Brezilya’da Anayasa’nın 85. maddesinde öngörülen “impeachment” mekanizması işletilmek suretiyle devrilmek istenen Devlet Başkanı Dilma Rousseff’i savunmak için sokaklara çıkan kitleler başlıktaki dövizi kullanıyorlar. Çünkü 2014 Ekiminde az farkla da olsa ikinci turda ikinci kez Başkan seçilen Bayan Rousseff’ in, ülkeyi sarsan yolsuzluk olaylarında anayasanın anılan maddesinde öngörülen Sorumluluk Suçu’nu (crime de responsabilidade) işlemediği halde Meclis’in üçte iki çoğunluğuyla görevden alınma girişimi millet iradesine karşı “darbe” olarak niteliyorlar.
Brezilya’da efsane Başkan Luiz Inácio Lula de Silva’nın Emekçiler Partisi PT (Partido dos Trabalhadores) iktidarına karşı 2013’te Türkiye’deki Gezi kalkışmasına adeta paralel olarak sokak gösterileriyle başlayan ve yolsuzluk soruşturmalarıyla gelişen “devirmeci” hareket bugün Başkan Rousseff’i kıskaç altına almış durumda. Serbestiyet’te yayımlanan “Brezilya neden kaosa sürükleniyor” (https://www.serbestiyet.com/yazarlar/akin-ozcer/brezilya-neden-kaosa-surukleniyor-635209) başlıklı yazımda, ayrıntılı bilgi verdiğim başta Petrobas olmak üzere ülkeyi sarsan yolsuzluk dosyalarıyla Rousseff’ in doğrudan bir ilintisi bulunmadığını işaret etmiş ve darbe iddialarına değinmiştim.
Yolsuzluklardan darbeye
Peru’nun eski Bakanlarından Amerika İnsan Hakları Mahkemesi Başkanı Diego García-Sayán İspanyol El País’te önceki gün yayımlanan yazısında, Brezilya’da birbirinden farklı, hatta taban tabana zıt iki ayrı gelişme olduğunun altını çiziyor. İlki, “kara para aklama” (Operação Lava Jato) soruşturmasında, başta iktidar partisi PT olmak üzere birçok siyasi partiye mensup kişilerin de aralarında bulunduğu 133 kişinin tutuklanması. Halk, haklı olarak soruşturmanın ucu kime dokunursa dokunsun engellenmeden devam etmesini istiyor.
Diego García-Sayán’a göre, ikinci gelişme, “gerçeği gizleyen, dolambaçlı” (tortuoso) olarak nitelediği yolsuzluk operasyonlarının siyasi amaçla kullanılması. Dilma Rousseff’ i görevden düşürmeye yönelik girişimleri bu çerçevede değerlendirmek çok yanlış değil. García-Sayán, buna örnek olarak, efsane Başkan Lula de Silva’nın iki hafta önce yargıç Sérgio Moro’nun talebiyle ifade vermesi için gözaltına alınmasını gösteriyor. Mahkeme salonu önüne adeta bir medya ordusunun davet edildiği, flaşların patladığı, kameraların kayda geçtiği dikkate alınırsa bunun usulüne uygun bir ifade alma yöntemi olduğunu söylemek güç.
García-Sayán’ın altını çizdiği bir başka örnek Sérgio Moro’nun Dilma Rousseff’ in hükümete girmeye çağırdığı Lula de Silva ile yaptığı telefon görüşmesinin kaydının yayınlanmasına izin vermesi. García-Sayán yargıcın bu izni vermesinin soruşturmanın gizliliğine ilişkin 9.296/96 sayılı yasayı çiğnemek olduğunu vurguluyor. Siyaset-yargı- medya üçgeninde oluşturulan bu işbirliği mekanizması demokratik hukuk devleti ilkelerine uygun değil elbette.
Rousseff: “darbe yöntemleri değişti”
Dilma Rousseff, geçen hafta aralarında Fransız Le Monde’un da bulunduğu dünyanın altı büyük gazetesiyle söyleşi yaptı. Gazetenin Brasilia’ya gönderdiği Claire Gatinois’nın imzası ile yayımlanan söyleşi “Dilma Rousseff: iktidardan düşürülmem için kanıt gerekecek” başlığını taşıyor.
Bayan Rousseff, bir soruya karşılık, Latin Amerika’da askeri darbeler yaşadıklarını belirtiyor ve devam ediyor: “bugün demokratik bir sistemde yaşıyoruz ve darbe yöntemleri de değişti. Bugün darbe, bireysel ve kurumsal hakları, erklerin bağımsızlığını ve insan haklarına saygıyı güvence altına alan anayasanın ihlal edilmesi demektir. Hukuk açık: “impeachment” olması için bir sorumluluk suçu işlenmiş olmalı. (…)Yasal bir temeli olmayan bir görevden alma prosedürü kurumsal bir darbedir.
