Akın Özçer
Türkiye’nin “ikiyüzlülük politikası” ne demek?
Batı medyasının Türkiye’de sonuç itibariyle halkoyuna sunulacak bir anayasa değişikliği konusunda dezenformasyon da yapmak suretiyle bu kadar taraf olması hiç normal değil. Bu, üç-dört yıldır devam eden Türkiye hakkındaki algı operasyonunun, darbe girişimine ve artan terör eylemlerine karşın sürdüğünü gösterdiği gibi, arkasındaki niyetin ne olduğu hususunda da hepimizi kaygılandırıyor. Kaygılandırıyor çünkü eleştirdiğimiz bu tür taraflı değerlendirmelerin hedef kitlesi biz değiliz; Batı ülkeleri kamuoyları. Batı dünyasında gözümüzün önünde Türkiye aleyhinde bir kamuoyu oluşturulmasına görüş farklılıklarımızı bir tarafa bırakarak birlikte karşı çıkmak da o bakımdan önem taşıyor.
Ankara- Bağdat diyalogu PKK’nın sırtından mı?
Allan Kaval PKK’nın Sincar’dan çıkarılması konusundaki hayal kırıklığını ise, yazısına Ankara ve Bağdat arasında canlanan diyalogun “PKK’nın sırtından” yapıldığı başlığıyla dile getiriyor. Bu gelişmenin PKK’nın arzu ettiği gibi bölgesel güç olmasını zorlaştıracağı belli ama bu konuda bir şey söylemiyor. Belki de Suriye’deki gelişmelerden umutlu.
El País’te Marga ile algı operasyonu
Görünen o ki Reina katliamından bir hafta (7 Ocak) sonra bile dünyada İspanyolca konuşan kamuoyu Türkiye aleyhine dezenforme edilmek isteniyor. Bu dezenformasyona İspanyol gazetelerinin ve özellikle El País’in hizmet etmesi oldukça şaşırtıcı. Şaşırtıcı zira Türkiye’nin karalanması ne İspanyol halkının ne de bu tür algı operasyonlarından bugüne kadar çok çekmiş olan Latin Amerika halklarının çıkarına.
CIA’yi suçlamak komplo teorisine mi girer?
Batı medyasının ABD’ye, derin devletine ve CIA’ye yönelik eleştirilere yer vermesi Türkiye’ye yönelik algı operasyonunun sonlandığı anlamına gelmiyor. Bu iddiaları tümden “komplo teorisi” kategorisinde değerlendirmesi aslında operasyonun devam ettiğini gösteriyor. Nitekim yakın tarihte geriye doğru gittiğimizde, Gezi’den, hatta öncesinden bu yana Türkiye’de patlak veren her krizin ardından bu tür başlıkların atılmış olduğu görülüyor.
Reina saldırısının akla getirdikleri
Aslında El Bab operasyonuna asimetrik bir yanıt oluşturan Reina saldırısının bu operasyondan rahatsızlık duyan YPG ya da SDG’nin de işine geldiği hiç kimse için sır değil. Fırat Kalkanı ilk aşamada Daech’i El Bab’tan çıkarmayı, ikinci aşamada da kasabanın YPG ya da SDG’nin eline geçmesini engellemeyi hedefliyor.
ABD Daech’e yardım ediyor mu?
YPG’ye silah verilip verilmemesi üzerinden polemik yapmaya hiç gerek yok. ABD Savunma ve Dışişleri sözcüleri PYD/YPG’nin Daech’e karşı müttefikleri olduğunu, bu konuda Türkiye ile farklı düşündüklerini defalarca yüzümüze vura, vura söylemişlerdi. Bir terör örgütüne “müttefik” diyen bir ülkenin başka bir terör örgütüyle mücadelesi “terörle mücadele” kapsamına girer mi çok tartışılır. Hele müttefikiniz PYD/YPG yürütmüyor diye TSK’nın Daech’le mücadelesine destek vermiyorsanız…
Büyük oyunun kazananı
İran demokrasiden nasibini almamış, idam cezasının olduğu, toplu infazların yılda bin kişiyi bulduğu bir ülke sonuç itibariyle. Ayrıca Şii milisler, belki söylendiği gibi İran’ın güvenlik ve toprak bütünlüğünü korumayı amaçlıyor ama son olarak Halep’te tanık olunduğu gibi sivillere karşı da son derece acımasız olabiliyor. Ama Fransız gazeteci, kendi ülkesinin bir süre misafir ettiği Ayetullah Humeyni’nin kurduğu devlet olduğu için mi, yoksa satın aldığı çok sayıda Airbus uçakları nedeniyle mi bilinmez ama İran’ın teokratik rejimine gerekenden çok hoşgörü gösteriyor doğrusu.
