Seçim kazanı ufaktan ufağa kaynamaya başladı. Her ne kadar iktidar bloku, seçimin zamanında yapılacağını ve erken tarihte seçime gitmelerinin söz konusu olmadığını söylese de, muhalefetin ısrarlı talebi seçim konusunu gündeme taşıdı. Dolayısıyla seçim hesapları da erkenden yapılmaya başlandı.
İktidardaki Cumhur İttifakı’nın tavrı net; ittifak çatısı altında hangi partilerin yer alacağı belli ve ittifakın cumhurbaşkanı adayı da çok önceden ilan edilmiş durumda. Muhalefetteki Millet İttifakı’nda ise tablo açık değil; ittifak şemsiyesinin genişleyip genişlemeyeceği de, ortak bir cumhurbaşkanı adayı üzerinde uzlaşılıp uzlaşılamayacağı da belirsiz. Bu da muhalefet cenahındaki arayışları hızlandırıyor.
Son bir-iki ay içinde, zamanında veya erken yapılacak bir seçimde muhalefetin, bilhassa Millet İttifakı’nın nasıl bir strateji izlemesi gerektiği konusunda içeriden-dışarıdan çeşitli öneriler ortaya atıldı. Mesela Kemal Kılıçdaroğlu, genel başkanların içinde yer alacağı büyük bir koalisyon düşüncesini tartışmaya açtı. Meral Akşener, Millet İttifakı’nın tek bir adayla seçime girmesi ve HDP’nin de kendi adayını çıkarması gerektiğini söyledi.
Medyada birçok kalem de muhalefet partilerine bir an önce bir araya gelmelerini salık veriyor ve iktidarın yekpare görüntüsüne karşı muhalefetin büyük bir birliktelik inşa etmesi gerektiğini belirtiyor. İktidarın “yerli” ve “milli” Türkiye tasavvuruna karşı muhalefeti blok halinde ortak bir cevap üretmeye davet eden bu yaklaşım, seçmen nezdinde muhalefetin iktidara karşı gerçek bir alternatif olarak görülebilmesini muhalefetin şimdiden büyük bir demokrasi cephesi oluşturmasına bağlıyor.
Buna göre, ancak temel ilkelerde uzlaşan, bu uzlaşmasını bir deklarasyonla kamuoyuna duyuran ve böylece güçlü bir birlik hissi doğuran bir muhalefet, halka güven ve cesaret aşılayabilir. Başarıyı getirecek metot da budur.
Yapısal farklar
Millet İttifakı’nın öncülüğünde muhalefeti iktidar karşısında birlik olmaya çağıran bu öneri değerlendirilirken, evvela iki ittifakın yapısal olarak birbirlerinden farklı oldukları göz önünde bulundurulmalıdır. Zira Cumhur İttifakı’nı oluşturan partiler -yani AK Parti ve MHP- hem taban hem de zihniyet olarak birbirlerine yakın duruyorlar.
Hâlihazırda izlenen ve gelecekte izlenecek olan siyaset ile seçimde gösterilecek cumhurbaşkanı adayı hakkında iki parti arasında bir ihtilaf bulunmuyor. MHP Genel Başkanı Bahçeli, seçimlere daha üç yıllık bir süre varken adaylarının AK Parti Genel Başkanı olduğunu ilan etmişti. Dolayısıyla bu iki partinin -en azından şimdilik- bir parti gibi hareket etmelerini engelleyen bir husus yok.
Fakat Millet İttifakı’nda yapısal olarak ayrı bir durum söz konusu, iki açıdan: Birincisi, mevcutta Millet İttifakı’nın resmi üyeleri CHP, İYİ Parti ve Saadet Partisi’nin zihni kodları da seslendikleri tabanları da birbirlerinden belirgin bir şekilde farklılık gösteriyor. Kritik konularda bu partiler arasında önemli ayrım noktaları var. Dolayısıyla Cumhur İttifakı’ndaki birleşme hali gibi bir halin burada ortaya çıkması güç.
İkincisi, muhalefet safında DEVA ve Gelecek Partisi gibi yeni partiler var. Her iki parti de doğal olarak, öncelikle kendi politik kimliklerini oluşturmaya, kendi yolunu bulmaya, seçmene varlık gerekçelerini izah etmeye, merkez ve yerel teşkilatlarını kurmaya odaklanmış durumdalar. Daha kendine ait bir söz üretmeden ve bunu halka söylemeden bu partilere “Gel, ittifakın bir parçası ol!” demek, onları erken bir ölüme davet etmekten başka bir anlam içermez. İki parti yönetiminin bu tekliflere yüz vermemesinin altında yatan neden budur.
İktidarın en sevdiği oyun
Muhalefet partilerinin bugünden sıkı bir blok halinde hareket etmeleri ve temel konularda kendilerini bağlayan bir program ortaya koymaları, ilk bakışta ikna edici ve cazip bir fikir gibi görünüyor. Gerçekten bu fikir bazı avantajlar da içerebilir. Misal, hem partilerin asgari müştereklerini çoğaltmalarına hem de iktidar karşısında güçlü bir kimlik sergilemelerine imkân sağlayabilir. Lakin bu cezbedici intibaya rağmen bu fikre ihtiyatla yaklaşılmasını gerekli kılan üç önemli itirazdan da bahsedilebilir.
Birincisi, böyle bir strateji iktidarın sürekli kullandığı ve harlamaya çalıştığı kutuplaşma ortamına hizmet eder. Seçimlerin yapılacağı tarih belli değil; vaktinde ya da erken yapılsın her halükârda seçimlere daha uzunca bir süre varken muhalefetin tek bir cephe olarak örgütlenmesi bütün bir siyaseti siyah-beyaz ayrımına kilitler.
