A. Erkan Koca

Bürokratik vesayetten bürokratik vasatlığa

Vesayetten o kadar dilimiz yanmış ki vasatlaşmayı önemsemiyoruz belli ki ama vasatlığın tahakkümünün en az vesayet kadar tehlikeli olabileceğini ne yazık ki atlıyoruz. Siyasal modernleşmeyle toplumsal modernleşmeyi sık sık karıştırıyoruz ve büyük köprüler yapınca ikisi arasındaki açığı da kolaylıla kapatabiliriz sanıyoruz._x000D_ _x000D_

Suçlanma korkusu

Suçlanma korkusu, suçu işleyen dışında herkesin bildiği bir suçlamanın, mahkemesi olmayan davasına maruz kalma korkusudur. Ancak herkesin herkese yabancılaşmasıyla ve toplumun topyekün korkularının esiri haline gelmesiyle mümkün olan bu hal sürdürülebilir olmadığı gibi buradan adalete ulaşılacağını zannetmek, insansız bir hukuk üretmek demektir ki mutlak güvenlik ancak böylesi, insansız bir toplumda mümkündür.

Aliya özlemi bize ne söylüyor?

Aliya, dünyanın en acımasız ve adaletsiz savaşlarından birinin lideri olarak ortaya çıksa da aslında Gandivari bir pasifistti. İnsanlara yönelik her türlü şiddetten ve suçtan nefret ederdi. Bizim Muhafazakâr İslamcıların düşündüklerinin çok ötesinde –kendi deyimiyle ‘Avrupa standartlarında’- demokrattı; farklı görüşleri ve yaşam biçimlerini, bir tehdit ya da yozlaşma olarak görmediği gibi siyasetin varlık bulumasında olmazsa olmaz bir tamamlayıcı olarak algılayan bir alt okuması vardı._x000D_ _x000D_

‘İşkenceyi kötüye kullanmak’

Her türlü şiddet, tıpkı kötü muamele gibi bir tür iktidarsızlığın sonucudur ve işkence, insanın kendinde hissedemediği gücü başka insanların vücuduna bağladığı kablolarla kendisine aktarma çabasıdır. Burada, kişisel eksiklikler memleket meselesi haline getirilerek kendi kendine itiraf edilemeyen iktidarsızlıklar ülkeyi, milleti ve devleti yıkıcı ve bölücülerden kurtarmak gibi büyük amaçlar içerisine ustalıkla yedirilir.

Eğitim için Batı’ya gidenler

Biz, batının kültürünü almayalım diye ilmini alamadık belki de. Kültürünü almaktan öyle çok korktuk ki ilmini korkularımıza feda ettik, kimbilir. Böyle olunca ilmini alamazdık haliyle ve ilmini alamadıkça kültürüne düşman olduk belki de. Bilim yapacağız diye gerçekte bizim olmayan ama literatürde çokça tartışıldığı için öyle olduğunu sandığımız meselelere kafa yorduk. Bilimsel problemle toplumsal problemi aynı zannettik ve evrensel olmak adına kendi toplumumuzu evrensel-dışı ilan edip herkesten daha çok şarap içmek zorunda hissettik. Bilimi bir uyarlamaya dönüştürdük ve çok iyi dublaj yapınca bizim olur diye düşündük.

Muhafazakârlık neden geriliyor?

Çünkü, tetikçilikle gazeteciliği ayırdedemeyen, ideolojik körlükle akademisyenlik yapılabilir zanneden ve devletin her türlü kötü işleyişini bürokratik çıkarlar için sineye çekebilen niteliksiz kadrolar, bunun aleyhine yaşanabilecek her türlü gelişmeyi devlet gücünü arkasına alarak kolaylıkla kriminalleştirebiliyor. Gelecekten çok geçmişe dönük yüzlerle iş yapıldığından her türlü gençleştirme operasyonuna rağmen yapılan siyaset ülke ortalamasına kıyasla hep ‘yaşlı’ kalıyor.

Liyâkat Bakanlığı

Liyâkatin yitimi belli ki öncelikle eşitliği ortadan kaldırıyor ve ayrıcalıklı olmayı meziyet haline getiriyor. Her yerde küçük küçük Leviathanlar türüyor. Memleketin sıradan bir çocuğu ve bu toplumun herkes gibi bir ferdi olmayı istenmeyen bir özellik haline getiriyor. Cemaatleşmeyi ve cemaatleri biraz da böylesi bir bağlamda ayrıcalıksızların korunma mekanizması olarak görmek gerekir.

