Çankaya Belediyesi’nin Ahlatlıbel’deki parkının içinde altı muhalefet liderinin akşam yemeğinde bir araya geldiği, camlarının jaluzileri kapatılmış, orta halli bir avukatın bürosundan hallice olan mekan, iktidar deyince aklına altın varaklar, yüksek tavanlar gelenler için çok vaatkar olmayabilir.
Ama Ahlatlıbey’deki çatı katı tavanlı mütevazi salondan verilen fotoğraf Türkiye’deki pek çok kesime mesajlarla doluydu.
İktidara verilen mesaj açıktı. İktidar çevresi bu fotoğrafa baktığında “Altı benzemez yanyana”, “HDP de masanın altında” demek yerine altı (artı bir) benzemezi yan yana getirecek kadar ne yaptım diye düşünmeliydi.
HDP ve Kürtler fotoğrafla verilen mesajdan çok memnun görünmüyor. Türkiye’nin önündeki alternatif gelecek tahayyülünün içinde fiziksel olarak bulunmamaktan haklı olarak rahatsızlar, ama iktidar çevrelerine göre fiziksel olarak olmasa da ruhen oradaydılar.
Demek ki ortada gerçekten bir dışlanma ve yok sayılma yok.
Devletle bütünleşmiş çok güçlü bir iktidarın karşısında uzun yıllar sonra ilk kez güçlü bir alternatifin çıkması, iktidara talip olmaktan çok meselelerini masaya getirmek için varolan bir partinin bizatihi memnun olacağı bir durum.
Zaten HDP, Millet İttifakı’nın içinde olmayacağını açıkladığı tutum belgesiyle Türkiye’nin siyaseten en tecrübeli vatandaşları olan Kürtlerin siyasal pragmatizmini ortaya koymuştu.
Ortak metindeki Avrupa Konseyi ve Avrupa Birliği normlarına yapılan atıf, masada Kürt meselesinde 2013 AK Parti çizgisinin ilerisinde bir pozisyon alan DEVA ve Gelecek Partisi’nin ve Demirtaş için özgürlük isteyen Kılıçdaroğlu’nun varlığı hala çok sağlam garantiler.
Fotoğraf Türkiye’de uzun yıllardır muhalefette olan, AK Parti yorgunu öfkeli laik kesime de artık Türkiye’de hepsi benim devrinin kapandığını, iktidarın paylaşılarak elde edilebileceğini, Türkiye gibi parçalı bir ülkede demokrasinin de ülkeyi paylaşmayı en baştan kabul ederek yaşatılabileceğini söylüyor.
Ama Ahlatlıbel fotoğrafının esas çarpıcı mesajı Türkiye’de AK Parti’ye oy veren ve vermeyen bütün muhafazakarlara…
Pek çoğuna bu fotoğraf muhtemelen parçalanma, fitne, şer olarak göründü ama aslında bu fotoğrafta Türkiye’de dindarlar için büyük bir hayır var.
20 yıllık zor bela alınmış bir iktidarı devirmek için kurulmuş bir ittifakın nesi hayır olabilir ki?
Bunun için kısa vadeli çıkarlara, yaklaşan seçimlere değil, daha uzun vadeli, âlî çıkarlara bakmak gerek.
Rejimin uzun yıllar boyunca tehlike listesinde bölücülerle başa güreşen Türkiye’nin dindarları çok uzun yıllar süren mücadelelerle asker-sivil bürokrasi ve medya engelini aşarak, 28 Şubat tecrübesinden kısa bir süre sonra 2002’de iktidara geldi ve yine muhtıra, parti kapatma davası, darbe girişimi gibi engelleri aşarak bu iktidarı seçim zaferleriyle 20 yıl sürdürmeyi başardı.
Yaklaşan seçimlerde ilk kez iktidarın kaybedilme ihtimali ufukta belirdi.
20 yıl boyunca pek de hissedilmeyen bu kaybetme endişesi Türkiye’deki muhafazakarların önemli bir kısmını kaygılandırıyor.
İktidarın elinde de, her gün elektrik faturaları, doğalgaz faturaları, peynir ve süt fiyatlarıyla karşılaşan seçmenleri ikna etmekteki en büyük koz bu kaygı.
Bu kaygılar sadece üretilen paranoyalara, haksız endişelere, tarihsel önyargılara dayanmıyor.
Türkiye, Anayasa ve yasalardan önce dönemin ruhuyla yönetilen bir ülke.
Temel haklarla ilgili yasalar hiç değişmemiş olmasına rağmen, aynı yasalarla 80’lerde uygulanan Kürtçe yasakları, 90’larda uygulanmadı. 90’larda ve 2000’lerin başında uygulanan başörtüsü yasakları, yasaları değiştirmeden 2011’den sonra kalktı.
2010’lardaki Türkiye’deki ifade hürriyeti, toplantı ve gösteri yürüyüşü hakları, yasalar aynı olmasına rağmen 2020’lerdeki Türkiye’de yok.
Çünkü yasaların üstünde zamanın ruhu oldu ve zamanın ruhunu belirleyen esas duygu ise her zaman öfkeydi.
Bütün kötülüklerin kaynağı olarak bir grup işaret edilip, onların hayatımızdan çıkarılmasıyla huzura ve özgürlüğe ereceğimize toplum bir kere inandığında, o kötüler grubu için artık düşman hukuku geçerli oldu.
