İnsan Hakları Eylem Planı açıklanalı epey oldu. Ancak, iktidar destekçisi çevreler dışında, ortada ne kayda değer bir heyecan ne de coşkulu bir tezahürat var.
Umursamazlık ve kuşkular daha baskın.
Benzeri bir durum, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Yeni bir Anayasayı tartışmanın zamanı geldi” dediğinde de olmuştu.
İktidar, ülkenin gündemini belirlemekte eskisi kadar başarılı değil. Öne çıkardığı konuların etkisi saman alevi gibi, çok kısa sürüyor. Belli ki, bunlar artık toplumu kesmiyor.
Biden yönetimi, Avrupa Konseyi ve AB ile ilişkileri ısıtma ihtiyacı nedeniyle iktidarın atmaya belki de mecbur kalacağı adımlar da pakete mesafeli duruşu fazla değiştirmiyor.
Şüphesiz iktidar İnsan Hakları Eylem Planı çerçevesinde kısmi bazı adımlar atabilir; ama arkasının gelmeyeceğine ve hatta tam tersi yönde uygulamaların yaşanabileceğine dair güçlü bir toplumsal kanaat var ve buna iktidar bizzat kendi uygulamalarıyla yol açıyor.
Güven ve inandırıcılık kaybı
Son 5 yılımıza hükümetin AK Parti’de olduğu, MHP’nin dışarıdan desteklediği bir koalisyon damga vurdu. Saldırgan ve ötekileştirici bir taşra milliyetçiliğiyle, insani değerlere sırtını dönmüş yoz siyasal İslamcılığın bileşiminin Türkiye için iyi sonuçlar getirmeyeceği yaygın bir beklentiydi.
Cumhur İttifakı’nın başvurduğu “Yerli ve milli” gibi afaki söylemler ve “beka, terör, hain” gibi ötekileştirici süslemeler de demokrasi, adalet, hukuk ve özgürlük gibi temel değerler alanındaki yaygın yıkımı ve çöküntüyü gizlemeye yetmedi. Yalama haline gelen kutuplaştırıcı siyasal mühendislikler bekleneni vermez oldu.
Bu bakımdan, sık sık müjdesi verilen ama bir türlü uygulanmayan vaatlerle yüklü “reform” paketlerinin toplum tarafından kanıksanmış olmasını kimse yadırgamamalıdır.
Bu gelişmeyle bağlantılı olarak, iktidarın ortaya attığı gündemin muhalefet tarafından da benimsendiği dönemin sonuna geldiğimiz görülüyor. Amiyane ifadeyle muhalefet iktidarın attığı oltalara takılmıyor artık. Muhalefet kendi sözünü söylüyor.
Artık yoğurdu üfleyerek yiyen bir muhalefet ve geniş bir toplum kesimi var.
İktidarın böyle bir güven erozyonuna uğramasının ve inandırıcılığını kaybetmesinin birçok nedeni var.
Kamuoyu araştırmaları Cumhur İttifakı’nın büyüklü küçüklü ortaklarında dikkat çekici seçmen kaybı yaşandığına işaret ediyor. Bunlara bakarak iktidar bloğu için tehlike çanlarının çaldığını söylemek mümkün.
Muhalefet toparlanıyor
Başlangıçtan itibaren muhalefetin işi kolay değildi. Çok farklı kimlikleri demokrasinin asgari hedefleri etrafında bir araya getirmek bile zordu. İktidarın dağıtıcı hamleleri yer yer etkili olabiliyordu. Önümüzdeki günlerde en önemli sınav TBMM’de dokunulmazlık konusunda yaşanacak. Bunun az hasarla atlatılması halinde, iktidarı zor günlerin beklediği söylenebilir.
Şu sıralar gözle görülür bir toparlanma içinde olan muhalefetin, iktidarın siyasal oltalarına prim vermeyip koordineli bir şekilde kendi sözünü söylediği ve sokağın nabzını tutmaya önem verdiği dikkatlerden kaçmıyor. Özellikle, İYİ Parti ve CHP arasındaki iktidar karşıtı uyum ve gelişen inisiyatif de siyasal gündem üzerinde etkisini gösteriyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, İnsan Hakları Eylem Planı’nı açıklarken 11 ilke, 9 amaç, 50 hedef ve 393 faaliyete dikkat çekip, nihai amacın, hepimizin kulağına hoş gelen, sivil anayasa yapmak olduğunu sözlerine ekledi. Bütün bunlar için önümüzde iki yıllık bir süre olduğunu belirtti.
İktidar bu adımları neden 15 Temmuz 2016 darbe girişimine karşı oluşan geniş siyasal birliktelik ortamında atmadı da şimdi gündeme getirdi, sorusunu geçiyorum. Seçim yapılmasına yaklaşık 2-2,5 yıl kalmışken, niye her şeyin iki yıl içinde olup bitmesi gerekiyor; o da kocaman bir soru olarak orta yerde duruyor.
