Oral Çalışlar

Rus gençleriyle ada vapurunda sohbet…

Putin karşıtı Ruslar, Türkiye’nin gösterdiği bu açık kapı siyasetine çok teşekkür ediyor. Bu kapı sayesinde dünyanın her yerine gitme imkanları bulunuyor. “Peki bir karar verdiniz mi?” diye sordum. “Önce burada iki ay kalma iznimiz var. Onu kullanacağız. Sonra Rusya’ya girip çıkacağız ve bir ay daha kalma şansımız doğacak.” Moskova’dan gelmişler. Ülkelerinden ayrılmak istemiyorlar.

Avrasyacılığın işgal karşısındaki hali…

Rusya’yı değişik gerekçelerle haklı bulan, müdahalesini bin dereden su getirerek “makul” diye yorumlayan bazı askeri yorumcular işte bu otoriter ve müdahaleci kültürün tipik temsilcileridir. Tabii işin ilginç belki de komik olan yanı her belanın arkasında Batı parmağı arayan solcumuz sağcımız, siyasi bakımdan başı derde girdiğinde ya da ülkeyi terk etmek zorunda kaldığında Çin’i, Rusya’yı ya da İran veya Suudi Arabistan’ı tercih etmiyor. Kapağı bir an önce Avrupa’ya atmak için çareler arıyor.

Avrupa’da ne kadar faşist varsa Putin’in yanında

Putin’in Avrupa’daki faşist dostları, sıkıntılı. Ukrayna’nın işgaline yönelik yükselen öfke onları da tepki göstermeye zorluyor. Fransa’nın, İtalya’nın, Almanya’nın, Hollanda’nın, Avusturya’nın, Macaristan’ın aşırı sağcı ve ırkçı partilerinin tamamı, Putin ile dost. Temel meselelerde Rusya ile birlikte hareket ediyorlar.

Sol adına ağır bir hüzün…

ABD emperyalist de Rusya sosyalist mi? Onun yaptığı zulüm, karşısında NATO ya da ABD var diye haksızlık, zorbalık meşru mu sayılacak? Yıllarca sosyalistler, Rusya’da, Çin’de ortaya çıkan baskıcı rejimleri, o ülkedeki katliamları, tek parti rejiminin farklı sesleri bastıran uygulamalarını görmezden geldiler. Hatta çoğu zaman desteklediler. Sosyalizmin ortaya çıkış gerekçesinden, iddiasından büyük ölçüde vazgeçen yeni ideolojiler ürettiler.

Sviatlana direniyor… Belaruslular, Ukrayna saflarında…

Sviatlana’yı dinlerken, Putin’in neden acımasızca Ukrayna’nın tepesine çöktüğü ortaya çıkıyor. Eskiden dünya, Sovyetler Birliği’nin egemenliğindeki sosyalist blokla, ABD yönetimindeki NATO kampı arasında bölünmüştü. Sovyetler, silahlanma yarışında ekonomik olarak iflas etti ve dağıldı.

Yani’ye Meryem Ana Kilisesi’nde veda

Dostumuz, arkadaşımız. Kilisenin kapısında gelenleri karşılayanlardan biri, Koço Kalfa’nın oğlu Niko. Kuaför Niko. Mavi Marmara ekibinden AK Parti Adalar İlçe Başkanı Sina Şen… Yücel ve Fatma, şehirden gelmişler. “Bir yıldır tedavi görüyordu. Çok acı çekti babam” diye anlattı kızı Christina. Eşi Alexandra, “Yani’miz yok artık, nasıl dayanacağım?” diyor. Birbirimize sarılıyoruz.

Devlet hâlâ erkek…

Erkekler, kendilerine karşı gelen, itiraz eden kadınlara, şiddetle karşılık veriyor. Çıkarılan kanunlar ve uygulamadaki zaaflar kadınları kırılgan hale getiriyor. Devlet, bütün kurumlarıyla erkek egemen kültürün uygulayıcısı ve devam ettiricisi durumunda. Yani devlet hâlâ erkek. Kendi tecrübemizden biliyoruz, demokrasi gerilerken kadın hakları da geriliyor. İstanbul Sözleşmesi’nden erkek eliyle çekildik.

