Tam tersi olmalıydı oysa. Rusya’nın Ukrayna’yı işgale girişmesinden sonra Türkiye, bu iki ülkeye olan yüzde 90’lık buğday ithalatı bağımlılığını gelecek yıllarda ortadan kaldırmak için gözünü rant uğruna kaybettiği tarım arazilerine çevirmeliydi. Ne var ki gıda güvenliği üzerine kafa patlatması gereken iktidar bunun yerine, Ukrayna’ya atılan Rus bombalarının gölgesinde savaştan ganimet çıkarmak için zeytinliklerin maden sahalarına açılmasının önünü açan bir gece yarısı kararnamesi imzaladı. Ülke bu gece yarısı genelgelerine alıştı, artık kimse şaşırmıyor. Yine de bazen ‘bu kadarı da olmaz artık’ diyesi geliyor insanın…
Çocukluğumuzda ilkokul kitaplarında gıdada kendi kendine yetebilen yedi ülkeden biri olarak belletilen Türkiye, yıllardır benimsenen tercihler nedeniyle bu özelliğini kaybetti. Artık ülkenin gıda ihtiyacının önemli bir bölümünü ithalatla karşılıyoruz. Burada en acı olan ise bu ürünlerin ülkemizde yetişiyor olması. Uygulanan yanlış tarım politikaları, tarım alanlarının arsa rantına açılması, başka ülkeleri doyurabilecek potansiyele sahip bir ülkeyi, ithalat olmasa aç kalacak bir ülke haline getirdi. Son bir yılda gıda fiyatları artışında Venezuela, Zimbabve ve Lübnan’dan sonra dünyada dördüncü ülke olduk. Bu dördüncülük bizi kesmez, tez elden birinci sıraya çıkmalı.
Son yıllarda ülkenin doğal değerlerine, tarımına, derelerine, ağaçlarına saldırılar arttı. Bu saldırılar da anlık ‘rant’ sağlamak için son derece vahşi bir şekilde yapılıyor. Yaşadıkları yerlerin bu şekilde yok olmasına direnmeye çalışan yerel halkın karşısına kolluk kuvvetleri çıkarılıyor.
Üç yıldır yaşadığım Muğla’nın Milas İlçesi de bu yağmadan nasibini alan en önemli yerlerden biri. Milas köylüleri son birkaç yıldır maden sahalarına peşkeş çekilmek istenen zeytinliklerini, tarım alanlarını korumak için mücadele halindeler. Zeytinlik alanların kesilmemesi için aylarca nöbet tuttular. Şimdi karşılarına bu genelge çıkarıldı. Genelgeyle oralarda doğup büyüyen insanların atalarından kalan zeytinliklerini yok edecekler. Geçen yıl yaz aylarında alevlere teslim olan ve büyük zarar gören bu bölge genelgeyle madencilerin talanını yaşayacak. Alevlerden çok daha acımasız bir şekilde…
Meclise ne gerek var bir genelgeyle iş biter
Türkiye, halkın seçip kendisini temsil etsin diye görevlendirdiği Meclisin bu kadar işlevsiz olduğu bir dönem daha yaşamadı. Zeytin alanlarının maden arama çalışmalarına açılması için meclisten birkaç kanun tasarısı geçirilmeye çalışıldı. Bu tasarılar iktidar vekilleri de dahil olmak üzere milletvekilleri tarafından komisyonlarda reddedildi. Genel kurulda oylamaya dahi sokulmadı. Birkaç kez denenen bu kanun çıkarma girişimi başarısız olunca, Resmî Gazete’de yayımlanan bir gece yarısı genelgesiyle meclisi iradesi yok sayıldı. Son birkaç yılda bunun pek çok örneğini gördük.
Zeytinciliğin Islahı ve Yabanilerinin Aşılattırılması Hakkında Kararname ile zeytinlikler adeta savaş ganimeti gibi yok edilmek isteniyor. Oysa kanun, “Zeytinlik sahaları içinde ve bu sahalara en az 3 kilometre mesafede zeytinyağı fabrikası hariç zeytinliklerin vegatatif ve generatif gelişmesine mani olacak kimyevi atık bırakan, toz ve duman çıkaran tesis yapılamaz ve işletilemez. Bu alanlarda yapılacak zeytinyağı fabrikaları ile küçük ölçekli tarımsal sanayi işletmeleri yapımı ve işletilmesi Tarım ve Köyişleri Bakanlığının iznine bağlıdır” diyor.
Genelgede “Madencilik faaliyetlerinin yapıldığı alanda işlem bittikten sonra, maden şirketi kestiği zeytin ağacı kadar fidan dikmek mecburiyetinde, rehabilite etmek zorundadır” gibi bir madde olsa da bunun gerçekle hiçbir ilgisi yok. Maden arama ve çıkarma bittikten sonra şirketin iyi niyetli davranıp buraya zeytin fidanları diktiğini varsayalım. Bu yeniden zeytinlik haline getirilen alanın kendini bulabilmesi, eski seviyesinde üretime geçebilmesi için en az 30 yıl gerektiğini uzmanlar söylüyor. Bunun açık anlamı şu; bırakın şu an yaşayanları, gelecek kuşak bile bu yok edilen zeytinliklerin eski haline gelmesini göremez.
Uzun ömrüyle insana yaşama sevinci veren zeytin ağacını kendi ellerimizle öldürmenin bu ülkeye çok büyük zararları olacak. Umarım bu genelgeden geri dönülür. İktidar öncelikle şunu bilmeli; yönettiği ülkenin doğasıyla, tarım zenginlikleriyle ama her şeyden önce halkıyla savaşarak başarıya ulaşılmaz. Hem ne der Nazım Hikmet, “…Yani öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı, yetmişinde bile mesela, zeytin dikeceksin, hem öyle çocuklara falan kalır diye değil, ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için, yaşamak, yani ağır bastığından…”