında bulunmayı hak görüyor, kendinde.
Adınızdan ve kitaplarınızdan, siyaseten ve sosyal yönlerden olan bitenlerden, esasen dünyadan bihaber bu kişiler, tıpkı diğer alanlardaki diğer insanlara ettikleri eziyeti, saygısızlığı dışa vurarak kendilerinin siyaseten doğru cephede durdukları vehmiyle döktürürken, acınacak hale düştüklerininin farkında bile değiller.
Geçenlerde kitap gönüllüsü arkadaşların bir kitabımı okuyup söyleşme ricası üstüne, onlarla bir araya geldiğimde, bir kadın “beni sevmeleri/okumaları için üç neden söylememi” buyurdu!
Sevmek zorunda olmadığını kibarca hatırlattım.
“E o zaman sizi niye okuyalım biz?” dedi.
Okumak zorunda da olmadıklarını ama davet üzre katıldığım bu toplantıda, onun değilse de okumuş olanların sorularını yanıtlayacağımı, bu kadar zıddına gidiyor isem, gelmemesinin daha uygun olabileceğini belirtince de,
“evet, öyle” dedi, “sanatçı olabilirsiniz, ben de sanatçıyım, benden haberiniz bile yok tabii…”
Ve çıkardı telefonunu, görüşmeler yaptı, mesajlar yazdı, edebildiği edepsizliği etti ve gitti. Şanlı eyleme alkış! (Sonradan, diğerlerinin mahcubiyetle söylediğine bakılırsa, eski bir vekilin eski karısıymış, vekile acıdım, onun vekili olduğu millete de.)
Bir tarihte, face denen kenar mahallede gazeteci yazar yakınımın doğum gününü (mizahi bir metinle) kutladım diye küplere binmişti adamcağızın biri. Yurt dışında yaşayan ama ülkedekileri aratmayacak cehalette olan…
“Ama biz hısımız” diye açıklamaya çalışıyorum bende’niz fakat adamın amacı anlamak değil ki, küfretmek…
Sergi açılışlarıyla imza günlerinin gediklisi bir kadıncağız vardı, kokteyl yahut şenlik meraklısı sanırdım, değilmiş meğer, derdini dökmeye gelirmiş. “N’apiyim?” dediydi, “terapi çok pahalı, sürekli gitmek gerekir, ben alıyorum ilacımı (ilaç da arkadaş öğüdü), geziyorum bu tür yerleri, herkese yüz gram dert döküp, ferahlayıp çıkıyorum, tanınma derdi de yok…” derdi.
Yurt dışında yaşayan ama gariban olan, küfr ve kin taşıdığını sanmadığım biri, gene face’te, yurt dışındaki çocuk hastanelerinde cam silen firmaların çocuk kitabı kahramanı kılığıyla çalıştığını, ah ah bizim o uygarlık çizgisine hiç ulaşamayacağımızı yazdığında, “o firma, hastane masrafına bunu ekliyordur” yorumuma bir çemkirsin, bir kızsın… “Birazcık” dedi, “arif olsanız, okusanız, dışarlara gidip dünyayı görseniz, böyle demezsiniz.”
Haklı… Hemen yanıtladım, “anam babam Allah’ından bulsun, ilk mektep bitince göndermediler, ben n’apiym? Ne mutlu size…”, “Haş’şöle” dedi o da…
– Halkın hikayesini halka para karşılığı okuttuğumuzu, neden bilaücret dağıtmadığımızı soran mı ararsınız, kıytırık bir köşede zırva yorumlar yazan hatun kişinin “kahramanlarınız benimkilere benziyor, ne iş?” dediğini mi?..
– Söyleşilerde soru sormak üzere elini kaldırıp yarım saat yorum yapınca, okuru, öteki dinleyenlerin de sorabileceği uyarınız üzerine, kürsü önüne kadar gelip, el kol işaretleriyle taşkınlık yaptığını mı?
– Kendi bastırdığı kitabını ödemeli gönderip, geri çevirmenizi, almadığınızı ayıplayanı mı?
– Çağırdıkları imza ve söyleşi günleri için hem yol, hem otel masrafını sizden beklediğini, bunun devrimci yazarlık gereği olduğunu ihtar eden yerel yönetim yetkilisini mi?
– Beşerli onarlı (hem de her kitabınızdan) bağış beklediklerini ihtar edeni mi?
Ama son dönemin saçmalayanları fevkaladenin fevkinde…
Muhalefeti anlamaya çalışmak, hepsinden zor.
Her konuda çark edip, aynı anda hem küslüğü hem barışı savunanları anlayan beri gelsin.
Yeni hiçbir söz etmeyip, küfr’den öteyi bilmeyip, küflenmişliğini, gayretsizliğini, ufuksuzluğunu, üstelik devrimcilik diye satanları nasıl anlamalı?
'Bizim Putin sizi döver’ci bunlar… Bizle savaşa tutuştuğunda yanında saf tutacaklarını söyleme cür’etinde olan Esad’çılar bunlar. İsraille buzlar eriyince hükümeti Filistin davasını satmakla suçlayanlar da bunlar. AB ile ilişkimiz bozuldu diye bizi dışarıya şikayet eden bunlar. Teröriste gıkı çıkmayıp, devlet silahı bıraksın diyen akıldaneler bunlar.
Fahrettin Altun’un yazdığı gibi, “mesele şiraze, o kayan da şiraze…”
(Not: Şiraze, kitabın sayfalarını bir arada tutan, ince örgü şerit. Kaydı mı kitap da mafiş, siz de…)