Kemal Kılıçdaroğlu önce video üzerinden, ardından daha açık bir şekilde kürsüden yaptığı konuşmada Türkiye’nin geleceği için helalleşmek gerektiğini söyledi. Konuşmasında helalleşilecek meseleleri ve grupları listelerken gayrimüslim azınlıkları, bizi etkileyen 6-7 Eylül İstanbul Pogromu’nu ve (belki Külup dizisi sayesinde) Varlık Vergisi’ni de zikretti.
Bu açıklama umut vericidir ve ciddiye alınmalıdır. Kendisini Türkiye’nin kurucusu olarak öne çıkaran parti belki de ilk defa, geçmişte hatalar yaptığını bu kadar doğrudan bir şekilde kabul etti. Eğer bu çıkışı ciddiye alacaksak helalleşmek için atılacak adımları somutlaştıralım. Ben süreci azınlıklar ve Kılıçdaroğlu’nun değindiği iki travma üzerinden açıklayacağım ama aynı temel çerçeve yüzleşilecek diğer meseleler için de gereklidir: özür, tazmin, hafıza.
Özür
Öncelikle, yaşananların devlet tarafından, devletin adına veya desteğiyle yapılan bir zulüm olduğu kabul edilmelidir. Kılıçdaroğlu’na gelen bazı tepkilerden kendi partisinin içinde ve özellikle milliyetçi sağda hâlâ buna hazır olmayanların olduğu görülüyor. Özür adımının Almanya şansölyesi Willy Brandt’ın Polonya’da Varşova Gettosu’nda diz çökmesi kadar dramatik olması gerekmiyor. Bir meclis önergesi veya bir konuşma ile de yapılabilir. Burada hatırlanması gereken, helalleşmenin muhatabı içeren bir süreç olduğu ve özür dilenenlerin de bu sürece dahil edilmesi gerektiği.
Ancak süreç burada bitemez. Özürle, yani kabahatin kabulüyle helalleşme tamamlanmış olamaz. Özürle başlayıp biten bir yüzleşme ancak faillerin suçluluk duygusunu ve fail çocuklarının vicdanını rahatlatabilir. Hedef alınanların maddi kayıplarıyla ilgili bir düzeltme sağlamaz. Mesela İstanbul Pogromu için devletin özrü tek başına dükkân ve evleri yağmalanan, kiliseleri yakılan toplumların kaybettiklerini geri getirmez. Sembolik seviyede sadece özür bu ülkede hâlâ eşit vatandaş addedilmeyen gayrimüslimlerin sosyal statüsünde bir düzelmeye yol açmaz.
Tazmin
Bunun için ikinci bir adım gereklidir. Tazmin veya onarma diyebileceğimiz adımlar yapılan adaletsizliğin yarattığı kötü sonuçları tamir etmeyi amaçlar. Tazmin ve onarımın gayesi sorumluları hapse attırmak değil, hedef alınanların durumunu iyileştirmektir.
Varlık Vergisi’nin onarımı için gerekli adımların ilki zaten halihazırda meclise sunulmuştur. HDP Milletvekili Garo Paylan her yıl yaptığı gibi bu yıl da Varlık Vergisi yasasının çıktığı 11 Kasım’ın anma gününde olayın faillerinin belirlenmesi, kurbanlarının ve ne kadar vergilendirildiklerinin kesin olarak tespit edilmesi için bir Meclis Araştırma önergesi verdi. Bu önerge tamirat için zaruridir. Ancak bu bilgiler resmen yayınlandıktan sonra tazminin devamını konuşabiliriz. Öncelikle o gün devlet eliyle soyulanların ardıllarına parasal tazminat verilmesi gündeme gelir. Aşkale’de çalışma kampına sürülen ve özellikle orada ölenler için daha farklı tazminat uygulamaları düşünülebilir.
Tazminat illa şahıslara yapılmak zorunda değildir. Onarma kapsamında Varlık Vergisi’nin bir tazmin yolu Milli Eğitim bütçesinden azınlık okullarının fonlanması olabilir. Bu okulların finansal olarak desteklenmesi Türkiye’de azınlık toplumlarının canlılığını arttıracak ve Varlık Vergisi’yle (Kılıçdaroğlu’nun dediği üzere) ‘inim inim inletilenlerin’ eğitim almasını sağlayacaktır. Benzer bir onarım, restore edilen kilise ve sinagogların tapularının tekrar cemaatlere iade edilmesi veya 1936 beyannamesi ile el konulan malların iadesi yoluyla olabilir. Bir başka tazmin vatandaşlık ile yapılabilir: farklı sebeplerle yurtdışına göç etmek zorunda kalmış ve bu süreçte Türkiye vatandaşlığını kaybetmiş kişilere ve ardıllarına vatandaşlık yolu açılabilir. CHP’li vekiller zaten son beş senedir bu yönde kanun teklifi sunuyorlar. CHP bu öneriyi daha ciddi bir şekilde destekleyebilir. Bunların hepsi geniş bir tazminat-onarım-tamirat projesinin parçaları olabilir.