Solculardan işgale destek…

Sosyalizmle, solculukla, Putin’in işgalci rejimini desteklemek arasındaki bağı anlamak istiyorum. Putin, komünist ya da sosyalist değil. Lenin’i Ukrayna’nın ayrı bir ülke haline gelmesine sebep olduğu iddiasıyla suçluyor ve Lenin’e hakaret yağdırıyor. Putin, tam anlamıyla bir despot. Çarlık Rusyası'ndaki ya da Sovyetler Birliği dönemindeki sınırları yeniden ele geçirmek istiyor. Dışarıda yayılmacı, içeride zorba.

Yeni saflaşma: Rusya, Çin, Kuzey Kore… Biraz İran

Bir ülke, bir halk, kendi iradesini ezmek için üzerine yürüyen bir kabadayıya karşı direniyor. Dünya hop oturup hop kalkıyor. Bir anlamda kader savaşı veriliyor. Bizler buna sessiz kalabilir miyiz? Ya da eşkıyayı haklı gösterenleri destekleyebilir miyiz? Bir düşünün isterseniz...

Ukrayna direnişçileri hesapları bozdu…

Bir ülke tanklarla ezilirken, bir halk direnirken, “Ama onlar da NATO’ya yönelmeselerdi” diyerek işgalciyi mazur göremeyiz. Direnişçilerin siyasi görüşleri, istilacıların bahanesi olamaz. Putin, işgal konuşmasında Ukrayna’yı Çarlık Rusyası’nın bir bakiyesi gibi sayıyor. “Öyle bir millet, öyle bir devlet yok” diyor. Kendi “hakimiyet alanı” içinde gördüğü devlete, “Ya silahı bırakırsın, ya da seni tepelerim” diye saldırıyor.

En büyük erkek Putin mi?

Ortada mazlum bir halk ve mazlum bir ülke var, işgal edilen onların ülkesi. Bazılarımız, siyasi ihtiraslarımızın ötesine geçemeyip, işgalcilerin safına düşebiliyoruz. Avrupa’ya kızanlar “İç işlerimize karışıyorlar, bağımsızlığımızı çiğniyorlar” diyorlardı. Şimdi içlerinden bazıları bir ülkeye tankla tüfekle girilmesine alkış tutabiliyorlar. “Çin ve Rusya’daki otoriter rejimlerin dinamiklerini anlamayan Batılı ülkeler Ukrayna’nın işgaline karşı koyamadılar.

Alevilik ve İslamcılığın sınavı

Cemevleri, bir kültür, bir geleneği sürdürme, hepsinden önemlisi ibadet etme yeri olarak yeni şehir hayatında giderek yaygınlaştı. Sivas katliamının ardından Alevilerin talepleri yeni baştan Türkiye’nin gündemine oturdu. Türkiye, bir demokrasi sınavıyla karşı karşıyaydı.

Sünni fetvasıyla Aleviliği tanımlamaya kalkarsanız…

Açılım yıllarında, üstü kapatılmış meseleler açılıyor, tartışılıyor, konuşuluyordu. İktidar, bu meselelerin geçmişte devlete egemen olan zihniyet tarafından bastırıldığını söylüyor, değiştireceğini iddia ediyordu. Ancak “değişimcilik” farklı bir mezhebin meşru kabul edilmesine gelince yolda kaldı.

İki dikkat çekici söyleşi

HDP Eş Genel Başkanı Mithat Sancar’ın söyleşisi de altı partinin tutumuna ilişkin itirazları olmakla birlikte olumlu yaklaşım sergiliyordu. Millet İttifakı’na katılmak gibi bir beklentileri yoktu. Onların önemle üzerinde durdukları iki konu vardı. Geçiş sürecinin planlanmasına ve cumhurbaşkanı adayının belirlenmesine katılmak.