Otegi İspanya ve Fransa’yı neden suçluyor?
Arnaldo Otegi, kendisine yöneltilen “bugüne kadarki müzakere girişimleri kanla boğulduktan sonra ETA polis ve yargı baskısına boyun eğmedi mi” sorusuna da olumsuz yanıt veriyor. “Bugün ETA silah bırakmışsa, bu, yurtsever solun strateji değiştirmesinin ve mücadeleyi bundan böyle siyasi ve demokratik yollardan sürdürmeye karar vermesinin sonucudur” diyor. Çok inandırıcı olmasa da…
Ermua ruhu ya da teröre karşı ulusal dayanışma
Kabul etmek gerekir ki İspanya’nın deneyimi, atıf yaptığım yazıda devletin öğrenmesi istenen dünyadaki deneyimler arasında önemli bir yer tutuyor. Tam da bu nedenle burada İspanya’nın terörle mücadele politikasının önemli bir unsuru olan Ermua ruhundan, milyonların şiddete karşı nasıl bir araya geldiğinden söz ediyorum. Dolmabahçe ve ardından Kayseri katliamları, en azından İspanya’da milyonları ETA terörüne karşı sokaklara döken Miguel Ángel Blanco cinayeti kadar, hatta selektif değil daha çok kör terör eylemleri olduğu için daha da iğrenç.
Barış istemek
Yaralarını sarmaya çalıştığımız Dolmabahçe katliamını üstlenen PKK, Suriye’de müttefik, hatta “stratejik ortak” sandığımız bir ülkenin silah ve mühimmatıyla hepimizi rastgele vurup öldürüyor. Karşımızda kim oldukları, nerede bulundukları, ne zaman karşımıza çıkacakları bilinmeyen savaşçılar var. Böyle bir durumda hükümete barış çağrısında bulunmak hiç ama hiç adil değil.
Anayasa değişikliği ne ifade ediyor?
Paketin sistemle ilgili içeriğine bakıldığında, cumhurbaşkanı ile ona karşı da sorumlu olan başbakanın birlikte var olduğu yarı başkanlığa değil, başkanlık sistemine özgü özellikler taşıdığı görülüyor. İsmi ne olursa olsun bu sistemde bu nedenle başbakanlık makamı, hükümetinin yasama önünde sorumluluğu, Meclisten güvenoyu alması gibi parlamenter ve yarı başkanlık sistemlerine özgü kurumlar ve usuller bulunmuyor. Doğrudan halk tarafından seçilen yürütme (Cumhurbaşkanı) ile yasama (Meclis) arasında keskin bir erkler ayrılığı var; yani yürütme yasamanın içinden çıkmıyor.
Mattarella’nın savuşturduğu Exitalia
Önümüzdeki dönemde İtalyan bankaları ve özellikle yeniden sermayelendirme gereksinimi duyan Monte dei Paschi di Siena ve UniCredit üzerindeki baskıların artması kaçınılmaz. Bu durumda en kötü olasılık, yabancı sermaye girişini de olumsuz yönde etkileyecek olan siyasi istikrarsızlık. O bakımdan Mattarella’nın erken seçimi erteleme girişimlerinin en azından kısa vadede bu olasılığı savuşturduğunu söylemek mümkün.
Hollande out, Valls in
Valls ‘in adaylığıyla sosyalistler ikinci sırayı alabilir mi bilinmez ama şimdilik hiç de kolay görünmüyor. Şurası muhakkak ki Hollande’ın adaylıktan çekilmesiyle öncelikle PSF içinde, sonra Sol’da ve nihayet tüm Fransa çapında kartlar yeniden karılıyor.
Anayasa referandumundan Italex çıkar mı?
Referandum kısa vadede Berlin ve Paris’in korkulu rüyası “Italex” ya da “Exitalia” ile sonuçlanmasa da 4 Aralık’ta “hayır” oylarının kazanmasının başkentlerde ve özellikle de finans çevrelerinde İtalya’nın gerekli reformları sürdürmekte başarısız kaldığı şeklinde yorumlanması kaçınılmaz.
AP’nin basın özgürlüğünü kısıtlamayı öngören kararı
AB’nin üçüncü ülkelere yönelik karma bir savaş yürütebilecek ama kendisini hedef alan karma savaşın bir unsuru olan dezenformasyonu engelleyecek olması tek kelimeyle bir çifte standart oluşturuyor. Bu noktadan hareketle Batı Avrupa medyasının Türkiye ile ilgili yayınları veri alındığında, AB tarafının bizi müzakere eden bir aday değil, üçüncü ülke olarak kabul ettiği görülüyor.
