Çözüm Süreci’nin ilk dönemlerinde, PKK/BDP’den gelen öneriler de dikkate alınarak, hükümet tarafından Akil İnsanlar Heyeti oluşturuldu. Türkiye’nin yedi bölgesinde görev yapan yedi heyetin her birinin dokuz üyesi vardı. Heyetlerde gazeteciler, akademisyenler, sivil toplum örgütleri, sendikalar ve meslek kuruluşlarının temsilcileri yer alıyordu. Heyet üyeleri toplumdaki farklı eğilimleri, kesimleri ve siyasal pozisyonları temsil ediyorlardı.
Heyetler iki ay süresince Türkiye’nin her yöresini gezdi, çok çeşitli gruplarla temas kurdu. Genel olarak değerlendirildiğinde yapılan çalışmaların iki önemli işlevi yerine getirdiği söylenebilir:
İlki, Akil İnsanlar Heyeti’nin barış fikrinin toplumun tüm katmanlarına taşımasıydı. Çözüm sürecine taraftar veya karşıt olanlar bir masa etrafında ve açıklıkla tartıştılar. Sürecin olumlu veya olumsuz olarak gördükleri yönlerini ayrıntılarıyla müzakere ettiler. Uzlaştıkları ve ayrıştıkları noktaları tespit ettiler. Bütün bir ülke, ilk defa bu yoğunlukta, can yakıcı bir meseleyi sahici bir şekilde münakaşa etti.
İkincisi, Heyetlerin toplum ile Meclis arasında bir köprü kurmasıydı. Toplumun çatışmalı süreçlerden nasıl etkilendiğini, savaşa ve barışa nasıl baktığına, endişe ve umutlarına dair noktaları bir rapor haline getirdi ve hükümete sundu. Raporlar daha sonra kamuoyunun bilgisine açıldı. Raporlar son derece öğreticiydi, hem sürecin taraflarına ve hem de topluma izlenmesi gereken siyaset hakkında önemli ipuçları veriyordu.
Çatışma ve Akiller
Aslında Akil İnsan Heyeti’nin görevi, 2013 Haziran’ında raporlarını hazırlayıp hükümete iletmeleri ile son buldu. Ancak süreç içinde şiddetin tırmandığı her noktada gözler Akillere çevrildi. Mesela 2014’teki 6-8 Ekim Olaylarının ardından süreç türbülansa girdiğinde, Başbakan Davutoğlu Akil İnsanlar ile bir gün süren bir istişare toplantısı yaptı, sürecin akıbeti ve daha sağlıklı ilerlemesine dair görüşlerini aldı.
Son dönemlerde süreç maalesef yine bir darboğaza girdi. Öfkeli sesler yükseliyor, kötü çanlar çalıyor, sağa sola nefret tohumları ekiliyor yine. Patlayan her bomba, gelen her ölüm çözüme dair umutları tüketiyor. Vicdan sahibi herkes yaşananlardan derin bir üzüntü ve acı duyuyor.
İnsanı boğan böylesi bir ortamda Akil İnsanlar Heyeti’nden –içinde benim de bulunduğum- bir grup bir araya geldi. Amaç, mevcut çatışmalı halden çıkmak için nelerin yapılabileceğini konuşmak ve sürecin tekrardan rayına girmesi için bir katkı sağlanıp sağlanamayacağını tartışmaktı. Toplantının neticesinde karar kılınan metin kamuoyuna duyuruldu.
Gerek basına yapılan ilk açıklamada ve gerek sonrasında bir husus özellikle vurgulandı: Duyuru, bütün Akil İnsanları kapsamıyordu ve onlar adına yapılmıyordu. Zira kendi inisiyatifiyle toplanan bir grubun çalışması söz konusuydu ve duyuru da sadece onları bağlardı. Elbette diğer Akil İnsanlar farklı düşüncede olabilirdi. İçlerinde duyurudaki görüşlerle mutabık olanlar olabileceği gibi, duyuruyu yanlış bulan veya bazı açılardan eleştirenler, bazı tespitlerini yetersiz görenler de olabilirdi. Bu, bir zayıflık değildi, normal bir durumdu.
Şiddet atmosferini dağıtmak
Grubun çatışmasızlık çağrısı içeren duyurusunun ana gayesi, toplumun üzerine sinmiş olan şiddet atmosferinin dağıtılmasına bir nebze olsun yardım etmekti. İnatlaşmayı bileyleyenlerin ve gür sesle konuşan şiddet taraftarlarının gündeme hâkim olmasına engel olmak, çatışmaların körüklenmesine karşı durmaktı. Çözüm sürecinin değerini hatırlatmak, taraflara tek doğru yol olan görüşmelere dönmelerini salık vermek ve barış isteyenleri seslerini çıkarmaya teşvik etti.
