A. Erkan Koca
Demokrasinin iç düşmanları: popülizm, ultraliberalizm, mesihçilik
Mesihçi siyaset, kibirli bir güç kullanımı içerir ve demokrasinin temel ilkelerini kendi dışındakiler için geçerli addetmez. İnsanlar hiçbir zaman eşit değildirler ve özgür olmaları halinde eşitsizlikleri derinleştirirler. Egemenlik eşitsiz bir özgür insan topluluğuna ait olduğunda ise dünyanın düzeni büsbütün bozulacağı için aleme nizam vermesi gereken birileri her zaman olmalı, o da “en demokratik” dogmalara sahip uluslardan çıkmalıdır.
Demokrasinin içimizdeki düşmanları
Halk egemenliği, siyasi özgürlükler ve daha iyiye ulaşmak adına üretilecek her yeni politikanın bütüncül olarak ve birbirine göre ele alınamadığı “ölçüsüz” demokrasilerde rejimin adı ne olursa olsun popülizm, aşırı liberal görüşler ve mesihçi siyaset kaçınılmaz bir sonuçtur. Adı ne olursa olsun, çoğunlukçu bir baskı, “özgürlükçü” bir tahakküm ve “hakikatçi” bir zorlama siyasi alanı hareketsiz kılar.
Siyaset, her şey midir? Solculuk nedir? Sağcı kimdir?
Biliyoruz ki siyasetle ilgilenmesek de o mutlaka bizimle ilgilenecektir. Burada “güzel” olan şey (en azından kendi açımdan!), Comte-Sponville’in siyasete karşı apolitik, yukarıdan bir tavırla bakan insanların sadece “ilgilenilmekle” kalmayıp cezalandırılacakları vurgusudur. Bu böyledir çünkü siyaset, doğası gereği her zaman ihtilaflı ve çatışmacıdır, mesafeli bir tutum takındığınızda yaşanan çatışmanın her zaman kaybeden tarafındasınızdır.
Hayat yaşamaya değer
Kolay yaşam nedir peki? Kolay yaşamın en basit tarifi, sizin hayatınız üzerinde başkalarının belirleyici olmasına izin vererek yaşamak. Kolay yaşam! Bırakın sizin yerinize başkaları düşünsün, başkaları üretsin ve başkaları belirlesin. Uyun ve itaat edin! Herkes gibi olun! Geleneklere bağlı kalın, söyleneni yapın, en bilindik yollardan gidin ve size benzeyenlerle birlikte hareket edin.
İnsanın anlam arayışı
Yaşamın anlamına gelince, insanın her dönemde ve her koşulda genel geçer bir yaşamın anlamı sorgulaması yapması anlamsızdır. Yaşamın anlamı koşulsuzdur. O, duruma, yere ve insandan insana andan ana değişkenlik gösterir. Önemli olan o anki yaşamın özel anlamıdır.
Ali Birinci’yle Nurettin Topçu’ya dair
Topçu’nun önemli bir farkı, siyaseten kullanışlı görüşlere sahip olmayışı ve bu sayede kendi kendisini araçsallaştırılmaktan koruyabilmesidir. Topçu “bir şeyci” değildir çünkü. Sanılanın aksine, Türkçü değildir, İslamcı hiç değildir, solcu da değildir, liberal değildir, muhafazakar değildir çünkü bir şeyci değildir. Bütün bunların hepsinde özel ve önemli yanlar görür ve alır, bu yönüyle eklektiktir denebilir.
“Tarih, bir yazardır”
Zweig için tarih bir yazar gibidir; yaratıcı ve bunaltıcı, üretken ve verimsiz, sıra dışı ve çok olağan: “Bizler için önceleri bir öğretmen olan tarih, ileriki yıllarda acımasız bir kronikçi, hatta bazı anlarda bir yazar oluverir.
“Kaderi en çılgın derinliklerine kadar sevmek”
Verhaeren’in etkileyici yanı, büyük idealleri uğruna hayattan ve insanlardan kaçmakla dünyayı olanca sefaleti, gürültüsü, kirliliği, modern alt-üst oluşları, trenleri, gemileri, köylüleri, hazları ve ızdıraplarıyla üstlenme arasında gidip gelen bir şairin genellikle olanın aksine ikinci yolu seçerek kaderini en çılgın derinliklerine kadar neşeyle ve cesaretle karşılamasında yatar.