Demokrasilerde demokratik tepkilerde bulunmak gerekir. (Eğer İmpeachment gerçekleşirse) elimizdeki tüm yasal araçları ortaya koyarak bu darbeyi ortaya koyacağız. Eğer anayasanın bu şekilde ihlaline cevap verilmezse Brezilya siyasi yaşamı bunun derin izlerini taşır. Não vai ter golpe. Demokrasimiz, kavgalardan, ölümlerden, işkencelerden, hatalardan, başarılardan doğdu, zayıflatmamamız gerekiyor.”
Dilma Rousseff, Sérgio Moro’nun, Lula de Silva ile konuşma bandının basına sızdırılmasına yeşil ışık yakmasının akabinde, eski Devlet Başkanı’nın hükümete girmesine, dokunulmazlık zırhına sahip olacağı gerekçesiyle izin vermemesini de siyasi bir karar olarak niteliyor. Lula de Silva’nın adaletten kaçmak için hükümete gireceği gerekçesinin geçerli olmadığını, suç işleyen bakanların Anayasa Mahkemesi’ne tekabül eden Yüksek Federal Mahkeme (Supremo Tribunal Federal) tarafından yargılandığını söylüyor. Buna örnek olarak 2005’te “mensalão” skandalı olarak bilinen bazı milletvekillerinin hükümet projelerine onay vermeleri için satın alınmaları olayına karışan siyasilerin yargılanmasını hatırlatıyor.
Brezilya toplumu bugün kutuplaşmış durumda. “İmpeachment” yanlılarıyla PT’yi ve Başkan Rousseff’i savunanlar sokaklara iniyor. Bayan Rousseff, askeri diktatörlük döneminde üç yıl hapis yattığını, o dönemde ağzını açanın içeri atıldığını hatırlatıyor ve kendisinin barışçıl gösteri hakkının savunucularının başında geldiğini vurguluyor. Ancak siyasi hoşgörüsüzlüğün ve dostları, hatta aile bireylerini karşı karşıya getiren bu kutuplaşmanın olumlu bir demokratik temel oluşturmadığının da altını çiziyor.
Efsane Başkan Lula de Silva’nın 2003’te başlayan iki dönemlik başkanlığında, uluslararası konjonktürün de rüzgârıyla, 2011’de dünyanın 6. büyüğü olan Brezilya ekonomisi de kısa süre içinde resesyona girmiş bulunuyor. 2015’te yüzde 3 oranında küçülmeyle 1990’dan bu yana en kötü ekonomik dönemini yaşayan Brezilya’nın, gelişmekte olan ülke sorunlarının tümünü en ağır biçimde içinde barındırması da son derece şaşırtıcı. Bunda küresel ekonomide görülen olumsuzluklar kadar 2013’teki sokak olaylarıyla baş gösteren siyasi istikrarsızlığın da rolü var kuşkusuz.
Aslında Başkan Rousseff’ in ikinci kez sandıktan çıktığı Ekim 2014’ten bu yana siyasi istikrarın yeniden yakalanmış olması beklenirdi belki ama öyle olmadı. PT karşıtlığı, bozulan ekonomiyle birlikte daha da derinleşerek bugün Bayan Rousseff’ in dert yandığı toplumsal kutuplaşma daha da derinleşti.
Bu ekonomik ve toplumsal çöküşte, Brezilya’da 8 yıl içinde 20 milyon yoksulu orta sınıfa geçirerek mucize yaratmış olan PT hükümetlerinin kötü yönetiminin mi veya yolsuzluklara karışmış olmasının mı rolü var? Yoksa bu durum, 2013’ten bu yana toplumda gelişen PT karşıtlığının ülkenin siyasi iktidara kavuşmasını engellemesinden mi kaynaklanıyor? Yoksa bütün bunlar, Rousseff ve PT yanlılarının altını çizdiği gibi yeni darbe yöntemlerinin sonucu mu? Eğer böyleyse, Bayan Rousseff söyleşide söz etmiyor belki ama bu yöntemler, ABD Dışişleri Bakanı Kerry’nin bir yıl kadar önce sona erdiğini belirttiği Monroe doktrininin yeni bir versiyonu mu oluyor?
Bu soruların yanıtını sadece Brezilya değil, aynı zamanda Latin Amerika ve dünyanın diğer köşelerindeki gelişmeleri izleyerek, ancak bir süre sonra verebileceğiz herhalde.