Ana SayfaYazarlarBatı-dışı anne ve alternatifler

Batı-dışı anne ve alternatifler

Kusura bakmazsanız, bugün HDP’nin durumu, çözüm süreci, Suriye krizi, seçimler ve AKP’nin geleceği gibi esaslı sorunları görmezden gelerek daha talihi bir konudan bahsedeceğim.  Tüm bu meseleleri bir hamlede es geçmek istemezdim, ama geçtiğimiz aylarda Yeni Türkiye’de anne oldum ve bu yüzden gündemi takip etmekte zorlanıyorum. Benim gibi günde iki açıkoturum izleyen, üç-beş gazete okuyan, birkaç saat sosyal medya takip eden birinin son genel seçim sonuçlarını sessiz bir TV’nin soldan sağa geçen altyazısından öğrenmesi oldukça tuhaf bir his. Ama anlaşılan, bu tip durumlar Türkiye’de yaşayan anneler için sıradan hayatın bir parçası. Sanıyorum annelere “fedakar, cefakar, çiçek, kelebek” gibi sıfatların layık görülmesi de bu yüzden.(Bir İskandinav annesi bu “alternatif modernlik” çağrışımı yapan sıfatların hangisine layık görülmüştür?) Evet, bunları yeni anladım, çünkü itiraf edeyim ki, çocuk doğuran kadınların yanından, doğumhaneye yaptığım nezaket ziyaretinden sonra ışık hızıyla kaçmış biriyim (tıpkı sizin gibi!). Ama kabalığımdan değil, yeni anne için yapabileceğim fazla bir şey olmadığını düşündüğüm için (düşüncesizliğimden yani!).

 

Bildiğiniz gibi, Türkiye’de “anne” yetişkinleri ilgilendiren konularla arasına mesafe koymuş biridir. Benim de geçmişte favori sohbet konularım arasında olan güncel siyaset, dış politika, medya vs. hiçbir yeni anneyi yakından ilgilendirmez; ilgilendirse bile gündemi takip edecek vakti olmadığı için sizi dinlerken sıkılır. Siz de bir gözüyle emekleyen bebeğini takip ettiği için konuya odaklanamayan anneye daha fazla azap vermek istemezsiniz. Anneleri ilgilendiren pratik konularda konuşmaya değecek bir bilginiz ya da görgünüz yoksa (ki benim yoktu) ufka dalar ve lohusayı kendi haline bırakırsınız. Bebeklerin diş çıkartması, taytay durması, ilk kelimelerini söylemesi karşısında “Tebrikler, demek ki çocuğunuz 7 milyar insanın geçtiği aşamalardan teker teker geçiyor” demezsiniz ama içinizden bunların aslında sadece ebeveyni ve onların ailesini ilgilendirdiğini düşünürsünüz. Çünkü Türkiye’de bebek annesine, anneler de kendi ailelerine emanettir. Bu konuda “nerede bu devlet?” diye sormak sadece feministlerin aklına gelir. Onlar da bizden uzakta, mahallemizin çok dışında yaşayan, arada bir televizyonda gördüğümüz ve “ya, ya, hakikaten” diye geçiştirerek dinlediğimiz kimselerdir. Buraya kadarı özeleştiriydi.

 

Uzun yıllardır Batı’yı yerden yere vurmakla, alternatif modernlik ve diğer kurtarıcı postmodern kavramlarla meşgul olduğumuz için “modern” lafını çok çekinerek kullanacağım. Heyhat, ortada evde yaşayan bir anne ya da hayatta torun bakmaktan başka bir isteği olmayan geniş bir aile yoksa çareyi bu kavramda aramak zorunda kalıyoruz. Aslında Yeni Türkiye’nin, bir yandan Adam Smith’in “görünmez elini” tutarken, bir yandan da bebek bakımı konusunda birtakım sorumluluklar üstlendiği malum. Mesela çocuğunuzu aşıya götürmezseniz kapıya dayanan bir sağlık ocağı ve aile hekimliği kurumu var, ki yeni bir annenin hafızası önemli ölçüde bloke olduğundan, şahsen ben bu müdahalecilikten memnun kaldım. (Batı’da “aşı yaptırmayan, doğal anneler” gibi bir akım var fakat onlar bizimki gibi bir alternatif modernlikte nasıl hayatta kalırdı bilemiyorum). Keza, bazı pilot şehirlerde yaşayan anneler şu anda bakıcı desteği için maddi yardım alıyor ve onlar da herhalde hallerinden memnundur. Öte yandan, sezaryanı kaldırmaya, dershaneleri kapatmaya, hatta kredi kartlarının taksit sayısına karar verebilen bir devlet, bebek bakıcısı bulan insan kaynağı şirketlerini tamamen “liberal ellere” terk etmiş gibi. Pervasızca “çalışanları için hiçbir güvence veremeyeceklerini ve referans sistemi işletmediklerini” söyleyen bu şirketler ayda 1500 dolar öderseniz size Filipinli bakıcı bulma sözü de veriyor. (Fiyat İngilizce konuştukları için yüksekmiş; ev halkı herhalde Filipin aksanlı İngilizceyi hiç duymamış ya da göçmenleri bağrına basan bir siyasete mensup olduğu için önemsemiyor). Kısacası fazla “modernleşmiş” bir anne (konu komşu, akraba, eş dost ağlarını işletemiyorsanız size diyecek başka laf yok) çocuğunu sabıka kaydını bile göremediği, tecrübesi ya da güvenilirliği meçhul birine emanet etmek zorunda kalabilir. (“Müstahaktır” diyenleri de duyar gibi oldum). Ki zaten kime emanet ederse etsin, istifa edip çocuğuna ilkokula başlayana kadar kendi bakmadığı için gelen eleştiri, küçümseme ve acıma dolu bakışları göğüslemek zorunda. Öyleyse “gelin şu işyerimizde bir kreş açalım, bir anaokulu kuralım” deseniz, karşınıza bütçeden mevzuata, imardan iskana çok makro sorunlar çıkartılır. Ama Batı-dışı annenin günceli takip etme, resmi gazeteyi ya da anayasayı okuma imkanı olmadığı için muhtemelen mücadele edemeyecektir. Ayrıca alternatif modernitede, annenin hiçbir yardım görmediği kişiler ve kurumlar tarafından yargılanması ve cezalandırılması vaka-ı adiyedendir.