Onların haklarını arama kapıları kapandı, onlara yapılacak muameleler olmayan hukuka ve yasalara da sığdırıldı.
Yakın tarihte bunun sayısız örneği var.
Çeşitli zaman dilimlerinde bütün kötülüklerin kaynağı olarak ilan edildiklerinden komünistler, irticacılar, bölücüler, Ergenekoncular, FETÖcüler için yasalar, haklar ve özgürlükler askıya alınabildi.
Ve bütün bunlar da devletin çıkarları, demokrasi, özgürlük, laiklik, vatan gibi iyi kavramlar uğruna yapıldı. Böyle olunca çok az insan sesini çıkarabildi.
Tecrübeli vatandaşlar hep bunun farkında oldu: Bu ülkede devlet ve ona tabi olan çoğunluk isterse her türlü kötülüğü yapma hakkına sahiptir. Yasalar, hukuk, medya, sivil toplum, partiler bu ittifakın karşısında çaresiz kalır.
O halde devletin bu şeditliğinden kurtulmanın tek bir yolu vardı: Devletin gücünü elde tutmak.
İşte bu temel vatandaşlık bilgisi önümüzdeki seçimde muhafazakar büyük kitlenin en büyük sınavı olacak.
Gidişattan memnun olmamak için pek çok haklı sebebi olan milyonlar, alternatifine ikna olmadıkça tanıdık otoriterliği, tanımadık muhtemel otoriterliğe tercih edecekler.
En azından tanıdık otoriterliğin şerrinden kurtulmanın bir yolunu bulmak, hakkını aramak, ayrıcalıklara ulaşmak mümkün, hatta yine avantajlarından yararlanmamak da mümkün. O yüzden tanımadık muhtemel otoriterlik riskini almak ancak aptallık olabilir.
İşte Ahlatlıbel’deki fotoğraf karesi Türkiye’nin en kalabalık ve karar verici kitlesi olan muhafazakarlara, eğer seçimlerde iktidar değişirse iktidardan tasfiye edilmemek, devletin düşmanı, ötekisi, yabancısı olmamak garantisini veriyor.
Muhtemel bir iktidar değişimin bir kıyıcı rövanşa dönme ihtimalini ortadan kaldırıyor.
Ayrıca muhafazakar siyasetin bütün yumurtalarının aynı sepete konması riskini de ortadan kaldırıyor.
Muhafazakâr siyasette rekabeti, alternatifi olmayı getiriyor. Artık kimse kimseye mecbur değil, kimse ötekinin sopasıyla, korkutarak kimseyi ehven-i şerre razı edemez.
İktidarda da muhalefette de muhafazakarlar olacak ve siyaset artık bir nüfus sayımına dönmeyecek.
Aradaki siyasi farklar da belirginleşecek. Muhafazakarların bir kısmı daha geleneksel, milliyetçi, Batı karşıtı, devletçi çizgiye oy verecek, başka bir grubu ise daha demokratik, liberal, Batı yanlısı muhafazakar partilere oy verecek.
Bu çeşitlilik hem iktidara hem de muhalefete iyi gelecek.
Türkiye’de muhafazakarlar çok uzun süredir iktidarda. Muhalefette oldukları uzun yılları unutacak kadar uzun bir iktidar süresi oldu bu. Bu iktidar boyunca uzun yıllar boyunca iktidarın uzağındayken zorluklarla inşa edilmiş kurumların, örgütlenmelerin çoğu devletle birleşti, sivilliklerini kaybetti.
Mücadele etmek, kavga etmek gibi duygular paslandı.
İktidarın gölgesi kalktığında bu kurumların pek çoğu bocalayacak.
Muhalefette ve azınlıkta olan muhafazakarlık ise uzun süredir unutulan ülkeyi ve gücü paylaşmak, geri adımlar atarak başkalarıyla işbirliği ve ittifaklar kurma zorunluluğuyla nefsini köreltiyor; devletin kara koyunu olmak, iktidara karşı mücadele etmek paslanmış duyguları canlandırıyor, buradan daha taze bir enerji ortaya çıkıyor.
Bu fotoğraf karesi yıllarca muhafazakar düşünceyi zehirleyen, aklına ket vuran CHP korkusu, laik düşmanlığı saplantısından kurtulup kendi hakikatleri ve dünyaya önerdikleri üzerine düşünmesinin de önünü açabilir.
O yüzden Ahlatlıbel’de verilen altılı fotoğraf ve yemeğin ardından yayınlanan ortak bildirideki “tüm farklılıklarımızla beraber biz” düşüncesi, “Avrupa Konseyi ve Avrupa Birliği normları çerçevesinde temel hak ve özgürlüklerin güvence altına alındığı, herkesin kendini eşit ve özgür vatandaş olarak gördüğü, düşüncelerini özgürce ifade edebildiği, inandığı gibi yaşayabildiği demokratik bir Türkiye’yi inşa etmektir” diyen satırlar, Türkiye’deki muhafazakarlar için bütün yumurtalarını aynı sepete koymamanın, masadaki her şeyi kaybetmemenin garantisi olacak.
Belki bütün bunlar kısa vadede siyasetçilerin, güç sahiplerinin işine gelmeyecek, kısa vadede bu ihtilaf fitne ve şer gibi görünecek, ama orta ve uzun vadede bu çeşitlenme muhafazakarların elini güçlendirecek, ihtilaf rahmete dönüşecek.