Aynı tahayyülleri yaşayan ve hisseden, genel nüfusun yüzde 60’ına karşılık gelen çok güçlü milliyetçi-muhafazakâr bir sosyal yapı oluştu. Bu kesit daha önce de vardı; ancak yapı düzleminde değil, sırf düşünce ve hissiyat özelliğindeydi. İlk kez bu denli konsolide olarak kolektif bir ortak ruhla donandı. Kendini bu yeni anlam içinde konumlandıranlar, yapıyı “yerli ve milli” diye tanımlıyor. Kendini bu yeni anlam içinde konumlandırmayanlar ise “kendi dışında olanı dışlayan faşizm” olarak ifade ediyor. Ben ise söz konusu yapıyı yeni milliyetçilik olarak kavramlaştırma taraftarıyım. Bu yeni milliyetçilik, Ortadoğu’da belirsizlik düzenle sonlanıncaya kadar varlığını sürdürecek. Dolayısıyla Türkiye’nin önümüzdeki daha en az on yılını yeni milliyetçiliğin siyasal tercihleri belirleyecek.
Şimdi önümüzde duran en önemli mesele, yeni bir sosyal yapı olarak bu yeni milliyetçiliği açıklayacak modeller geliştirebilmek. Bu yeni sosyal tahayyülü derinliğine anlayacak saha çalışmaları yapıldığını söylemek mümkün değil. Sadece bir iki istisna dışında, daha çok cılız tezler seslendiriliyor. Bu tezler arasında başat olan varsayıma göre, izlediği politikalar, ürettiği söylemlerle yeni milliyetçiliği Erdoğan yarattı. Acaba öyle mi? Yeni milliyetçiliği Erdoğan mı yoksa toplumsal işleyiş mi yarattı? Yoksa arayanın aradığını bulması hali mi gerçekleşti?
Bu belirsizliğe bir giriş yapmak istiyorum. Kollektif öznellik üretimi, erk ve iktidar üzerine özellikle Deleuze, Guattari ve Foucault’dan yaptığım okumalar yön levhaları olacak. Düşüncelerimi hem teoriyi, hem de teoriyle örtüşen örnek seçimlerini içerecek şekilde üç madde etrafında toplamaya çalışacağım. Amacım yeni milliyetçiliğin nasıl oluştuğuna dair bir izlek oluşturabilmek. İddialı olduğumu söyleyemem, ama yine de denemeye değer bir inceleme olacağını varsayıyorum.
Kaçış çizgisi belirsizliği
(1) Toplumsal işleyiş, kaçış çizgileri tarafından kırılır. Kırılma eşikte ve sınırda gerçekleşir. Toplumsal anlam üretimine dahil olan kodlar ve şifreler bundan etkilenir. Ortaya belirsizlik çıkar. Bu belirsizlik toplumsal alanı şekillendirecek olan sanal dolaşımlar yaratır. Belirsizlik aslında tohumdur.
Toplumsal işleyişte, ilk kaçış çizgisini 7 Şubat 2012 MİT krizi oluşturdu. Krizden sonra AK Parti ile Cemaat karşı karşıya geldi. Herkes “neler oluyor?” sorusunu sordu. Ardından Gezi olayları, daha sonra da 17-25 Aralık operasyonları gerçekleşti. Ortaya kaynağı olmayan bir belirsizlik hali çıktı. Bu belirsizlik sanal dolaşıma girdi; toplumsal alanı yatay ve dikey olarak kat etti.
Yeni işleyiş ve toplanışlar
(2) Toplumsal alanı ve düzeni flulaştıran kaçış, yeni işleyiş ve toplanışlar doğurur. Bu yeni işleyiş hali moleküler bir işleyiştir. Moleküler işleyişte, yeni ifade, kendisinde olan etkileyici içerik ile diğer ifadelerin içeriklerini yeniden yapılandırır. İkinci aşamada belirsizlik bir algıya dönüşür. Bu aşamada nicel toplanışlar nitel toplanışlara evrilebilmek için bir köprü inşa eder.
2015 seçimleri öncesi sol örgütler eylemlere yöneldi. İstanbul Adliye Binası basılarak savcı Mehmet Selim Kiraz öldürüldü. Ardından Urfa, Diyarbakır, Ankara, İstanbul’da IŞİD eylemleri oldu. Kobani yüzünden Kürt illerinde kitlesel gösteriler meydana geldi; bu arada 50’yi aşkın kişi hayatını kaybetti. Cizire ve Kobani kantonları birleşti. Böylece ortaya bir Kuzey Suriye koridoru ihtimali, bu ihtimalin de Türkiye’nin ulusal güvenliğini ciddi şekilde tehdit edeceği ihtimali doğdu. Seçimler sonrası ise PKK çözüm sürecini bozarak şiddet dalgası başlattı.
Bu olaylar ve eylemler yeni ifade ve toplanışlar yarattı. Toplum organize ve topyekün saldırıyı ülkeye yönelik kalkışma olarak okuyarak belirsizliği algısal kalıba döktü. Bu yeni ifade (dış kaynaklı tehdit) belirsizlik ve eski ifade kalıplarını (devlet ve AK Parti IŞİD’e destek veriyor) yerinden etti. Eski ifadelerin yerine yeni ifade ve anlamlar (dış kaynaklı tehdit ülkeyi destabilize etmek istiyor, ülke ateş üstünde) ikame etti.
