Trump ‘MBS’ten vazgeçer mi?
Amerika Başkanı Trump’ın Kaşıkçı vak’asının başından beri yaptığı açıklamaların kronolojisine ve içeriğine şöyle bir bakan herkes Trump’un Muhammed bin Selman’ı (MBS) bu işten kurtarmak için uğraştığını görür. Ama ortalığa saçılan inkârı mümkün olmayan delillerden sonra mızrak çuvala sığmaz oldu. ‘Damla damla’ sızdırılan deliller hem Suud sarayındaki Prens hem de Beyaz Saray’daki Başkan için bir tür Çin işkencesine dönüştü.
Peki cinayetin üzerinden geçen 40 günün sonunda vardığımız yer neresi?
Amerikan Merkezi İstihbarat Servisi ‘nin (CIA) ‘pek çok kaynaktan’ derleyerek hazırladığı ‘nihai rapor’un içeriğinden bazı bilgiler geçen hafta Amerikan basınına sızdı, aynı günlerde de Başkan Trump’ın önüne konuldu. Buna göre rapor Cemal Kaşıkçı’nın öldürülmesi emrini Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın verdiğini ortaya koyuyor.
CIA’in nihâi tespiti bu yönde. Öyle anlaşılıyorki bu kanaat ‘sağlam veriler’ üzerinden şekillendi.
Cinayeti işlemek üzere Riyad’dan İstanbul’a özel uçaklarla gelen adamların içinde doğrudan Muhammed bin Selman’a bağlı çalışan, yurtdışı seyahatlerinde mâiyetinde bulunan Mahir Abdülaziz Mutrib gibi isimler var. Mahir Abdulaziz Mutrib’in cinayetin işlenmesinden sonra Muhammed bin Selman’ın yardımcılarından birini arayıp ‘Patronuna söyle, görev tamamlandı’ demesi bu ‘suç’ ile ‘prens’ arasındaki en önemli bağlantı.
Kaşıkçı cinayetinde ‘Veliaht Prens bağlantısı’nı ortaya koyan başka deliller de var. Örneğin Prens Selman’ın Suudi Arabistan’ın Washington’daki Büyükelçisi olan kardeşi Halid bin Selman’ın gazeteci Cemal Kaşıkçı ile yaptığı telefon görüşmesi bu delillerden bir diğeri. The Washington Post gazetesi’nin edindiği bilgiye göre Prens Halid bu görüşmede Kaşıkçı’ya istediği belgeleri alabilmesi için İstanbul Konsolosluğu’na gitmesi gerektiğini söylüyor.
Bu konuşma Amerikan istihbarat birimleri tarafından kayıt altına alınmış durumda.
Donald Trump’ın Salı günü CIA’den bütün delilleri ihtiva eden kapsamlı raporu da aldıktan sonra dünya kamuoyuna bir açıklama yapması bekleniyor. CIA’in kucağına bıraktığı rapordan sonra Trump’ın üzerindeki baskıların daha da artacağına şüphe yok. Temsilciler Meclisi’ndeki çoğunluğu geçen ay yapılan seçimde kaybetti, bu sebeple önünümüzdeki haftalarda Kaşıkçı cinayeti konusunda pekçok araştırma-soruşturma önergesiyle karşı karşıya kalabilir.
Donald Trump’ın Amerika’daki gibi gerçek bir başkanlık sisteminde bunlardan kaçma şansı yok. Kaldıki Lindsey Graham gibi etkili Cumhuriyetci senatörler da Muhammed bin Selman’la iş tutmanın artık mümkün olmadığı görüşünde.
Trump gibi bir ‘tüccar Başkan’ MBS’den kolay vazgeçmez
Yine de mızrağın çuvala sığmıyor olması Trump yönetiminin Muhammed bin Selman’ın ipini öyle kolayca çekeceği anlamına gelmiyor. Hem de hiç gelmiyor. Nihayet Donald Trump nevi şahsına münhasır bir ‘tüccar başkan’. Dünya meselelerine öncelikle ‘para’ üzerinden bakıyor. Nitekim önüne gelen ilk rapora ilişkin sorulara, ‘Suudi Arabistan’a karşı alınabilecek tedbirler sözkonusu olduğunda Amerika Başkanı olarak pekçok şeyi dikkate almak zorundayım’ diye cevap verdi. Demek istediği şu: Bu işte sorumlu kim olursa olsun meseleye sadece bir gazetecinin katledilmesi açısından bakamayız, Amerika’nın bölgede büyük çıkarları var’
Bu çıkarların başında Suudi Arabistan’dan her sene Amerikan silah sektörüne akan on milyarlarca dolar petro-dolar geliyor. Stockholm Uluslararaıs Barış Araştırmaları Enstitüsü (Sipri) rakamlarına göre, Amerika Birleşik Devletleri dünyanın en büyük silah satıcısı ülke. Silah satışlarının yarısını tek bir ülkeye yapılıyor: Suudi Arabistan.
