Oral Çalışlar

Depremle yıkılan Ermeni köyünün muhtarı: Sayımız iyice azaldı, bu köyü yaşatalım

“Köyde, birkaç bina ufak tefek çatlaklarla ayakta kaldı. Kilise ağır hasarlı. Biraz önce Kadıköy Belediye Başkanı Şerdil Dara Odabaşı ile gezdik, tamamen yıkık halde. Şu anda 25’e yakın çadırımız var, çadırlarda kalıyoruz. Aynı yerde, Garbis’in çay bahçesinde sabah-öğleakşam yemeğimizi yiyoruz. Sağ olsunlar her yerden yardım geliyor. Yardımseverlere çok teşekkür ediyoruz. Maşallah 4. günden sonra aktı.”

Kılıçdaroğlu’nun yeni adımları

Kılıçdaroğlu zorlu bir sürecin sonunda muhalefetin başkan adayı olduğunda sakindi. Yumruğunu masaya vurmadan, kükremeden, süreci yönetti. Sosyal demokrat, muhafazakar, milliyetçi, solcu, sağcı… Hep birlikte, Ankara’da yeni bir başlangıç yapıldı. Saadet Partisi Genel Merkezi’nin önünde toplanmış o insanlar bir umudun peşinde. Millet İttifakı’nın Cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu, CHP Genel Merkezi’ne geldiğinde, onu orada da kalabalık bir topluluk bekliyordu. “Kazanamayacak” diye dışlanan adam, istediği yerdeydi.

Akşener’i masaya döndüren güç

İYİ Parti’ye oy vermeyi düşünenlerin ötesinde, çok geniş bir kitle, Akşener’in üslup ve eyleminden mutlu olmadı. İYİ Parti, çok geniş bir “Yapmayın, geri dönün!” baskısıyla karşı karşıya kaldı. İYİ Parti, bu toplumsal talebi gördü.

‘Yıkacağız, yapacağız’ demekle olmuyor…

O zaman soruyoruz: İstanbullu için taşınma kararı verilirken; seçilmiş yerel yönetimin, sivil toplumun, fay haritasını çıkaran, zemin etütlerini yapan bilim insanlarının böyle bir çalışmadan haberleri var mı? İşte burada temel zihniyet sorunu ortaya çıkıyor: “Hükümet devlettir” diyen anlayışa göre Cumhurbaşkanlığı makamı yetkisini kullanarak kararı verir ve uygular. Bu tezin savunucuları, “Ülkemizde eğer Cumhurbaşkanlığı makamı bir konuda karar vermişse bu devlet kararıdır” yaklaşımında.

Antakya, Malatya, Kahramanmaraş’tan…

Kahramanmaraş’ta aceleyle yeni bir bölgeyi imara açmaya karar vermişler. Toplantıya katılan jeoloji mühendisleri, inşaat mühendisleri o yerin uygun olmadığını belirtip itiraz etmişler. Dinleyen olmamış. Mühendisler, şehrin ovaya değil dağa doğru geliştirilmesini savunuyor.

Bir deprem muhasebesi yapmak! Hepimiz birbirimize muhtaçken

Sivil hayatın içinde kurumlaşmış bu yapıların değerini, bu yaşadıklarımızın ardından daha iyi anladığımızı sanıyorum. Suçlamak ve susturmaya çalışmak yerine, dinlemeyi tercih edebilmeliyiz. Yanlışları ve doğruları, geçmişi ve geleceği, partizan gözlüklerini çıkararak, daha doğru değerlendirebiliriz.

Nobel’e aday gösterilmişlerdi! 7 üyelerini depremde yitirdiler

Dünyanın dört bir yanında yüzlerce konser veren Medeniyetler Korosu, Nobel Barış Ödülü’ne aday gösterilmişti. American Abroad Media, Türkiye'de AIP Vakfı (AIP Acil İhtiyaç Projesi Vakfı) işbirliğiyle özel bir yardım fonu kurdu. Kaynaklar, koro üyeleri ve ailelerinin depremin ardından toparlanması ve koronun ilham verici müziğini yeniden icra etmesi için kullanılacak.

İzolatörler bizi korumaya yeter mi?

Sistemi inşaatçıların eline veremeyiz. Yoksa çok hata yaparız. Önceliğimiz sağlam binalar inşa etmek olmalı” diyor. Dünyanın dört bir yanında büyük inşaatlar yapan inşaat şirketlerimiz var. Dünyanın her ülkesinde, o ülkenin gelişmişlik katsayısına paralel olarak denetim yapıldığını biliyoruz. Almanya’da müteahhitlik yapan Türkiye kökenli firmalar, oradaki kurallara harfiyen uyuyor. Başka şansları yok. Ülkemizde ise durum farklı.