Hafıza
Helalleşmenin asıl hedeflerinden biri tabii ki aynı şeylerin bir daha yaşanmaması olmalı. ‘Bir Daha Asla’ (never again) fikri hafızlaştırma hareketinin temelinde yatar. Tekrarlanmamasını istediğimiz bir zulmün hatırlanması, toplumun belleğine kazınması gerekir. Ancak bugün Türkiye bir unutma toplumu. Ortak bir amnezi içinde yaşıyor, bundan ancak ara sıra, önemli günler ve dizi, film gibi kültür ürünleriyle uyanıyoruz.
Toplumsal hafıza kaybımızı sona erdirmek için en önemli adım Varlık Vergisi ve İstanbul Pogromu’nu (ve yüzleşilecek diğer yirminci yüzyıl travmalarını) MEB müfredatına, yani örgün eğitime eklemektir. Ancak bu olaylar genel yaklaşım değiştirilmeden tarih/sosyal bilgiler müfredatına entegre edilmeye çalışırsa çok iğreti ve abes duracaklardır. Zira bugünkü milli tarih eğitimimizde Yahudiler sadece 1492’de kucak açılan, öncesi ve sonrası olmayan, Türk misafirperverliğini kanıtlayan bir obje olarak vardır. Benzer şekilde Ermeniler sadece ‘1915 olayları’ başlığı altında belirir. Sanki 1900’lere kadar Anadolu’da yüzlerce yıl yaşamamışlardır. Keza Rumlar için de durum pek farklı değildir. Yani helalleşme denilen süreç tarih eğitimimizin baştan düşünülmesini gerektirecek.
Hafıza için gereken bir diğer adım, kolektif belleğimizi mekânsal hale getirmektir. Varlık Vergisi Türkiye’nin her yerinde olmuştur ancak iki yerin özel önemi vardır. Birincisi farklı illerden ve İstanbul’dan borcunu ödeyemeyenlerin toplandığı Sirkeci garıdır. Burası sadece bir tren istasyonu değil, acılı bir yolculuğun ilk adımıdır. Hafızalaştırma bir plaket veya heykel, ya da düzenli olarak verilen bir tur veya yılda bir kere yapılan bir anma olabilir. Diğer mekân ise tabii ki sürgünlerin ulaştığı noktadır: Aşkale. Erzurum’un bir ilçesi olan Aşkale azınlık toplumlarının hafızasında zulümle eşdeğerdir. Tüm Türkiye’nin bunu anlaması için sürgünlerin çalıştırıldığı yerde Varlık Vergisi’ni anlatan bir müze neden olmasın?
İstanbul Pogromu içinse birincil mekân Beyoğlu ve İstiklal Caddesi’dir. Bugün İstiklal Caddesi’nden geçen bir kişi orada ne yaşandığını, nasıl bir şiddet mahallinden geçmekte olduğunu fark etmez. Hafızalaştırma bunu değiştirmek demektir. Bu da birçok şekilde yapılabilir. İstiklal’in bir noktasında bir heykel, kalıcı bir sergi bu işi görebilir. Daha detaycı olarak, yağmalanan binaların önüne olayı hatırlatan yer taşları yerleştirilebilir. Bu pratik Holokost kurbanlarının evlerinin önüne konulan tökezleme taşlarına benzetilebilir. Aslında bina önünde hafızalaştırma, Hrant Dink’in katledildiği noktada yere gömülü taşla beraber İstanbul’a zaten gelmiştir. Sokak adları da hafızalaştırmanın parçası olabilir. Bugün İstanbul sokaklarına baktığımızda tekçi bir şehrin yansımasını görüyoruz, çünkü mekânın kontrolü tektipleştirmeden yana olanlardaydı. Helalleşmek için Türkiye’nin tümünü kucaklayan bir hafıza, Galata’daki evinden zorla alınan bir Aşkale sürgününün adını evinin olduğu sokağa vermek olabilir. Yağmalanan dükkânın olduğu bir Beyoğlu sokağı, o dükkânın sahibinin adını taşıyabilir. Tabii öte yandan faillerin adları da sokaklar ve stadyumlardan kaldırılabilir.
Hafıza aslında özür ve tazminin teminatıdır; bir daha geri dönülmemesi, bir sonraki neslin eski suçlar için ‘iyi ki de olmuş’ dememesi için gereklidir.
Almanya örneğine dönersek, bugün Alman gençlerin ‘dedemiz Nazi’ydi ama o dönem öyle gerekiyordu’ dememesi için hafıza pratikleri elzemdir.
Kısacası Kılıçdaroğlu’nun helalleşme çağrısı umut vericidir. Helalleşmenin ne kadar başarılı olacağı ise bu üç adımlı çerçevede ne kadar ilerleyeceğine bağlı. Tabii ki her adımda tepkiler olacaktır. Ancak CHP’nin şimdiden bir sonraki rejimin daha adil olacağı, bugünümüzü şekillendiren eski adaletsizlikleri tamir etmeye çalışacağı mesajı Türkiye’de aydınlık bir gelecek isteyen herkes için heyecan vericidir.