Trump Kaşıkçı cinayetinin üzerinden daha birkaç gün geçmişken ne demişti hatırlayın: ‘Suudi Arabistan çok iyi bir müttefik. Onlarla 110 milyar dolarlık silah anlaşması yaptık, bir düşünün tam 110 milyar dolar. Bu silahları benden almazsa Rusya’dan alır, Çin’den alır. Bu parayı öteki ülkelere vermek aptallık. Bu para 450 bin kişi (Amerikalı) için iş imkanı demek’
Önümüzdeki 10 yıl içinde Amerika’ya silah satışlarından akacak Suud parasının miktarı 350 milyar doları bulacak.
Suud Arabistan’ın Ortadoğu’da ‘İsrail’in en etkili Arap müttefiki’ olması, İsrail’in en büyük düşmanı olarak gördüğü İran’a karşı İsrail ve Amerika ile ‘aynı cephede’ yer alması gibi faktörler de var. Bu sebeplerle Trump önündeki bütün delillere rağmen ‘Suud sarayındaki adamı’ Muhammed bin Selman’ı ne pahasına olursa olsun koruma kararında ısrar edebilir. Hatta böyle davranacağı neredeyse kesin gibi. Bu cinayetin arkasında Muhammed bin Selman’ın bulunduğuna dair CIA tespitinin sızmasından sonra bile Suudi Arabistan’ın ‘spectacular’ yani ‘muhteşem’ bir müttefik olduğunu vurgulaması bunun bir göstergesiydi.
Türkiye neden kurtulmak istiyor?
Suud Arabistan’da kimin ‘kral’ kimin ‘veliaht prens’ olacağını belirlemek Türkiye’nin gücünü aşıyor. Suud sarayının ‘king maker’ları Amerika’da. ( Donald Trump’ın, ‘Hey kral, ben seni korumazsam koltuğunda iki hafta bile kalamazsın’ sözleri akıllarda)
Ancak emri Riyad’tan verilen, katilleri oradan gönderilen İstanbul’daki bu vahşi cinayetin Ankara’nın eline kraliyet sarayındaki dengeleri etkileyecek bir koz verdiği de bir gerçek. Türkiye, neredeyse altı haftadır elindeki delilleri uluslararası basına sızdırarak Muhammed bin Selman’ı adeta kızgın tavada tutuyor, yeni delilleri ortaya koymak suretiyle tavanın altını zaman zaman açıp cinayetin manşetlerden düşmesine izin vermiyor.
Ankara’nın bu davranışının Suud sarayındakileri nasıl çileden çıkarttığını tahmin etmek zor değil.
Muhammed bin Selman’ın Türkiye’ye dair hiç de iyi olmayan duygular beslediği zaten biliniyor. Bu yılın başında Mısırlı gazetecilerle konuşurken ‘Türkiye, İran ve aşırı gruplar bölgede şeytan üçgeni’dir’ demişti. Gerçi, Suudi Arabistan’ın Ankara Büyükelçiliği Prens Muhammed bin Selman’ın ‘Şeytan Üçgeni’nden bahsederken Türkiye’yi bunun için katmadığını iddia ederek bu sözleri yalanlamıştı ama Prensin Türkiye’ye dair hissiyatını yansıtan başka sözleri de var. Örneğin Türkiye’yi ‘Hilâfeti yeniden diriltmeye çalışmakla’ suçladığı biliniyor. Türkiye’nin Katar’da askeri güç bulundurmasından son derece rahatsız. Hatta Katar’a karşı uygulamaya başladığı ambargonun sebeplerinden biri buydu. Aynı şekilde ambargoyu kaldırmak için sıraladığı şartlardan biri Türk üssünün kapatılması.
