1 Kasım seçimlerinin en büyük kaybedeni aslında yazar ve sanatçılardan oluşan bir grup aydın oldu. Seçimi kaybeden siyasi partiler metanetlerini korumayı başarırken, aydınlar, AK Parti’yi tek başına iktidara taşıyan seçmene saldırmayı seçti. Öyle ki, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu bile seçimin galibi Ahmet Davutoğlu’nu arayıp tebrik etme olgunluğunu gösterirken, sözde “partisiz” olması gereken aydınlarımız, kendileri için ritüele dönüşen, seçmeni değişik türdeki hayvan sürülerine benzeterek aşağılama geleneklerini büyük bir huşu içinde sürdürdüler.
İçlerinde ünlü sanatçı, akademisyen, gazeteci ve yazarların bulunduğu bir elit kesim, Gezi’den bu yana toplumun bir kesimini diğer kesimine karşı nefretle doldurma gayretinde. Siyasi iradenin en tepesini temsil ettiği için de Erdoğan’ı özellikle hedef aldılar. Erdoğan ve ailesi adeta nefret nesnesi haline getirildi. Etkileme güçleri kuşkusuz sınırlıydı ama etkileyebildikleri zihinler üzerinde elde ettikleri sonuçlar azımsanmayacak fenalıklara sebep oldu. Dar çevre içinde hiç de rasyonel olmayan bir Erdoğan düşmanlığı yayılmaya başladı. Sosyal medyada gezen bir videoda rastladığım yaşlı bir “Cumhuriyetçi teyze”nin durumu içler acısıydı; boğuk bir sesle, mütemadiyen “Erdoğan niye ölmüyor, ölsün” diye bağırıyordu. Maalesef bu delirme sahnesinin sorumluluğu, büyük oranda, Erdoğan düşmanlığını saplantıya dönüştüren ve bu ruh halini durmaksızın okurlarına aktaran aydınladır. Bazı yazarlar kendileriyle birlikte okurlarının da ruh sağlığını bozmayı başardı. Bu aydınlara bir süre maruz kalan bir okuru kurtarmak imkânsız olabiliyor. Tıpkı sahte içki zehirlenmesinde olduğu gibi ölümden kurtarılanlar en iyi ihtimalle kör kalıyor.
Gezi’den beri tüm entelektüel faaliyeti Erdoğan düşmanlığına indirgeyen aydınların, sonunda kendi akıl sağlıklarını da bozacak bir buhranla karşımıza çıkmaları şaşırtıcı değil. Gerçeği bu kadar ters-yüz etmeye kalktığınızda gerçeği değiştirmiş olmuyorsunuz; böyle durumlarda en fazla görme biçiminizi ters yüz edebilirsiniz ki bu da “Ben Napolyon’um” demek anlamına geliyor.
1 Kasım seçimleri bütün siyasi partilere, aktörlere olduğu gibi bu aydınlarımıza da yeni bir başlangıç için imkân sunuyor. Batılı ülkeler bile 1 Kasım’ın sonuçlarına bizden daha çabuk uyum sağlamış durumda. Aydınlarımız da en azından öykündükleri Batılılar kadar yeni döneme ayak uyduracak rasyonelliği yakalayabilmelidir. Ben umutluyum.