Radyatöre yumurta kırmak

Bir arkadaşımın davetiyle Konya’ya gitmiştim. Bir bayram günü, külüstür denebilecek kadar eski bir arabayla Meram’a doğru ilerliyorduk. Alaattin Tepesi’ne mi gidecektik, neyi görmeyi düşünüyorduk tam hatırlayamıyorum; çünkü yolda sonradan her şeyi silip sadece kendisini hatırlatacak denli çarpıcı bir olayla karşılaşmıştık. O günden sonra Anadolu’yu tarif et deseler, çaresizliğin canlı bir yaşantıya çevrilebildiği yerdir, derim hep.

Erdoğan’ı anlayamamak

Pek çok insan anlaşılmaz durumlarda devletin elinde bilmediğimiz bilgiler olduğunu düşünerek anlam çıkarıyor. Erdoğan’ın söylemediklerinde gizli ama bir biçimde sessiz bir dille kitlelere malum olan bir ‘hikmet-i hükümet’in varlığına da inanıyor.

‘Çok bir hukukumuz yoktu..’

Hukuk sınırlayıcıdır ama o sınırların nereden geçtiği de yine toplumun hukuk üretme kabiliyetine ve siyasete bağlı olduğundan yargı sisteminin bağımsız olması için siyasetin bunu nasıl yapacağı son derece kritik bir önem taşır. Toplumdan uzaklaşıp devlet eliyle gerçekleştirilen her türlü yasa bir tür hukuksuzluk demektir ve bu yaşandığında, devlet hukukun üzerinde vesayet kurarak tersine bir işleyişle siyasetin sınırlarını belirleyici hale gelir. Bir kere daha, insanlara ne yapmasının daha doğru olacağını söyleyen şey hukuk ya da devlet değil siyasettir.

Otoriterleşme kimin işine yarar?

‘Meşru otoriterleşme’ hakkını kendinde gören tepe yöneticiler, bütünüyle rasyonelliğe dayanan meşru otoritenin ötesinde, kaynağı ve içeriği tam olarak bilinmeyen bir güce sahip olurlar. Buna genellikle yanlış bir kullanımla ‘karizma’ dendiği olur. Çünkü bildiğimiz gibi ‘karizma’daki güç, bilinmeyen bir yerden gelmektedir, kaynağı belli değildir. Burada da öyle görünmesine rağmen karizmayı oluşturan gücü sağlayanlar, ona en çok ihtiyaç duyan, en çok arzulayan en alt tabakadakilerdir.

AK Parti’nin yükselişi ve düşüşü

Denebilir ki AK Parti, okumuşlara ve entelektüellere ihtiyaç duymayacak bir siyaset izledi. Bu camianın düşünenlerinden beklenen zaten her yanıyla bilindiği varsayılan sorunların kağıda dökülmesi ve halkın anlayacağı dile çevrilmesinden ibaret oldu. Bir de belki üretilecek çözümlerin daha sofistike bir görüntüye kavuşturulması için katkı verilmesi buna eklenebilir. Kısacası, onlardan beklenen malumun sofistike bir biçimde ilamıydı.

Otoriter kişilik

Darbe kalkışmasının belki de en kötü etkisi tam olarak kendini bulamamış zayıf benliklere, nihai bir otorite sembolü olarak devletin ne denli zayıf ve kırılgan olabileceği hissi vermiş olması. Bu aynı zamanda içsel bir yıkımdır. Çünkü buradan doğan büyük panik hali, çıkış yolunun eskisinden çok daha sert bir otoriterleşmeyle ancak mümkün olabileceğine dair aksi savunulamaz bir inanç doğuruyor. Ve ne yazık ki buradan çıksa çıksa bir polis devleti çıkabilir.