Turgut Cansever’le Nail Çakırhan’ı aynı anda sevebilmek
Bir kaç günlüğüne Akyaka’ya geldim. Muğla-Marmaris yolunun tam ortasında kalan bu ilginç yere girer girmez, ahşap-taş karışımı mimarisi, rengarenk bahçeli evleri ve bakımlı küçük...
Yürüyen Rorschach Testi: Polisler
Militer polislik, farklılıkların ortak bir zeminde biraradalığıyla bireylerin demokratik bir halk oluşunu engeller. Herkesin ancak birbirine benzemesi halinde yaşama şansı bulduğu ve hukuk karşısında korunaklı olduğu mesajı yayar. Bu tür idarelerde danışma, değerlendirme ve problemlere yaratıcı çözümler getirme yoktur
Aptallar gemisi
Hayatın, herkes için eşit derecede acımasız, eşit derecede savunmasız ve eşit derecede anlamlı bir hediye olduğu gerçeğine hiç bu kadar inanmamış, ölüm karşısında hiç bu kadar korunaksız kalmamıştık. Dünyanın, onca teknolojik ilerlemesine ve insanlığın o büyük kibrine rağmen aslında bir “aptallar gemisi” olduğuna hiç bu kadar yakından tanık olmamıştık.
Salgın dendiğinde aklıma hep Reşat Nuri gelir
""...Bir suçumuz, günahımız varsa affetsin. Kim bilir ne kusurlarımız var ki Allah bu belayı gönderdi’ diyor. Bu dağ tepesinde bütün dünya ile alakasını kesmiş garip, fakir köylülerin cehaletlerinden başka ne günahları olur? Halbuki o suçun sorumlusu da kendileri değil. Şimdiki halde bu salgın karşısında yapılan tedbir hastaları hocaya nefes ettirmekten ve köyün başından bu belayı defetmek için akşam namazlarında Kunut duasını okutmaktan ibarettir.”
Siyaset, amatör mü profesyonel mi?
Siyaset esnafı profesyonellerin pek sevdiği bilindik tanımlamalara, verili normlara ve dayatılan kurallara uymayan, nasıl davranacağımıza, nasıl düşüneceğimize ve neye inanmamız gerektiğine karışmayan amatör bir siyasete ihtiyacımız var belli ki. Ülkenin her köşesinde bunca amatör siyasetçi varken, kahvehanelerin buğulu camlarına amatörlüğün kitabı her gün sil baştan yazılırken siyasetimizin bu profesyonel haline ne demeli?
Bekçilik üzerine yazacakken tam da şehirlerarası otobüste hakime hanımdan azar yemek!
Kim tarafından kullanılırsa kullanılsın kolluk yetkileri, örneğin durdurma, kimlik kontrolü ve arama yapma gibi uygulamalar özgürlüğe son derece kritik müdahalelerdir. Bu tür karşılaşmaların ne kadar sürdüğü ya da ilgili görevlilerin nazik olup olmadıklarından bağımsız olarak yapılanın sembolik anlamı demokratik bir ülkenin kamusal alanının ne oranda açık uçlu olup olmadığının, siyasal özgürlüklerinin en net göstergesidir.
Narkissos’un aynası: televizyon
Sıradan insanların en çok zorlandıkları şey, sıradan gerçekleri görmek oluyor. Televizyonu her açtığımızda, kendisini gerçek anlamda değerli görmeyen insanların kendinden olan ne varsa aşırı yüceltip değerli hale getirme çabasının yansımalarını izliyoruz.
İşsiz sosyologlar için her daim cazip bir konu: karizma
Karizma, sosyolojinin oldukça eski ve de “modası geçmiş” bir konusu olmasına rağmen çatışmacı toplumlarda değerini hiç yitirmez çünkü buralarda sorunlar, rasyonel ve yasal yollardan çözülemez. Bunu için gelenekler de yetmez. Baskı ve karşı koyma, dayatma ve başkaldırı, ezme ve ezilme temel belirleyici güç olduğundan, zayıf konumda olan taraf, karizmatik liderlere mecburdur. Çatışmanın sertliği onun gücünün de şiddetini belirler.