 

Tabii her şeyi devletten ya da işverenden beklememek lazım. Örneğin her annenin er geç anladığı bir konuda: mesela pediatrinin aslında bir sosyal bilimler disiplini olması konusunda devlet ne yapabilir ki? Teşhis ve tedavi üzerinde değil, sadece bazı ihtimaller üzerinde duran, deneme-yanılma yöntemine dayanan bu ucu açık ve belirsiz bilim dalının sorunları devletin çözebileceğinden çok daha karmaşıktır. O yüzden anne, herhangi bir sağlık sorununda içgüdüsüne dayanarak çözümü evde kendi üretmeye hazır olmalıdır. Yani internete başvuracak; otuz kadar forum sitesini ziyaret ettikten sonra bunların içinden işe yaramayan, deli saçması, batıl ya da yanlış olanları eleyecek; aslında ürün reklamı yapmakta olan annelik bloglarını görmezden gelecek; geleneksel, doğal, sosyetik vb. annelerin farklı önerileri üzerinde tane tane duracak ve neticede o akşam da güncelden kopacaktır. İnternete girmeyi tercih etmediği takdirde, konu-komşu ve akrabalar da yol gösterici olabilir. Ne de olsa, Türkiye’de yeni anayasayla ilgili olarak yeşertilemeyen toplumsal mutabakat bebek sorunları konusunda asırlardır vardır. Dört konuya dikkat edeceksiniz: “Uyku”, “gaz”, “açlık” ya da “üşüme”. Aslında bilirsiniz, Batı-dışı bebek daha çok aç ya da üşüyor olabilir.

 

Modernleşmiş bir anne (onun için artık çok geçtir ve geri dönülmez bir süreçtir bu) olmanın en zor taraflarından biri, bir yandan bebeğinize bakarken bir yandan da mesleğinizle ya da dünyayla ilgilenmek istemenizin garipsenmesi ve sorgulanmasıdır. Bir anne olarak ev işlerinden, bebek bakımından, hatta İşte benim Stilim All Star’dan bahsedebilirsiniz ama mesleki kaygılarınız safi bencillikten kaynaklanıyor olabilir. Hele hele Suriye krizi gibi sufli konularla ilgili malumat edinme talebi, kesinlikle bir sonraki bahara kadar (Arap Baharı?) beklemesi gereken bir şeydir. Batı-dışı anne eninde sonunda alternatif modernitenin bu cefakar, çilekeş toplumsal uzlaşısını kabul edecektir. Zaten o esnada pencerenizin önünden, 6 yaşındaki çocukları arabasının penceresine menemen testisi gibi dizip camdan sarkıtan bir mahalle abisi geçer. Bebeğin havası değişsin diye dışarı çıksanız, beş dakika önce arabasında sigara içmiş olan taksinin şoförü (alternatif modernlik bunu gerektirdiği için herhalde) anakucağını koltuğa emniyetli bir şekilde bağlama isteğinizi tuhaf bulur; neticede burası Amerika değildir. Şoför önünde giden okul taşıtını hızla sollayıp bir yayayı ezmekten son anda kurtulsa da Batı-dışı anne için esas olan öfkelenmemektir. Ondan beklenen, az sonra ineceği alışveriş merkezinde, kendisine ödenen aylık çocuk yardımıyla pamuk helva alırken, sosyal medyaya bebeğinin fotoğrafını yüklemektir. Anneliği işin erbabına, yani annelere bırakan toplum fotoğraf altına “tam yemelik”, “lokum”, “tü tü tü tü” gibi komplimanlar yazmaktadır. Zaten alternatif modernlik de bunu gerektirir.

- Advertisment -