Darbecime dokunma
AB barıştan ve farklılıklar içinde birlikten uzaklaşmış, kendi ilke ve ölçütlerini çiğneyen, büyük üyelerinin yüzyıl önceki emperyalist heveslerini ardına gizledikleri bir ittifaka dönüşmüş durumda. Böyle bir birliğin içinde yer almak ister miyiz? Açıkça telaffuz edilemeyen bir “düşman” ilan edildiğimize göre bu soruyu bugün artık tartışmak bile mümkün değil doğrusu.
Fillon in, Sarkozy out
Fillon Sarkozy gibi “Amerikancı” değil, tam bir “Gaulliste”. O zaman Sarkozy kendisine dış politikada inisiyatif bırakmamıştı ama Fillon, ABD’den “bağımsız” olabilmek için Moskova ile konuşulmasını, kısacası tam bir “Gaulliste” dış politika izlenmesini savunuyor. Bu düşünceyi o dönemde Putin’le paylaşmış mı bilmiyoruz ama Fransa’yı klasik yörüngesine oturtmaya kararlı gibi görünüyor.
AK üyeliğimizin askıya alınması mümkün mü?
Gel gör ki, askeri bir darbe girişimi yaşamadığı halde Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 15. maddesi uyarınca bir yıldır olağanüstü hal altında yaşayan ve gelecek yılki başkanlık ve milletvekili seçimlerine de bu şekilde girecek olan bir ülkenin vatandaşı gazeteci önce Fransa’yı eleştirmek gerekirken tüm hırsıyla Türkiye’ye yükleniyor. Öyle ki insan ister istemez, Türkiye’yi bürokrasi ve sivil toplum üzerinden işgal edenler sizin adamlarınız da casus şebekesinin gelecekteki eylemleri için sökülüp atılmasına karşı mı çıkıyorsunuz diye sorası geliyor.
Amerikan seçim ayaklanması Avrupa’ya sıçrar mı?
Fransız eski Dışişleri Bakanı’na göre, “Fransız elitleri toplumsal sıkıntıları duymamaya ve özellikle halkın güvenlik, kimlik ve egemenlik gibi değerlere bağlılığını anlamamaya devam ederse” ABD’dekine benzer koşullar oluşabilir. O takdirde FN kendi tabanı dışındakilerden ikinci turda da oy alabilir ve Fransa benzeri bir sürprizle karşılaşılabilir. Böyle bir durumda gündeme gelmesi beklenen Frexit, AB için felâketin başlangıcı olabilir.
ABD’de halk kazandı, medya kaybetti
Trump’un seçim zaferi, görüldüğü gibi, sandıkta kaybeden büyük medya tarafından tepkiyle karşılanıyor. Bu tepkilerde, sandıktan çıkanı “demokrasi düşmanı”, kaybedeni de “demokrat” ilan edecek kadar ölçüyü kaçıran değerlendirmelere de, hem de saygın gazetelerde rastlanıyor. Kabul etmek gerekir ki seçileni “demokrasi düşmanı” ilan etmek ona oy vermiş olan seçmene de hakaret anlamına geliyor ve tam da bu nedenle anti- demokratik bir nitelik taşıyor.
AİHS ve AİHM ölçütleri
ABD ve başta Almanya olmak üzere AB’nin bazı büyük ülkeleri geçmişte HDP öncülü siyasi partiler kapatılırken olduğundan çok daha fazla, hatta anormal ölçüde tepki gösteriyor. Batı medyasının artık bıktıran Erdoğan üzerinden Türkiye karşıtı yayınlarıyla had safhaya ulaşan bu anormalliğin 15 Temmuz’u yaşamış bu halkın büyük çoğunluğunun sabrını taşırmakta olduğunun altını çizmekte yarar var kuşkusuz.
Egin gazetesine ne olmuştu?
Egin ve diğer radikal gazetelerin ve mensuplarının öyküsü, Türkiye’de bu konuda alınan hukuki önlemleri demokratik bir ülke kabul edilen AB üyesi İspanya’dakilerle karşılaştırılabilmek bakımından önemli bir referans oluşturuyor kuşkusuz.
İspanya azınlık hükümetine teslim
Üçüncü kez sandığa gidilmesini kuruluşuyla engelleyen Rajoy azınlık hükümetinin ömrünü bugünden biçmek mümkün değil. Anayasa altı aydan, fiilen 3 Mayıs 2017’den önce yeniden seçime gidilmesini engelliyor. Bu anayasal sürenin sonunda erken seçime gidilmesini bugün ne yasama döneminin sonuna kadar görev yapacak bir hükümetten yana olduğunu açıklamış olan Rajoy’un PP’si, ne de daha Federal Kongre’sini yapmamış, yeni liderini seçmemiş PSOE cephesi düşünüyor.