Partizan muhafazakarlık ve yeni sağ arayış

Partizanlıktan uzak, ülkenin gerçek sorunlarına dönük demokrat yeni bir sağ siyaset arayışı sadece yukarılarda bir yerlerde değil –belki çok daha önemli bir şekilde- gündelik hayatın küçük mahfillerinde heyecanla dile getiriliyor. İronik olan, muhafazakarların ve İslamcıların –tıpkı seküler karşıtları gibi- uzun süre değersizleştirdikleri sağın çaba sarfetmeksizin giderek değer kazanıyor olması.

Polisler neden sosyologlardan nefret eder?

Çünkü, aksi takdirde bütün bir devletin işleyiş mantığına ters hareket etmek ve kaçıp geldikleri onca realiteyle yüzleşmek zorunda kalacaklardır. Kendileri gibi bakmayan insanların ne dediklerine kulak vermek ve bunu yaparken küçük de olsa kapalı kapılar ardındaki duyma ihtimallerini de kaybedecek ve büyük bir boşluğa düşeceklerdir. Ondansa, sınırlı açıyı idealize etmek ve sosyolojik bilgiyi kriminolojiye çevirmek daha konforlu ve düşünsel olarak daha kolay ulaşılan bir sonuçtur. Oysa polis, ‘ne’ değil ‘nasıl’ sorusunun cevabıdır ve polislik işi –tıpkı devlet gibi- sonuç değil süreçtir.

Olağanüstü Halimiz

Olağanüstü Hal dönemleri işleyişin tersine dönmesi yani arabayı atın önüne koşmak gibidir. Bu sayede atı bütünüyle kontrol altına alabilir, yoldan çıkıp kendi başına hareket etmesini engelleyebilirsiniz ama aynı zamanda gücünü önemli ölçüde kırmış, kısa sürede yorgun düşmesine sebep olmuş da olursunuz. Dahası, araba geri geri gitmektedir ve kontrol altına aldığınız güç ileri doğru giderken toplum geriye doğru gitmektedir. Başı dönmekte, midesi bulanmakta ve kendisini nelerin beklediğini görememenin verdiği bir endişeli korkuyla normale dönmeyi beklemektedir.

Muhafazakâr entelektüel olur mu?

Entelektüelin en önemli iki vasfı, çelişkilerle uzlaşmamak ve başkalarının acısını kendi üzerinde hissedebilmekse eğer anadolunun muhafazakâr çocuklarının kendi insanlarının acılarına son vermeye olan aşırı bağlılıkları başkalarının acısını hissedebilme güçlerini kırmış, çelişkilerin üzerine gitmek yerine muhafaza etmeyi seçmiş gözüküyor.

İtaatsizlik üzerine

Bu kadar itaatsever insanların varlığına rağmen, neden kurallara bu kadar uyamayan bir toplumda yaşadığımız sorusunun cevabını da bu türden bir cemaatçi itaat kültüründe aramalı belki de. Kendimiz gibi olamadığımız için herkes gibi olduğumuzu, kendimize inanmadığımız için başkalarına inandığımızı ve ancak bize inanan insanlar bulduğumuzda kendimizi güçlü hissettiğimizi düşünmeli.

İktidarı Tartışmak

Polisler sanılanın aksine daha muhafazakar ailelerden gelmezler. Sağ ya da sol hiç farketmeksizin daha güçsüz, kenarda kalmış, sivil değerlerin tam olarak yerleşiklik kazanmamış olduğu ailelerin, bu konumundan memnun olmayan çocuklarıdırlar çoğunlukla. Bir an önce, kestirmeden iktidarla ilişki kurmayı çok arzulamaktadırlar ve bunun için polislik müthiş bir kapı açmaktadır. Ama aldatıcı da bir kapıdır bu. İktidarın şehevi hazzını hissettirir ama bu asla kendilerine ait bir güç değildir.

Bizi çekemiyorlar; oynamıyorum!

Yönetme ve siyaset yapma gücünüzün bir çapı vardır. Bunun yeterli gelmediği noktadan ötesini ötekileştirmek, realpolitik çark içinde tersten bir siyaset yapma biçimi olabilir. Fakat bunun bedeli, çoğu kez, sizin de sert bir şekilde ötekileştirilmeniz sonucu yaşayacağınız güç kaybı olarak ortaya çıkar.