Bir doktorun deprem güncesi

Orada geçirdiğim günler şu an zihnimde haftalar gibi uzun. Crush sendromu dediğimiz ezilme durumunun yarattığı tablo nedeni ile kaybettiğimiz gençler, anneler, babalar, uzuvları kesilmek durumunda kalan çocuklar, yakınlarını arayan insanlar, kimliği belirsiz hastalar, kendisi depremzede olmasına, yakınlarını, çalışma arkadaşlarını kaybetmelerine rağmen çalışmaya devam eden sağlık çalışanları, artık yeğenlerine anne olacak olan teyzeler, halalar, uykusunda hıçkıran, seslenildiğinde korku ile uykusundan fal taşı gibi gözlerini açarak uyanan insanlardı tanık olduğum. Herkes öyle keder içindeydi ki ne isyan edebilen vardı, ne sesi yükselen.

‘Kutsal devlet’ doğal afet çıkmazında

Devlet-toplum ilişkisi, sorgulanmaya başlandı. Anlaşılan bu tartışma önümüzdeki dönemde gelişerek devam edecek. Her devlet, dayandığı toplumun gelişmişlik düzeyiyle orantılı şekilde yapılanır. Bazen başarılı bir önderlikle toplumsal birikimin üstüne çıkılabilir. Bazen de kriz olur, birikimin altına inilir. Devlet eğer iyi örgütlenmezse, kolektif bir akılla hareket etmezse, bir arıza anında, bozuk araba gibi yolda kalır.

Suriyeli sığınmacı da enkaz altında…

Irkçılık, güçlü bir demokrasi düşmanlığıyla ve despotizmle el ele yürüyor. Toplumun zayıf yönlerini harekete geçirebiliyor. Depremde yüzlerce Suriyeli göçmen de yaşamını yitirdi büyük olasılıkla. Zaten ev, bark, geçim derdindeyken, daha da büyük bir felaketin ortasında kalıverdiler. Onların acısı, insan olarak hepimizin acısının bir parçası.

Çözüm vardı; yapmadık, yapamadık… Enkaz altında kaldık

Yer yerinden oynarken, bu hastanelerde ameliyatlar devam edebildi. Tarihimizin en ağır depremlerinden birinde, bu binalar, “izolatör” sistemi sayesinde, yıkılmadı, tahrip olmadı. Yaşam sürdü. “Depreme dayanıklı nitelikli yapı”dan, bizim anladığımız, doğru malzeme kullanılması ve doğru mühendislik yapılmasıyla sınırlıydı. Bunları yeterli olarak düşünüyorduk. İzolatör çözümünü yeni duydum.

‘Ben Seni Sevduğumi…’

Yunan Devlet Televizyonu, deprem sabahı programını Şevval Sam’ın söylediği bir Karadeniz türküsüyle başlattı: “Ben Seni Sevduğumi…” Acımıza ortak oldu. Komşu Yunanistan’ın en önemli gazetelerinden Kathimerini, “Hepimiz Türküz” sloganını o duvardan alıp manşete çıkarınca, bu tablo karşı kıyıdan gelen bir sevgi mesajına dönüşüyor.

Deprem değil ihmal öldürüyor

Büyük bir deprem olursa kurtarma çalışması nasıl yapılacak hiçbir prova gerçekleştirilmemiş. Çok katlı apartmana yangın merdiveni yetişmiyor, açıkta kalan depremzede için bez çadırdan başka barınak ortalıkta görünmüyor. Hastane acil servisleri de yıkılıyor. Depremden kurtulan nerede barınacak? Türkiye teröre karşı güvenlik önlemlerini en üst seviyede tutarken, depreme karşı can güvenliği için hangi hazırlıkları planlamış bu hiç konuşulmamış.

Kasetçiler Kralı’nın Unkapanı Saltanatı

Yönetmenliğini Mahsun Kırmızıgül’ün yaptığı Prestij Meselesi filmi “Kasetçiler Kralı”nın hayatını, zaaflarını, açmazlarını ve başarısını anlatıyor. Yeni kuşaklar için “Gazinocular Kralı”nı veya “Unkapanı Kasetçiler Çarşısı”nı anlamak belki zor olabilir. “Televizyona çıkmak” da geride kaldı. Günümüzün şöhret skalası “Kaç takipçin var” üzerinden belirleniyor.