Bugünlerde ne okusak diyenlere
Geçenlerde iki arkadaşla, bir toplantı vesilesiyle Meclis’e gitmiştik. Güvenlikte sıkı bir aramaya maruz kaldık. Çantalarımızda kitap dosya ne varsa bakıldı ve anladığımız kadarıyla siyasi bir bildiri vb. ihtimaline binaen önlem alınmaya çalışılıyordu. Yanımda, Yürümenin Felsefesi. Hiçbir siyasi yönü olamayacak kadar ‘sıradan’ ve ‘yansız’ bir kitap adı gibi olsa da belki tam da bu yüzden fazlasıyla şüpheliydi. Nitekim, güvenlikteki görevli beni de yoklamak ihtiyacı duydu. “Yürümenin de mi felsefesi oluyormuş yav?” diyerekten.
Bu iş siniklere göre değil!
Bizdeki mevcut gazetecilik manzarasına bakınca bırakın tutkuyu ve yaratıcılığı, temel insani değerlere dahi sahip olunmadığını görenlerse içten içe gülüyordurlar belki de. Bu kişiler, eğer samimiyetle bu durumdan memnun değiller ama ellerinden yapacak bir şey gelmediğini düşünüyorlarsa Kapuściński’nin şu sert darbesinden destek alabilirler: “Her şeyden önce, gazetecilik yapabilmek için iyi bir insan olmak gerektiğine inanıyorum. Kötü insanlar [bizde sanılanın ve görülenin aksine!] iyi gazeteci olamaz.
Belki de siyaset yapmayan siyasetçi seviyoruzdur!
Siyaset namzetleri için aldatmasın, yolsuzluğa batmasın, kurnazca oy avcılığı yapmasın yeterli diye düşünülüyor. Halk söyledikleriyle en az çelişecek insanların kim olacağını bulmaya ve hissetmeye çalışıyor. Söylenenleri duymasa da olur bir kayıtsızlıkla uzun uzun izliyor ve içinde bir ışığın yanmasını, kalbine bir hissin yayılmasını, ilahi bir işaretin ortaya çıkmasını bekliyor. Kendine en benzeyeni seçiyor bu yüzden. En az zararı kendi kendisine verebileceğini düşünüyor. En fazla kendisine güveniyor.
Çarşambalı Başgil ve babamın tavsiye ettiği tek kitap
Sürekli olarak gericilikle suçlanan bir insanın dinle ilişkisinin böyle olmaması beklenir! Başgil’i önemli kılan şey de belki tam da bu satırlarda gizlidir. İnsanların hakkını hukukunu, inancını ve özgürlüklerini savunmak için illa onlar gibi yaşaması, onlar kadar inançlı ve onlardan biri olması gerekmemektedir. Memleket çocuğu olmak ve dürüst bir vicdan yeterlidir.
Yasama Demokrasisi-Yürütme Demokrasisi
Partiler iktidara gelirken ne kadar samimi ya da istekli olurlarsa olsunlar yürütme işlevini yerine getirirken yasama alanındaki sergiledikleri demokratik tavırları sergileyemezler çünkü ikisinin mantığı farklıdır ve yürütme, bağlı yetki olduğu için demokratik açıdan her zaman problemli bir durum yaratmaya çok daha açıktır.
Balzac’ın kalemi özel kaleme karşı
Özel kalem tipi, kendine ait olmayan bir güce yaslanan her insanda olduğu gibi dalaverelere bel bağlamak zorundadır. Saygınlık ve prestij için yapamayacağı çok az şey vardır. Gücün her zaman içinde, yanında ve yakınındadır, gerektiğinde kullanım hakkına da sahiptir ama hiçbir zaman gerçek bir iktidar duygusuna sahip değildir. Bu yakıcı hâl, iktidarın asıl kaynağına gün geçtikçe daha fazla bağlanma ve onu yüceltme ihtiyacı doğurur.
Doğunun trenleri
Bu ülkeyi tanımak için onun içine karışmak gerektiğini ve bunun yolunun da doğunun trenlerinden geçtiğini düşündüm hep. Anadolu’nun insan felsefesi bu trenlerde kağıda geçirilebilir diye düşündüm. Adını koyamdığımız, açığa çıkaramadığımız ne varsa burada kendini belli edebilir hissine kapıldım. Bir anadolu etnografisi yapılmalı, başlık olarak da ‘Anadolu’nun yolculuğu’ konmalıydı belki.
Ahlak, düşünebilmektir!