Demokrasi açığı

Referandum elbette halkın hakemliğine başvurulması bakımından önemlidir, ama bu bir hayat memat meselesi değildir. Bunu bir hayat memat meselesi haline getirmek ve insanları iki şıktan birine razı olmaya zorlamak tam anlamıyla yetersiz demokrasinin tezahürleridir.

Popülist siyasetin seline kapılmak

Popülizmin seli önüne geleni, nerede bırakacağı belli olmayan bir yere kadar sürükler. En acısı, bu tür yerlerde siyasetin, sürüklenmekten gelen büyük yıkıcı enerjiyi siyasal iktidar olmakla karıştıran bir yeni yetme takımının yenme-yenilme oyununa, altedip yok etme savaşına dönüşmesi; toplumun düşünenleri açısından akıntıya karşı kürek çekmenin hiç olmadığı kadar zorlaşmasıdır. Popülist siyasetin seline kapılmak olan biteni ancak sular çekildiğince anlayacak olmaktır.

İmam hatipli olmak ya da olmamak

Bunca iştahlı yatırıma ve heyecanlı çabalara rağmen birilerinin çıkıp söylemesi gerekiyor ki mesele İmam Hatipli olmak ya da olmamakta değil. Mesele kendimize giden yolda içimizdeki okulu kurabilmekte.

Dâvâ siyaseti

Demokrasinin çoğul bir öznesi yoktur; yetkiyi kullanacak olan, tekil bireydir. Demokrasi, eski tabiriyle ferdiyetçi bir rejimdir ve cemaatçi düşüncelerle doğası gereği uyuşmaz yanlara sahiptir. Çoğunlukçuluğun olası mahzurlarından kaçınmanın en önemli yolu, demokratik özne olarak siyasal bireyi görmektir. O nedenle, kendisi gibi görüp düşünmeyen ya da yaşamayan herkesten şikayetçi olan “dâvâcı” arkadaşlar, millet adına savunmaya geçtiklerinde, esasen siyaseti yargı konusu yapmakta ve siyasal öznenin hür düşünüşünü yargı yoluyla pozitif hukukun sınırlarına hapsetmeye çalışmış olmaktadır.

Kolluk gözetim komisyonu ve polisliğin çıkmazı

Polisin, özellikle devletçi yerlerde, toplumun önünden gitme şansı hiçbir zaman yoktur ve basitçe söylemek gerekirse, toplumun gerisinde kalan bir kurumun zor gücünü her kullanışı toplumun siyasal-demokratik gelişimine –hafif bir tabirle- gem vurmak olur.

Polis: Ne asker ne sivil

Polislik zor bir iştir. Bu zorluk siyasal iktidarın farklı güç biçimlerinin hepsini duruma, yere ve zamana göre kullanırken ‘yoldan çıkmamak’ ve buna rağmen meşru otorite kazanmaktan yana bir tavır gösterebilecek denli demokratik bir içerik kazandırma zorluğudur.

Terörün ardından

Kurumların halkı daha güvende ve emniyet içerisinde hissettirmesi için, öncelikle kendi içinde çalışanlarıyla bir güven ilişkisi kurması, kendi içinde liyakat ve hakkaniyet gibi ilkeleri işletecek bir gayri-şahsilik tesis etmesi; dışarıya karşı ise olabildiğince insani bir ilişkisellik geliştirmesi gerekir. Terörü önlemek büyük ölçüde “objektif güvenlik” işiyken, terörün ardından yitirilen güvenin geri getirilmesi, kayıpların duygusal ve psikolojik telafisi, bütünüyle sübjektif güvenlikle ilgili bir iştir.

Artvin’i anlamak

Artvin kadar direniş kültürüne sahip, ama aynı zamanda “şiddet karşıtı” bir yer daha var mıdır Türkiye’de, bilemiyorum. Artvinliler, devletle ve yerleşik düzenle oldukça kavgalı, ancak bu kavgayı şiddet-dışı tutarak hep hukuk içerisinde bir mücadeleden yanadır.

Demokrasi ve güvenlik meselesi*

Eğer güvenlik politikaları siyaseti zayıflatıp etkisizleştirecek bir düzeye ulaşmadan ve toplumsal güven duygusu kendini yenileyemeyecek kadar kaybolmadan mesele halledilebilirse, siyaset varolan sorunu çözme konusunda hiç olmadığı kadar güçlü bir konum elde edebilir.