HDP

HDP, siyasetin kritik konusu haline gelmiş durumda. İktidar kanadı, “Haydi yapsınlar da görelim” diyor. Sol kanat aydın ve siyasetçileri içinde, 6’lı ittifakı soğuk karşılayan, HDP’nin dışlanmasını sert bir dille eleştirenler, sağcılara taviz verildiğini düşünüyor.

‘Analiz Beyler’

Altı liderin bir araya gelmesi, beklenti içindeki toplumda bir umut ışığı etkisi yaparken; 'Analiz Beyler', “Daha dur bakalım karşı taraf hangi oyunları oynayacak” havasında. “Güçlendirilmiş Parlamenter Rejim'e geçiş” konusunda toplantılara başlandığında, “Olmaz be kardeşim!” yorumu öne çıkıyor. Şimdi de “Başkanı belirleyemezler, orada ip kopar” analizleri dikkat çekiyor.

Masanın hangi tarafındayız?

Batı’nın insan hakları, hukuk devleti, demokrasi, sanat, heykel, şehircilik, müzik gibi alanlardaki yüzü, insanlığın yüzlerce yılda elde ettiği birikimin ürünüdür. Öteki yüzde ise sömürgecilik, bencillik, duyarsızlık vardır. Türkiye’de iktidarlar genellikle insan hakları konusunda eleştiriye uğrayınca Batı’nın sömürgeci yüzünü hatırlarlar. “Sen de Kongo'da katliam yaptın” diyerek söze başlamayı tercih ederler.

Nafaka neden erkekleri ürkütüyor?

Türkiye’de kanunlar bazı alanlarda toplumsal kültürümüzden daha ileri hükümler içeriyor. Bunda Avrupa Birliği’ne uyum yasalarının da bir rolü olduğunu biliyoruz. Şimdi geri vitese takılmış şekilde, kazanımların tasfiye edildiği bir süreçten geçiyoruz. Bu süreçten en çok kadınlar zarar görüyor. Kadınların hakkı hukuku korunaklı olmaktan çıkarılmak isteniyor.

Ebruli muhalefet ebruli demokrasi…

Ne olursa olsun ve kim ne derse desin, kutuplaştırmadan yakındığımız bir dönemde, farklı kutuplardaki siyasi partiler, “Birlikte bir şeyler yapabiliriz” diyerek hazırlanıyorlar. Mevcut sistemi değiştirmek konusunda bir mutabakatları var. Bunu muhtemelen ortak Cumhurbaşkanı adayı izleyecek. Sonra da yeni bir anayasa… Siyaset, kısa vadeli ve çözüme yönelik hedeflere kolay yaklaşır. Parlamenter rejime dönüşü sağlayacak bir yol haritası çizmek ana hedef gibi görünüyor.

Bir af gecesi ve ‘yedek lastik’ öyküsü

Cezaevine görüşe gelen ailelerimiz Ecevit militanı gibi CHP saflarında koşturuyorlar, çocuklarının içeriden kurtulmasının bu partinin iktidarından geçtiğini biliyorlardı. Benim de içinde yer aldığım bir kesim solcu, acayip bir tutum içindeydik. CHP’yi ve Bülent Ecevit’i düşman görecek kadar sert bir muhalefet yürütüyorduk. Onları, devrimci bir yükselişi, reform öğütleriyle bastırmaya çalışan burjuvazinin ‘yedek lastik’i olarak görüyorduk.

Çello çalan Halife Abdülmecid…

Osmanlı Hanedanı'nın başına gelenleri yıllarca duymadık bile. Kimdiler, nasıl insanlardı, öğrenmedik. Kitapları adeta dönemin trolleri yazmıştı. Osmanlı neyin nesiydi sorusuna cevap arayanlar, gerçekten onlar hain miydi diye merak edenler, sergiye koşturmuşlardı.