Bu insanlar, ne itaat etmişler ne de rıza göstermişlerdi ama bunun nedeni bu kişilerin diğerlerinden daha yüksek bir ahlaka sahip oluşları ya da düşünsel olarak daha gelişmiş insanlar olmaları değildi. Oldukça sıradandılar yani. Dışarıdan bakıldığında sorgusuzca itaat edenlerden çok bir farkları varmış gibi gözükmüyordu. Ama çok önemli bir meziyete sahiptiler. Ahlakları dışarıda bir yerlerde, yazılı metinlerde ya da kanaat önderlerinin düşüncelerinde değil kendi içlerindeydi. Ve kriterleri farklıydı.
Kötülük gücünü kendinden almaz
Sıradanlığın sığlığı güçlü bir kesin inançla birleştiğinde bu kişiler ellerindeki gücü ve yetkiyi iyilik adına kullanırken yarattıkları kötülükler karşısında vicdani bir rahatsızlık duymakla kaynağındaki iyiye daha güçlü bir bağlılık göstermek arasında kısa bir git-gel yaşar ama günün sonunda çok daha maliyetsiz olan ikincisinde karar kılarlar. Kötülük, vicdani bir tepkiye yol açtığında iyiyle olan bağı kopar çünkü ve bu bağ koptuğunda kişi yalnızca yaptığı o kötülük için değil bütün hayatı temelden bir sarsıntıya uğrar.
İslamcılık sağ mı sol mu?
İslamcıların söyledikleri dindarlar için güzel ve gurur okşayıcı laflar olsa da bütün bunlar politika dışı bir alandır. Korkmadan adını koymakta bir sakınca yok ki bugünkü İslamcılık, ne sağdır ne de sol. Ne buralıdır ne de bizden. Siyaset dışı, kendini anticilikle var etmiş olduğundan iktidara temas ettiği an koca bir boşluğa düşen, sermayesi büyük ölçüde ötekine benzememek olan, insanı değersizleştiren ve bu toprakların tecrübesinden beslenemeyen öfkeli bir saplantıdır.
Sahtecilik Sendromu
İçimizdeki yalan, gazetede yalan habere, bürokraside liyakatsizliğe, mahkemede delil yetersizliğine dönüşüyor. Adalet, yerini hangi yalanın daha doğru olduğunu yargılayan bir hokkabazlık hünerine bağlı hale geliyor. Din, bir sonsuzluk arayışı olmaktan çıkıp karanlık cüppeli hocaların söz oyunlarıyla yaydıkları korkuların bataklığından kurtulma davasına evriliyor.
İYİ Parti’ye düşen büyük görev
Ve yine biliyoruz ki milliyetçilik yalnız kendini ve kendinden olanı sevmek, kendi menfaatini en başta görmek ve böylelikle ötekini herhangi bir nedene ihtiyaç duymaksızın değersizleştirici bir hiyerarşinin tepesinden dünyaya bakarak aleme nizam vermek olduğunda savaş ve peşi sıra büyük yıkımlar kaçınılmaz oluyor. Tarih bize hiçbir milliyetçiliğin “yıkarak-yakarak” herhangi bir yüce amaca ulaşamadığını bağırarak söylüyor.
‘Bu adam nasıl rektör oldu?’
Böyle yapıyorlar çünkü atanacak kişi yetersiz ya da liyakatsiz de olsa –ki böylesi bir sistemde böyle olması zorunlu- kendi ekibine tam bir bağlılık göstereceği açık olduğundan esas önemli olanın söz konusu o ekibin toplamdaki likayatinin esas olduğu gibi bir meşrulaştırma yolu bulunuyor.
Hasbelkader adamların ülkesi
Özgeçmişiniz değil özgeleceğinizdir esas olan. Ne vaat etmektesinizdir, bütünüyle söylenenleri yapıp tüm ruhunuzla biat edip emirlere itaat edecek misinizdir yani. Hasbelkader gelen biri için bunu yapmak çocuk oyuncağı bir iştir. Daha doğrusu elindeki yegane seçenektir. Sorunlar zaten kaderin belirleyiciliğinde çözüldüğü kadar çözülecektir. İnsana düşen, yapabildiklerini yapıp beklemektir. Hasbelkaderlik, yapılabileceklerle yapabildiklerinin aynı olduğunu zannettiren bir yanılsama içerir. Sizden daha iyisini yapabilecek birilerinin olduğuna inanmamanız gerekir.