Kollektif öznellik üretimi
(3) Kodlanmış yeni anlam ve semboller toplumsal yapıdaki ilişkileri yeniden yapılandırır. Böylece ortaya davranış ve karakter çıkar. Yeni davranış ve karakter, ifadenin kristalleşmesi ile olur. Kristalleşmede yerinden olan ifade, yerinden eden yeni ifade ile birleşir. Oluşan yeni algı, toplumsal itaat üreten aşağıdan yukarı, yukarıdan aşağı geliş-gidişler oluşturur. Bunu, başlangıçta minoritelerin oluşturduğu mikro erk iradeleri olarak tanımlayabiliriz. Sonunda minoriteler majoritelere dönüşür. Bu dönüşüm karizmatik liderlik üzerinden gerçekleşir. Üçüncü aşamada toplum belirsizlik, algı, tehdit düzlemini izledikten sonra tehdide karşı refleksi önceler. Aslında olan, kollektif öznellik üretimidir.
Toplumsal alan içinde dolaşan tehdit algısı, toplumun bilinçaltında “ne yapabiliriz” sorgulaması doğurdu. 7 Haziran seçiminden sonra algı, reflekse (memleket ateş üstünde) dönüştü. Bunda, seçim sonrası koalisyon belirsizliği ve yeniden başlayan çatışmalı ortam çok etkili oldu. Böylece tehdit karşısında ne şekilde durulabileceğinin kollektif ruhu oluştu. Halk 1 Kasım 2015 seçimlerinde umut veren güçlü karizmatik liderliği ve güçlü siyasi partiyi yaratarak, tehlikeyi ne şekilde karşılamak isteyeceğinin kollektif davranışını sergiledi. Bu yeni toplanış aynı zamanda neyin toplanış dışında kalacağının işaretlerini verdi. Öfke, sınırın yanlış tarafına düşen kişi ya da gruplara acımasızca yönlendirildi. Bildiri yayınlayan akademisyenlerin başına gelenler, Davutoğlu’nun 2003 koşullarına dönülürse müzakere düşünülebilir sözüne gösterilen tepki, bunun en açık örnekleri oldu.
Fark edilmez var oluş
Toplumsal işleyişler, kodlar, networklar içinde dolaşan “anlam” en iyi inşa edici işçidir, göçebedir. Bu işçi ve göçebelerin üç özelliği vardır. Toplumsal alanı katmanlar gözetmeksizin yatay-dikey kat ederler. Duygu boyutları vardır. Gelişmeleri tehdit ve entropi olarak kodlarlar. Aslında yaşanan, toplanıştır. Foucault bu toplanışı “erki oluşturan keyfi ilişkisizlik”; Deleuze ve Guattari ise “arzunun toplanışı” olarak tanımlar.
Biz toplumsal alanda derinden derine giden “fark edilmez var oluşu” fark edemedik. Moleküler değişimi ancak hissettik. Çünkü bu kesit var olan ile birazdan var olacak olan arasındaki belirsiz ayrışmaydı. Biz yeni var oluşu ancak kristalleşme sağlanıp bu kristalleşme heterojenler arasında (bu heterojenleri sınıf farkı, mezhep ve etnisite farkı, ideoloji ve siyasal tercih farkı olarak görebiliriz) yeni bağlamlar ürettiğinde (bazılarımız bu yeni bağlama yerellik ve millilik diyor) daha iyi gözlemler ve anlar olduk.
Sonuçta, üç aşamadan sonra ortaya yeni bir toplanış çıktı. Ben buna muhafazakârlığın milliyetçilikle konuşarak, etkileşim kurarak, milliyetçiliğin zaaflarını iyi kapatarak oluşturduğu yeni Türkiye’nin yeni milliyetçiliği diyorum. Şimdilik doğuş kaynaklarına eğildiğim, ilerleyen yazılarda doğasına eğileceğim bu yeni milliyetçiliği öznel kılan yönler olduğunu düşünüyorum. Bu öznellik tehdide karşı gösterdiği tepkide eski milliyetçilik reflekslerinden ayrışıyor. Türk milliyetçiliği tarihte ilk kez kendisine yönelen tehlikeye karşı güçlendirilmiş bir siyasi irade, oylarla desteklenmiş güçlü bir karizmatik liderlik çıkartarak yanıt veriyor. Daha doğrusu, ne yapacağını bilen kollektif bir ruh oluşturarak cevap veriyor.
1990’ların milliyetçiliği devlet tarafından topluma empoze edilen bir milliyetçilikti. Yeni milliyetçilik ise tabandan gelen, daha sonra siyaseti ve devlet organlarını etkisi altına alan bir milliyetçilik. 1990’lı yılların milliyetçiliği güvenliği daha çok içten gelen bir tehdit olarak okuyordu. Yeni milliyetçilik ise güvenliği daha çok dışarıdan yöneltilen bir tehdit olarak okuyor.
Milliyetçiliği Erdoğan’ın oluşturduğu ve yarattığı tezi, sahada karşılığı olmayan bir tezdir. Erdoğan milliyetçiliği yaratan sebep olmadı, ama oluşan güçlü yeni milliyetçilik dalgası üzerinde sörf yapmaktan da haz aldı, alıyor.