Muhammed bin Selman genç bir Veliaht Prens, henüz 33 yaşında. Yerine geçmeye hazırlandığı babası Kral Selman bin Abdülaziz’in bir ayağı çukurda. Velhasıl Prens yarın öbür gün kral olursa bu ‘kontrolsüz güç’ ün önünde uzun iktidar yılları görülüyor.Türkiye hem bölgenin hem de kendisinin başına uzun yıllar büyük sorunlar yaratacağı şimdiden belli olan bir kral istemiyor. Türkiye’nin İstanbul’da adeta ‘suç üstü’ yaptığı bu ‘kontrolsüz güç’ten bu cinayet soruşturması üzerinden kurtulmak istemesi normal.
Türkiye işi daha da büyütür mü?
Peki Trump cinayetin arkasında Muhammed bin Selman’ın olduğunu bile bile yine de onun arkasında durursa Türkiye ne yapar?
Bu soruya şu aşamada kimsenin cevap verebilmesi mümkün değil. Bu sorunun cevabı biraz da Türkiye’nin elindeki bütün kozları – siz bunu delilleri diye okuyun- kullanıp kullanmadığına bağlı. Türkiye’nin elinde cinayetle Muhammed bin Selman arasında bağ kurabilecek başka deliller olup olmadığını bilmiyoruz.
Ayrıca Ankara’nın elinde cinayetin işlendiği anlara ilişkin o ‘11 dakikalık ses kaydı’ hâlâ pimi çekilmiş bir bomba gibi duruyor. Trump yönetiminin Veliaht Prensi korumakta ısrar etmesi Trump’ın ifadesiyle o ‘korkunç’ ve ‘feci’ kaydın dünya kamuoyuyla paylaşılması riskini de göze alması demek.
Nihayet Tayyip Erdoğan bu konularda onlara garantiler verecek bir lider değil.
İşin bir yönüne daha dikkat çekmeliyiz.
Suud hanedanının 1932’de devletin kuruluşundan bu yana uluslararası arenada bu kadar yoğun ve devamlılık arzeden şekilde hırpalandığı bir vak’a daha olduğunu tahmin etmiyoruz. Bu sebeple Suud sarayında Türkiye’den ve Tayyip Erdoğan’dan hiç de hâlisâne duygularla bahsedilmediğini düşünebiliriz. Eğer Veliaht Prens , uzak olmayan bir gelecekte kral olmak üzere yerinde kalır ve Kaşıkçı cinayeti bir süre sonra unutulur giderse Muhammed bin Selman kızgın tavada yaşadığı acıların intikamını almak isteyecektir. Karakterinin buna uygun olduğunu gördük.
Bu durumun Türkiye- Suudi Arabistan ilişkilerinde mutlaka tahripkâr sonuçları olacaktır.
Ankara’nın girdiği bu güç oyununu kazanması biraz da bu sebeple şart.
KUTU
Kontrolsüz güç: Muhammed bin Selman
Geçen yıl haziran ayında mevcut ‘baba Kral’ Selman bin Abdülaziz o sırada Veliaht Prens olan yeğeni Muhammed bin Naif’i devredışı bırakıp kendi oğlu Muhammed’i bu pozisyona getirdi. Muhammed bin Selman 83 yaşındaki babası Kral olduktan sonra zaten ülkede ipleri ele almıştı, ama ‘Veliaht Prens’ atandıktan sonra iyice gemi azıya aldı. Bölgede tam anlamıyla bir ‘kontrolsüz güç’ gibi davranmaya başladı. İran ile Yemen’de girdiği vekâlet savaşında İslâm dünyasının bu en fakir ülkesinde milyonlarca insanı açlık sınırına getirdi. Lübnan Başbakanı Saad Hariri’yi Suudi Arabistan’da günlerce rehin tuttu. Suud hanedanındaki pekçok prensi Riyad’da otel hapsine aldırıp yolsuzluk yaptıkları gerekçesiyle onlardan milyarlarca dolar ‘haraç’ aldı. Amerika’nın bölgedeki en büyük askeri üslerinden birinin bulunduğu Katar’a ambargo uygulamaya başladı.
Amerikalı senatör Lindsey Graham onu durup dururken binaların yıkımında kullanılan o demirden topa benzetmemişti. (Lindsey Graham Prens için ‘wrecking ball’ demişti)