Milliyetçi fay hatlarını aşabilmek mümkün mü? Kürt meselesi, Kıbrıs meselesi…

Kıbrıslı Türklerin önemli çoğunluğu, üzerlerinde Türkiye’nin vesayeti olduğunu düşünüyor. “İtfaiyemiz bile Türk Silahlı Kuvvetlerine bağlı” diyerek kendi kaderlerine kendileri karar vermek istiyor. Rumlarla bir anlaşma zemini yakalayarak Avrupa Birliği vatandaşı olmak istiyorlar. 6’lı masanın programının açıklanmasının ardından Kıbrıs’ta eleştiriler gelmeye başladı.

6’lı Masa mucize mi çıkmaz sokak mı?

Bir arkadaşım telefon etti. “6’lı Masa’nın açıklanan programı güzel, demokrasi konusunda net, anlaşılan o ki Kürt meselesini şimdilik metne koymamışlar” dedi. “Bitti bitecek, dağıldı dağılacak”...

Cağaloğlu’nun ıssızlaşan binası…

Teknolojinin, iletişim araçlarının gelişmesinin en çok etkilediği alanlardan biri, basılı gazetecilik. Eski usul habercilik, artık mümkün değil. Haber, anında meraklısına ulaşıyor, bir gün sonra bayiden alınan gazetedeki gündemin farklı olması gerekiyor. Türkiye’nin birçok yerine geçmişte iki üç gün sonra ulaşan gazetelerin yolunu artık bekleyen yok. Bizim köydeki Hasan, Amerika’daki kızını, torununu sabah kahvaltısında görüntülü olarak telefonuyla görebiliyor.

Babıali’nin son kaptanı: Orhan Erinç

Cumhuriyet’in başka ellere geçmesi, onu derinden yaralamıştı. Orhan Erinç, tam anlamıyla bir Babıali gazetecisiydi. Muhabirlikten yetişmiş, yazı işleri müdürlüğü, genel yayın müdürlüğü, imtiyaz sahipliği dahil mesleğin her çeşidini yaşamış, görmüş, hafızasına kaydetmişti. İlginç bir hafızası vardı, en küçük ayrıntıları hatırlar, kimi sorsanız size onunla ilgili bir hikaye anlatabilirdi.

Eli kalem tutanın da bir sorumluluğu var…

Aydınlar, eli kalem tutanlar, değişimi, toplumun içinde oluşan canlılığı da görebilmeli. Yapılan araştırmaları kendi sağduyu süzgecinden geçirdiğimizde çok daha iyi tahminlerde bulunabiliriz. Askeri darbelerin kesintilere uğrattığı demokrasi yolculuğumuz 70 yıldır kritik aşamalardan geçti. Toplum en beklenmedik anlarda tahminleri alt üst etti. Gün oldu karşısına askeri vesayet çıktı, gün oldu siyasi otoriterlik. Türkiye tek parti dönemini de yaşadı, çok partili denemeleri de gördü. Tercihi her zaman mağdurdan ve değişimden yana oldu.

14 Mayıs özgürlükçü bir geçmiş…

14 Mayıs 1950, önemli bir tarihti. Demokrat Parti iktidarıyla 14 Mayıs’ta yeni bir dönem açılmıştı. Çok partili sisteme alışmak kolay değildi. İktidar ve muhalefet partileri, Meclis çatısı altında siyaset yapmaya çalıştılar. Yaşanan aşırı gerilimin ardından askerin müdahalesi geldi (27 Mayıs 1960).

Hrant, uzlaşmayı ve birliği simgeliyordu

Alışılmadık bir kişilikti. Ermeniyim, Türklerin dostuyum, bu ülkenin yurttaşıyım, acılarımı unutmadım, ama iki halkın dostluğunu sağlamak için sonuna kadar gayret edeceğim diyordu. Hrant, aramızdan ayrılışının 16. yılında unutulmuyor ve yokluğu hissediliyor. Toplum onu arıyor. Onun birleştirici, uzlaştırıcı ve cesur dilini özlüyor. Şöyle bir ruh hali içindeyim: O olsaydı şimdi daha güçlü bir muhalefet yaratabilirdik.