Clinton “yalancı ve yolsuzluğa bulaşmış” bir aday mı?
ABD’de şimdi sıra bir kadın Başkana gelmiş bulunuyor kısacası. Seçilmiş isim ise Hillary Clinton. Wikileaks, Bayan Clinton’un bazı zaafları olduğunu yayımladığı belgelerle ortaya koyuyor ama o belgelere Trump taraftarı olanlar -ki faşist olmakla suçlanıyor- dışında itibar eden medya da yok.
Trump’ın doğal müttefikleri
Trump ‘un bu yarışta “düşmanının düşmanı” olmasından ötürü desteğini aldığı doğal müttefikleri de var. Bunlardan biri tabanı olmamakla birlikte seçim kampanyasına doğrudan müdahale edebilen Julian Assange’ın Wikileaks’i. Clinton’un seçim kampanyası ekibinin başkanı John Podesta’nın Gmail hesabından çalınan iletilerinin seçimi etkilemek amacıyla yayımlanıyor olması Trump için bulunmaz bir nimet.
Trump’ı kimler neden destekliyor?
Trump ‘un arkasında mevcut düzenin dışında kalan (outsider) ve bu düzenden, bankaları ve finansal kurumları ve dış politika ve güvenlik politikalarıyla rahatsızlık duyan toplumsal kesimler var. Bu kesimler, sadece eğitim düzeyi düşük beyaz işçi kesimi veya orta sınıftan oluşmuyor. ABD’de artık bazı şeylerin değişmesini bekleyen çok değişik kesimlerden gelenleri de kapsıyor. O bakımdan Trump ‘un temsil ettiği bu politikayı, Carlota García’nın altını çizdiği gibi, “outsiderism” olarak tanımlamak da mümkün.
Kumdan Şatolar
15 Temmuzdan sonra bu köşeden Türk-Amerikan ilişkilerinin artık eskisi gibi olmayacağını çok yazdım. Darbe girişimindeki rolü ve bölgemizde izlediği Türkiye ile uyumsuz politikaları nedeniyle. İkili ilişkilerde üç-dört kuşak sürecek olan bu güvensizlik, ABD ile sınırlı değil. Washington’la paralel politikalar izleyen Batı Avrupa’nın emperyalist ülkeleri, bu bağlamda Sarkozy döneminde NATO’nun askeri kanadına dönen, ilkokuldan sonra dilini ve kültürünü öğrendiğim Fransa ile ilişkileri de kapsıyor elbette.
Enerji Kongresi’nin Batı medyasına yansımaları
Ne Türkiye’yi Venezuela ile anayasal düzeni açısından, ne kendisi büyük bir çoğunlukla seçilmiş, partisi de Meclis’te beşte üç çoğunluğa yaklaşmış olan Erdoğan’ı siyasi gücü bakımından Maduro ile karşılaştırmak mümkün. Buna karşılık genelde saçma bulduğum F. De Andrés’ in ABC’deki değerlendirmesinde doğru olan bir nokta var: o da Erdoğan’ın, Putin ve Maduro gibi, ABD’ye meydan okuyor olması.
Nobel barış ödülü prematüre mi oldu?
Barış ya da terör örgütlerinin silah bırakması ve militanlarının topluma kazandırılması sadece Kolombiya için değil, benzeri çatışmaların yaşandığı bütün ülkeler için önemli. Bu bağlamda, Devlet Başkanı Santos’un 2012’den bu yana FARC’la siyasi risklerini üstlenerek Havana’da yürüttüğü müzakereleri bir anlaşmayla taçlandırmasını takdir etmemek mümkün değil. Ancak bu müzakerelere doğrudan katılmamış olan halkın bu konuda son sözü söylemesi, devlet ve terör örgütünün baştan beri üzerinde mutabık kaldığı gibi, hem son derece demokratik, hem de anlaşmanın hayata geçirilmesi bakımından önemli bir adımdı.
Hayır, barışa mı yoksa cezasızlığa mı?
Telefonla sordum, Federico barış plebisitinde “Hayır” oyu kullanacak. “Ben barışa karşı değilim” dedi ve ekledi “ama bu tipler en azından iki yıl hapiste kalsınlar istiyorum. Beni kaçırdıklarında iki kişiyi öldürdüklerini gördüm” Onu anlıyorum, fikrine değer veriyorum ve barış düşmanı bir kişi olduğunu düşünmüyorum, aynı fikirde olmasak da. Onu yargılama yetkisine sahip değilim ve “Hayır” oyu verme hakkı olduğunu düşünüyorum...