Ana SayfaGÜNÜN YAZILARIHepimiz Belmondocuyduk…

Hepimiz Belmondocuyduk…

Hatırladığım sorular hep açık uçluydu, cevaplar ama, pek farklılık göstermezdi. Benim defterimde ve bazı başka kızların defterilerinde sadece bir soru iki seçenekliydi: “Alain Delon mu, Jean Paul Belmondo mu?” Bu sefer de sorunun cevabı tekti, en azından benim arkadaş çevremde hepimiz Belmondocuyduk.

İlkokuldayken hatıra defterlerimiz vardı. “Bana bu beyaz sayfayı ayırdığın için” teşekkür edilen, mümkünse renkli sayfalı ve en afili olanlarının ortasında bir komik kilidi olanlardan. Önemli bir şey yazılmazdı, aşağı yukarı hepsi aynıydı. Biraz sıkıcıydı.

Sonra ilkokul sonlarıydı ya da ortaokul başlarıydı galiba, “Anket Defterleri” çıkmıştı. Hatıra defterlerine göre yaratıcılığa çok daha açık olan bu anket defterlerinden sadece kızların vardı. Sol taraftaki sayfalara gazetelerden ya da tercihen parlak kuşe kağıda basılı dergilerden kesilmiş çoğunlukla “ecnebi” artist ya da popçuların fotografları yapıştırılırdı. Bazen sayfanın tamamını bazense bir kısmını kaplayan, zamanın imkanları dahilinde muhtemelen zar zor bulunmuş resimler…

Anket defterlerinin ilk sayfalarında sorular vardı, 20-30 kadar numaralı soru: “En sevdiğiniz grup?” mesela. Diğer gruplar buraya yazılamazmış gibi, cevap ABBA ya da BONEY M olurdu. “En beğendiğiniz yazar?” Cevap çoğunlukla  Kemalettin Tuğcu. Solcu ailelerin çocuklarından nadiren de olsa Yaşar Kemal ya da Samed Behrengi cevapları da gelebilirdi tabii.

Hatırladığım sorular hep açık uçluydu, cevaplar ama, pek farklılık göstermezdi. Benim defterimde ve bazı başka kızların defterilerinde sadece bir soru iki seçenekliydi: “Alain Delon mu, Jean-Paul Belmondo mu?” Bu sefer de sorunun cevabı tekti, en azından benim arkadaş çevremde hepimiz Belmondocuyduk.

Bir kere Alain Delon beğenilmek için fazla yakışıklıydı, o zamanlar daha çıkmamıştı belki ama bir nevi erkek Barbie bebeği. Biz kızlar, tahmin edilebileceği gibi şeytan tüyü peşindeydik. Jean-Paul Belmondo’dan daha iyisini bulmak mümkün değildi bu konuda.

Dün, 6 Eylül 2021 günü, akşamüstü Belmondo’nun ölüm haberini alınca bu soruyu hatırladım hemen. Sonra, Belmondo deyince belki çoğumuzun aklına ilk gelen Jean-Luc Godard’ın  “A Bout de Souffle” (Serseri Aşıklar) filmini açtım, izledim.

“Serseri Aşıklar” 87 dakikalık bir Jean Seberg/Jean-Paul Belmondo geçidi. Film 1960 yılında çekilmiş, her iki başrol oyuncusunun da çıkış filmi olarak kayda geçmiş. İkisi de yirmili yaşlarda, çok kırılgan güzelliği olan gençler o yıllarda. Film Fransız Yeni Dalga akımının öncülerinden kabul ediliyor. Avrupa sinemasının tüm sinema kalıplarını kırıp attığı, tanımları baştan sona değiştirmeye başladığı ilk birkaç filmden biri. Hemen hemen hiç bir hikaye anlatılmamasına rağmen kimilerine göre çok şey anlatılıyor bu filmde. Bunları sinema eleştirmenlerine bırakıp, şunu söyleyeyim: Çoğumuz bu filmde bu gençleri izleriz, onlar salınıp geçer, biz gözlerimizi onlardan alamayız.

Film boyunca, ikilimiz çalıntı arabalarla Paris caddelerinde dolaşıyor. Belmondo, kız arkadaşları dahil gördüğü herkesten “yürüttüğü” paralarla yaşıyor. Seberg Amerika’dan Sorbonne’da okumaya gelmiş, yeni yeni gazetecilik yapmaya başlamış. Dünyayı, hayatı, daha da tuhafı aşkı hafife alıyorlar, atıp tutuyorlar. Dahası Belmondo ayak üstü bir polisi öldürüyor. Siyaseten doğruculuk hak getire… Bu kavramın keşfi hayata bakış açımızı ne çok değiştirmiş diye düşünüyorum.

Bir de durmaksızın sigara içiyor Belmondo, “Chesterfield” diyor bir sahnede. Seberg de sigara üstüne sigara içiyor ama Belmondo’yu yakalaması imkansız, artık ‘Lucky Strike”a geçtiğini beyan ediyor o da başka bir sahnede. İçtikleri kalın sigaralar o zamanın en “mühim” sigarası olan “Gitane”a benziyor bu arada. Markasını bir kenara bırakırsak, aslında herkes sürekli fosur fosur sigara içiyor filmde. RTÜK duymasın ama duman dumana ortalık. “Asansörde bari içmeyin” demek geliyor içinizden.

Diğer yandan, gözlerimizi alamadan izlediğimiz “Serseri Aşıklar” ikilisinin gerçek hayatta, çok ayrı dünyaların insanları olduğunu biliyoruz.

Amerikalı Jean Seberg, özel hayatının zorlu yollarında yürümeye çalışırken sinema kariyerini çok erken bitirmiş. İkinci eşi Fransız yazar Romain Gary ile evliyken Meksikalı yazar Carlos Fuentes’e aşık olmuş. Bu çalkantıların üzerine siyasi bağlantıları nedeniyle istihbarat örgütleri tarafından takip edilmesi ve baskı görmesi gelmiş. Fuentes’ten olan çocuğuna hamileyken düşük yapması ile birlikte hayatı kabusa dönmüş. Sonrasında birkaç başarısız intihar girişiminin ardından 1979 yılında 41 yaşındayken arabasında ölü bulunmuş. Hayatı ve ölümü, filmlerindeki aydınlık ve ışıltılı güzelliğinin tersine çok karanlık olmuş. 


2001’de felç geçirip sinemadan elini ayağını çekene kadar 85 filmde rol alan, sadece Fransa’nın değil dünyanın da en çok bilinen ve sevilen oyuncularından biri olan Jean-Paul Belmondo’nun hayatı ise, şöhretine rağmen neredeyse sıradan ve sakin geçmiş. Avukatının açıklamasına göre evindeki ölümü de öyle olmuş: “Jean-Paul Belmondo bir süredir yorgundu. Huzur içinde öldü.” 


Biz, 70’lerin şehirli kız çocukları olarak, Jean-Paul Belmondo’nun ölüm haberini alınca bir iç geçirdik dün. Hâlâ bırakmamış olanlarımız birer sigara yaktık. Çocukluk aşkımız, serseri aşıkların şanslı ve mutlu olanı, artık yaşamıyor.

- Advertisment -