Cumhurbaşkanlığı ve milletvekili genel seçimlerine giderken, yıpranmış ve yeniden iktidara gelmeleri son derece şüpheli AK Parti ve ortağı, muhalefete insan hakları ve hukuk alanıyla ilgili çok sayıda yasal değişikliği birlikte yapmayı, onunla da sınırlı kalmayıp, süreci sivil anayasayla noktalamayı teklif ediyor.
Bu muhalefet için kabullenilecek, bir çırpıda “Peki, hadi birlikte yapalım” denilecek bir şey mi? Türkiye’yi bu noktaya sürüklemiş bir iktidarın siyasal ömrünü uzatıp, ona bir dönem daha hediye etmeyi kim ister! Üstelik iktidar istediği yasayı geçirecek çoğunluğa sahipken! Olumlu adımlara karşı çıkacak bir muhalefetin söz konusu olmadığı da ortada.
Tek adam rejimiyle buraya kadar
1946’dan beri, kırık dökük olmakla beraber işleyen bir parlamenter sistem içinde yaşıyorduk. Buna son verirken, AK Parti iktidarı ve ortağı demokrasinin asgari ilkesi olan toplumsal uzlaşmayı arama yoluna gitmediler. Muhalefetin bu yöndeki uyarı ve eleştirilerine kulaklarını tıkayıp, dünyada örneği olmayan amorf bir despotik rejimi, cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi adıyla kıl payı farkla memlekete dayattılar.
Sonuç olarak, 16 Nisan 2017’den beri diktatörlüğün kıyısında bir otoriter tek adam rejimiyle yönetiliyoruz. Ortaya öyle bir parti devleti çıktı ki, ne güçler ayrılığı, ne yargı bağımsızlığı, ne düşünce ve basın özgürlüğü, ne de doğru dürüst iş ve mülkiyet güvencesi kaldı.
Hukuk devleti ilkeleri, AYM’nin ve AİHM’in konumu ve yetkileri neredeyse askıya alınmış durumda. Parlamento ve yargı yürütmenin aygıtı gibi. Üniversitelere, devlet kurumlarına ve yüksek yargıya yapılan tuhaf atamaların yakın tarihimizde örneği yok. Eş, dost ve akraba kapitalizminin ve nepotizmin tavan yaptığı bir düzene sürüklenmiş haldeyiz.
İşte Cumhur İttifakı, döneminin sonuna doğru sürüklenirken, eylem planı ve yeni anayasa teklifini muhalefetin ciddiye almasını ve dört elle işe sarılmasını bekliyor.
Demokrasinin uygulanmasını engelleyen mi vardı?
Çoğu hukukçu ve anayasacı da haklı olarak, “Eylem paketinizde yer verdiğiniz meseleleri uygulamada pekâlâ çözebilecek yeterli yasa ve anayasa maddesi varken, şimdiye kadar neden uygulamayıp, ha bire paketler ilan ediyorsunuz” diye soruyor. Hatta bazıları sorunun eksik yasa maddesinde değil uygulama zihniyetinde olduğuna dikkat çekiyor.
Eylem Planı’nı ülkede demokrasi, adalet ve hukukun olmadığının somut kanıtı olarak görenlerin iddiası da yabana atılacak gibi görünmüyor.
Paketin iki yıldır üzerinde çalışıldığı, çok sayıda sivil kuruluşla toplantılar yapılıp görüş ve öneriler alındığı ileri sürülüyor. Lakin, muhalif duruşlarıyla bilinen kişi ve kurumların bunu teyit etmemesi bir başka boyut. Planın daha baştan katılımcılık ve kucaklayıcılık diye bir sorununun olmadığı anlaşılıyor.
HDP’yi ezerken, insan hakları reformu yapılır mı?
Hele bir konu var ki atlamak mümkün değil: HDP ve fezlekeler.
İktidar, Eylem Planı’nı ve HDP fezlekelerini aynı anda gündeme getirdi. HDP’yi kapatmanın, olmazsa kapatılmaktan beter etmenin peşinde. 7 Haziran 2015 seçimlerinden beri girişimlerinin ardı arkası kesilmedi. Kayyımlar, yaygın tutuklamalar, medya ambargoları filan derken şimdi, dokunulmazlıkların kaldırılması ve Yargıtay soruşturması devreye sokuldu. Bu farklı iki planın aynı anda devreye sokulması hem şizofrenik bir siyasal zihniyeti, hem de Türkiye’yi ne denli vahim günlerin beklediğini gösteriyor.
Partiler demokrasinin vazgeçilmez kurumlarıysa, bu konu böyle ele alınamaz. HDP “Teröre uzak olduğunu ve demokratik siyasete bağlılığını” sürekli olarak ifade ediyor. Onun, iktidar çevrelerince illaki PKK’ya yapıştırılması, terörle iltisaklı gösterilmesi Türkiye’ye bir şey kazandırmayacak. 6 milyon seçmenin bu partiyi her şart altında sahiplenmesi bile demokratik bir uyarı olarak düşünülmüyor.
Hal böyle olunca, büyük gürültüyle sunulan reform paketlerinin, yeni sivil anayasa yapma tekliflerinin muhalefet partilerinin ve toplumun önemli bir kesiminin gözünde anlam ve değer kazanmaması artık şaşırtıcı gelmiyor.