HDP, DEVA ile seçim ittifakı yaparsa…

Ali Babacan son dönemde HDP ve Kürt meselesinde demokratik bir tutum alıyor. Bu çıkışları yaptıktan sonra HDP ile birlikte seçime girme ihtimali seçmen kitlesini muhalefete yönlendirebilir mi? HDP’ye oy vermeyen sağ eğilimli Kürtlerin üçte biri farklı partilere yönelmiş durumda. DEVA bu konuda önde gelen seçenekler içinde. HDP’liler de DEVA’nın son çıkışlarını olumlu görüyor. Onlarla işbirliği yapma eğilimindeler.

Adayı merak ediyordunuz: Davutoğlu’na kızmayın

Hemen her gün medyada 6’lı masaya ilişkin “skandal” diye abartılan haberler yer alıyor. Davutoğlu’nun başkanların yetkileri üzerine söyledikleri de ortalığı karıştırdı. Peki gerçekten 6’lı masa bir karmaşadan ibaret mi? Öncelikle birinci senesini dolduran bu birliktelik, ortak siyaset konusunda başarılı bir tecrübe oldu.

İslamcıların, milliyetçilerin önündeki soru: Cepheleşme mi, uzlaşma mı?

Türkiye, ekonomik krizi, siyasi, sosyal bir bunalım ile birlikte yaşıyor. Toplum, sert bir kutuplaşma ile uzlaşma arasında bir tercih yapmanın eşiğinde. Önümüzdeki seçimler bu konuda millet olarak kararımızı ortaya koyacak. Şurası bir gerçek; kutuplaşmanın iki tarafında da sertlik yanlıları, radikal kavga taraftarları varlıklarını koruyor. “Şeriata geçit yok” diyenler hâlâ cepheleşme eğilimi içinde belli bir etkinliğe sahip. Dini siyasi bir referans olarak kullanmaya hevesli, “Ayasofya’yı cami yaptık… amacımıza yürüyoruz…” diyenler de diğer kutupta ağırlıklarını sürdürüyor.

Türkeş seçimi ertelemek isteyince…

…Ben ise 'Üç ay içinde seçime gidersek asıl o zaman antidemokratik olur. Şimdi bir tek CHP var. Onun dışındaki partiler ne zaman kurulacak, ne zaman seçime iştirak edecek?' diyerek durumun yanlışlığını anlatmaya çalışıyordum… Ben sosyal tedbirleri alalım, bazı düzenlemeler yapalım, öyle gidelim diyordum. Milli Birlik Komitesi'ndeki arkadaşların büyük çoğunluğu benimle beraberdi.

Cağaloğlu’nun ve Kadıköy’ün Muzo’su…

317 kitabı yayınlamak gibi bir büyük işi başarmasının ardında onun inatçılığının da payı vardır” diye anlatıyor Muzo’yu. Bizim “Muzo” böyle bir kişilik. Hafıza ve hayatını sürdürme konusunda sorunlar yaşayınca onu bakımevinde kalmaya ikna ettik. Dün de Çamlıca’daki devlet bakımevinde Gürhan Ertür’le birlikte yeni yılda onun ziyaretine gittik. Yakın zamanları hatırlamadığı için geçmiş günlere ilişkin zevkli, ayrıntılı sohbetler yaptık.

Cepheleşmenin yeni sloganı: Yerli ve milli

ABD ve Batı karşıtlığı söylemi üstünden siyaset üreten (sözde yerli ve milli) çizgi, günümüzün iki büyük despotik yayılmacı rejimi olan Rusya’yı ve Çin’i, Batı’ya karşı bir dış politika dengesi, hatta “Türk milleti için milli cephe” olarak sunuyor.

O aydınlar ki! Halkı anlamadılar

Aydın karamsarlığı, aydın güvensizliği nereden kaynaklanıyor ciddi olarak araştırılması gereken bir mesele. Aydınlar, halk için “Geridir anlamaz, cahildir” deseler, kendilerini haklı görseler de halk siyasete hep daha akıllı ve dengeli bir şekilde müdahale etmiştir.

Bir şiir defteri buldum 51 yıl önce Mamak Cezaevi’nden

Şimdi defteri karıştırıyorum. Bakalım neler neler seçmişim… “Dönen dönsün ben dönmezem yolumdan” diye başlayan Pir Sultan’ın şiiri ilk sayfayı kaplıyor. Ondan şu dörtlüğü almışım: “Kadılar, müftüler fetva yazarsa/ işte kement işte boynum asarsa/işte hançer işte kellem keserse/dönen dönsün ben dönmezem yolumdan!” Bir Yunus Emre dörtlüğü: “Bir kez gönül yıktınsa/bu kıldığın namaz değil/ yetmiş iki millet dahi/elin yüzün yumuş değil.”