2007'den sonra TSK'ya yönelik başlatılan tasfiye hareketinin sebebi çözülebildi mi? Bu tasfiye operasyonun hedefinde olan eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, tahliye edildikten sonra Hürriyet'e verdiği mülakatta bu soruyu şöyle yanıtlamış: "Dış operasyon konusunda bir bulgu yok, bir veri yok bu konuda. Ancak değerlendirmeler yapılıyor. Birçok şey söyleniyor. 1 Mart Irak tezkeresinin Meclis'te kabul edilmemesinin doğurduğu sorunlardan söz ediliyor mesela…”
İlker Başbuğ, tahliye edilmeden bir hafta önce Mehmet Barlas ile yaptığı söyleşide "Milli orduya kumpas" sorusuna da benzer bir yanıt vermiş: "Kumpası soruyorsunuz. Evet, gizli tanıklarla, ayarlanmış hâkim ve savcılarla kumpas kuruldu bize… Bana niye bunu açıklamadınız diye soruyorsunuz. Hâlâ kimse tam olarak açıklayamıyor ki bugün bile."
Aynı röportajda İlker Başbuğ'un, bu konuya dair getirdiği en açık izahat ise şöyle: "Cemaatler, sosyal gruplaşmaya, ekonomik olarak güç kazanıp sosyo-politik yaşamı biçimlendirmeye çalışıyorlar."
TSK'ya yönelik operasyonun doğrudan hedefi olan, sahte suçlamalarla yargılanıp müebbet ağır hapis cezasına mahkûm edilen ve 17-25 Aralık darbe girişiminin başarısızlığa uğraması üzerine tahliye olma fırsatını yakalayan en üst düzeydeki ordu mensubunun, 2007-2013 arasında TSK'ya yönelik başlatılan operasyon hakkında ulaştığı çözümleme düzeyi maalesef çok sınırlı.
Dikkatimi çeken en acıklı cümle ise şu: "Hâlâ kimse tam olarak açıklayamıyor ki bugün bile." Bu cümlenin asıl anlamı "Tasfiyeye uğradık ama bunun neden yapıldığını anlayamadık!"
Başbuğ'a haksızlık yapmayalım; siyasilerin, hatta medyanın durumu da bundan ileri değildi. Koskoca bir ordu operasyon yiyor ama nedenini bir türlü analiz edemiyor. AK Parti'ye yönelik olarak da benzer bir tasfiye operasyonu başlatıldı; ancak bu operasyonun da tüm yönleriyle analiz edildiğinden kuşkuluyum. Bu çözülemediği içindir ki, hâlâ operasyonun devam ettiği görülemiyor. Demek ki, bu ülkenin sorunu ne "güçlü ordu, güçlü Türkiye" edebiyatı ne de "güçlü hükümet" iddiasıdır; asıl sorunumuz düşünce üreten milli güçlerden yoksun oluşumuz. Temel politikaları dışarıdan -içerideki uzantıları aracılığıyla- başka bir güç tarafından belirlenen, yönü çok önceden tayin edilmiş, nereye sürüklendiğini ayırt edemeyen askeri, siyasi ve bürokratik kadroların hâkim olduğu bir sisteme sahibiz. Bunu TSK'nın çaresizliğine, hükümetin bugünkü sıkışmışlığına bakarak da rahatlıkla anlayabiliriz.
TSK'ya yönelik tasfiyenin başarılı olup olmadığı, sonuç verip vermediği ayrı bir konu; İlker Başbuğ'a göre tasfiye başarılı olamadı. Amaç eğer Cemaat'in TSK'yi ele geçirmesi olarak görülürse; evet, başaramadı. Fakat amaç TSK'yı denklem dışına çıkarmak ise bunda başarılı olunduğu iddia edilebilir.
Yeni Şafak'tan Salih Tuna, bu konuda ufuk açıcı iki önemli yazı kaleme aldı. (http://m.yenisafak.com/yazarlar/salihtuna/korkunc-kumpas-2015922 ve http://m.yenisafak.com/yazarlar/salihtuna/yilanin-basi-2015876) Tuna, bugünü anlamak için işe 28 Şubat postmodern darbesinden başlıyor.
TSK'ya yönelik tasfiye hareketi ve Türkiye'nin koalisyona mahkûm edilmesi ile Ortadoğu haritasının yeniden şekillendirilmesi arasındaki bağlantı fark edilmezse, bu ülke çok şey kaybeder.