İktidarın en sevdiği oyundur bu; çünkü kendi elini rahatlatırken muhalefeti saldırıya daha açık hale getirir. İktidarı, her bir muhalefet partisinin farklı perspektiflerden getireceği eleştirilere ayrı ayrı cevap vermek zahmetinden kurtarır, ona hepsini tek bir torbaya doldurup baskı altına alma kolaylığı sağlar. Zaten belirli düzeyde seyreden kimlik siyasetinin tesirini daha da güçlendirir; daha açık ifadeyle partilerin yapıp ettikleri üzerinden değil kimlikleri üzerinden değerlendirilmesinin zeminini tahkim eder. Ve nihayetinde seçmenlerin yer değiştirmesi ihtimallerini azaltır, iktidarın oy kaybetme ve muhalefetin oy kazanma olanaklarını daraltır.
Siyasetsizliğe mahkûmiyet
İkincisi, siyasetsizliğe mahkûmiyetin pekiştirilmesidir. Siyasi yarış ittifaklar arasında seyrettiğinden, iktidar toplumun dikkatini gündelik ve can yakıcı sorunlardan uzaklaştırıp kimlik sahasına çekmeye çalışıyor. Muhalefetin yanlış adım atması umuduyla da kimliklerin hassas olduğu mevzuları daha fazla kaşıyor. Muhalefet, iktidarın bu hesabının farkında ve onun için de aşırı bir temkinle hareket ediyor. Faka basmamak için gösterilen çaba, genel olarak siyaseti kısırlaştırıyor ve dar bir koridora hapsediyor ve muhalefetin yaratıcı ataklar yapmasını engelliyor.
Muhalefetin iktidar karşısında kemikleşmesi, iktidar-muhalefet ilişkilerindeki donukluğu muhalefetin içine sirayet ettirir. Zira bu halde muhalefet partileri kendi içlerinde de uyumu sağlamak için çok titiz davranma mecburiyeti içine girerler. Aynı çatı altında bulunan her bir partinin sahip olduğu kırmızı çizgileri ihlal etmemek adına gösterilecek duyarlılık, muhalefeti topyekûn olarak siyasetsizliğe sürükleyebilir.
Binaenaleyh tekleştirmenin, muhalefeti dar bir koridora sıkıştırma tehlikesi barındırdığını yabana atmamak gerekir. Çoğulculuk, muhalefet için bir zaaf değil bir kuvvet faktörü olabilir. Çünkü her parti kendi rengini koruduğunda, yani diğerleriyle mutlak mutabık olma zorunluluğu taşımadığında, kendi tasavvurunu kitlelere iletmek için daha yoğun bir siyaset güder. Seçim takvimi belirleninceye kadar, her bir partinin kendi öncelik ve perspektifinden getireceği eleştiri ve önerilerle iktidar daha fazla baskı altına alınabilir.
Acele işe şeytan karışır
Üçüncüsü, seçimler için önümüzde daha zamanın olmasıdır. Eğer muhalefet seçimlerde bir birlik olacaksa, bunun için acele etmeye gerek yok. 2018 genel seçimleri Haziran’da yapıldı, Millet İttifakı ise Mayıs’ta kuruldu ve küçümsenmeyecek bir performans sergiledi. Bugün Millet İttifakı’nın varlığı üç yılı aştı ve 2019’da gayet başarılı sonuçlar aldığı bir yerel seçim tecrübesi de yaşadı.
Keza, var olan pozisyonları kalıcı ve değişmez olarak görmek de yanılgıya sebebiyet verebilir. Türkiye siyasetinde dengeler hızla değişebilir; mevcut ittifaklarda değişiklik olabileceği gibi yeni ittifaklar da oluşabilir. Seçimlere kadar daha köprünün altından çok sular akar, farklı ittifak senaryoları ve partnerlikleri gündeme gelebilir. Mesela, Cumhur İttifakı devam ederse ayrı, biterse ayrı ihtimaller ortaya çıkar. Bütün bu ihtimalleri bu andan kestirmek ve kontrol etmek ise imkânsızdır. Bu nedenle partilerin siyasi faaliyetlerini, bu ihtimaller yerine gündemdeki yakıcı sorunlara yöneltmeleri daha doğru bir yol olacaktır.
Yarın sandıkları meydana çıkaracak takvim belli olduğunda, güncel koşullara bakılarak bir değerlendirme yapılır. Eğer muhalefette mevcut yapısıyla veya daha da genişleyerek seçimlere girme yönünde bir irade belirirse, partiler bir araya gelerek bu iradenin gereğini yerine getirebilirler. O güne kadar partilerin aralarındaki diyalog kanallarını artırmaları, yarına hazırlık yapmaları ve ittifak zeminini sağlamlaştırmaları yeterli olur.
Halil Berktay, muhalefet partilerinin hemen bir araya gelmelerini, bir program açıklamalarını ve bir cephe olarak hareket etmelerini savunan yaklaşımı “aydın sabırsızlığı” olarak niteler. Haklı; muhalefet partileri üzerinde bir an önce birleşmeleri yönünde bir tür baskı atmosferi oluşturan bu yaklaşımın müspet neticeler üretmesi zor. Muhalefetin telaşla ve aceleyle hareket etmesini gerektiren mecburi bir hal yok.
Velhasıl, belki her zaman değil ama burada acele işe şeytanın karışacağı muhakkak.
Perspektif, 15.07.2021