Bunun için temelde üç basit öneride bulunuldu: İlki, silahların derhal susması ve çatışmasızlık haline dönülmesiydi. İkincisi, demokratik siyasi alanı daraltacak öneri ve uygulamalardan kaçınılmasıydı. Üçüncüsü de, siyasi aktörlerin diyalog kanallarını açık tutmaları ve sorunu çözmek için konuşmaları gereğiydi. Zira siyasetin ve sözün boşalttığı alan, şiddet ve silah tarafından anında dolduruyordu. Bu da hem yaranın sağaltılmasını önlüyor, hem de yeni yaralar açıyordu.
Akillerden bir grubun bu çağrısına, medya geniş bir ilgi gösterdi. Toplumun önemli bir kesimi de destek verdi. Eleştirileri ise iki bölümde toplamak mümkündü. İlk bölümde, duyurunun çok nötr bir dil kullandığına dönük eleştiriler vardı. Buna göre, duyuru ateşkesin kimin tarafından bozulduğunu ve hangi tarafın hatalı olduğunu belirtmemişti. İki tarafı da eşitlemişti, bu nedenle adil bir tutumu yansıtmıyordu.
Söz konusu eleştiriye karşı itirazımı şöyle özetleyebilirim: Bildiriyi 20 kişi imzaladı ve her birinin çatışmaların başlamasında kimin sorumlu olduğuna dair kanaati var. Hiçbiri kamuoyuna ulaşmada bir güçlük çekmiyor. Hepsi alternatif yollarla bu konudaki fikirlerini toplumla paylaştılar. Bu itibarla kimin ne düşündüğünü biliyoruz zaten.
Ama Akiller, suçluyu tespit etmek için toplanmadılar. Bu tür bir çaba, çatışmaları ortadan kaldırmaz, aksine daha da büyütebilir. Acil olan ihtiyaç, akmakta olan kanın durmasıdır. Farklı görüşlerde olsalar da Akiller bunun için yan yana geldiler. Politik suçlama dilinden kaçındılar ve çatışmasızlığı sağlanması için bir an evvel silahların susmasını istediler. Bunun anlamı, PKK’nin güvenlik güçlerine yönelik saldırılarını ve kamu düzeni sarsan eylemlerini durdurması, devlettin de operasyonlara son vermesidir. Hiç gecikilmeden yapılması gereken budur. Sonraki adımları atmak, ancak kanı durdurduktan sonra mümkün olabilir.
‘Sakil ve çakıl akıllı güruh’
İkinci bölümde ise, zirvesini MHP lideri Bahçeli’nin temsil ettiği eleştiriler yer alıyordu. Gerçi bunlara “eleştiri”den ziyade “iftira” demek daha doğru. Garip bir edebiyat anlayışı var Bahçeli’nin. Sürekli zorlama sıfat ve benzetmelere başvuruyor. Gerçeklikle ilişkisi bulunmayan vahim iddialarla barış çağrısında bulunanlara hem hakaret ediyor, hem de onları hedef haline getiriyor.
Eleştiri kılıklı bu iftiralara karşı üç şey söylenebilir: Bir, Bahçeli ve partisi, öteden beri çözüm faaliyetlerine ve bu faaliyetlerde görev alanlara karşı düşmanca bir tavır içinde. MHP mesaisinin önemli bir kısmını, barış diye ayağa kalkanların kişiliklerini katletmeye, onları hukuki yaptırımlarla tehdit etmeye ve yalan yanlış bilgilerle onları itibarsızlaştırmaya harcıyor. Dolayısıyla ortada yeni ve şaşırtıcı bir durum yok.
İki, Bahçeli’nin bu kadar yüksek perdeden Akillere yüklenmesi, Akillerin dillendirdiği sözlerin toplumda bir karşılığının olduğunun işareti. Eğer söylenen sözler bir hüküm ifade etmesiydi ve insanların vicdanlarında ve akıllarında bir yer edinmesiydi, Bahçeli bu denli küplere binmez ve kıymetli vaktini “arızalı ve defolu bir grup yüzsüz”e, “sakil ve çakıl akıllı güruh”a harcamak gereği duymazdı. Bu itibarla Bahçeli’nin kızgınlığının “ucube akiller”den ziyade, barış ve çözüm fikrine olduğunu görmek lazım.
Ve üç, Bahçeli’nin özel bir nefretine maruz kalan Kadir İnanır, Bahçeli’ye yanıtında “Ben barış savunucusuyum, savunmaya da devam edeceğim” demişti. Dünya böyle bir yer; herkes kendine yakışanı yapıyor ve herkes kendine yakışanı savunuyor.