Tarihin akışı nasıl değişti? İnönü’nün yerine Bayar geçince…

Demirel’in aktardığı bir anı, İnönü- Bayar değişikliğinin asıl nedeninin, Dersim’e ilişkin görüş ayrılığı olduğunu doğruluyor. Resmi kayıtlara göre, 1938’de, 11 binden fazla Dersimli öldürüldü, 13 binden fazlası da sürgüne gönderildi. Gerçek rakamlar bundan çok daha fazladır. Dersim katliamı, bugün neden demokrasiyi kalıcı ve güçlü hale getiremediğimizi anlamak açısından tarihi bir örnek.

Cavit Bey’in idamında Bülent Ecevit’in babası

Tarih 26 Ağustos 1926. Bu konuda daha önce yazılar yazdım. O idam gecesinin bilinmeyen ayrıntılarından biri de asılanların ölüm raporunu yazmakla görevli doktorun kimliğidir. Adli Tıp adına idamlarda hazır bulunan doktor eski başbakanlardan Bülent Ecevit’in babası Fahri Ecevit’ti. Böylesine acı ve dramatik bir olaya tanıklık eden kişinin kimliğinin unutulmaya terk edilmesi garip değil mi?

Alaattin Çakıcı ve karlı bir İstanbul hatırası

Arabanın duvarlarını yumrukluyoruz. Bağırıyoruz çağırıyoruz. Kimsenin umurunda değil. Tuvalete gitmemize son kez izin verildi. Zaten biz artık çözümü bulmuş, çiş yapıp duruyorduk. Kokular içinde ağlayan sızlayan mahkumlarla Antalya’ya yöneldik. Oradan Burdur. Sonra Bursa.

Uğur Alacakaptan

Uğur Alacakaptan Hoca, 1968’in en civcivli günlerinde Ankara Hukuk Fakültesi dekanıydı. Gençliğin taleplerini anlayan, onlara sahip çıkan ve onları kollayan bir yöneticiydi. Polise ve iktidara karşı üniversite özerkliğini savunuyor ve akademik özgürlüğe sahip çıkıyordu.

Bülent Ecevit ve Necmettin Erbakan’dan Hrant Dink’e…

Türkiye’de demokrasinin geçekleşebilmesinin yolu, farklı olanın, birbirine benzemeyenin birlikte yaşama iradesi ortaya koyabilmesidir. Bu doğrultuda yolu açan ilk ve önemli adım, aslında Bülent Ecevit’le Necmettin Erbakan’dan gelmişti. 1973 yılında kurulan CHP-MSP Koalisyonu, 200 yıllık bir geçmiş hesaplaşmasına ve bölünmesine inat “birlikte siyaset yapabiliriz” denemesine girişmesiydi.

İSTANBUL: Arap turistler, Kapalıçarşı esnafı…

Sokaklara bir yorgunluk çökmüş gibi. Kapalıçarşı’nın kapısında duruyorum. Eski cıvıltı kalmamış. Beni tanıyanlar, “Bu dolar nerede durur?” diye soruyorlar. “Artık erken seçim olmaz değil mi?” diyorlar. Trafik çok rahatlamış. Üst üste gelen benzin ve motorin zammı şehirde özel araçla dolaşmayı çok pahalı hale getirmiş. Bizim gazetenin şoförleri bu durumdan memnun.

İhtiyaç militan bir muhalefet mi?

Şu an muhalefet bloğunu oluşturan partilerin sayısının çokluğu bir dezavantaj gibi görünse de eğer süreç iyi yönetilirse bu durum avantaja dönüşebilir. Partilerin her biri çok farklı gelenek ve tarihsel tecrübelerden geliyor. Tam da bu nedenle, pozitif bir enerji yakalayarak, ortaklaşa işler başarabilirler.

Enes’i neden kaybettik?

Enes Kara’nın bir cemaat yurdunda intihar etmesinin, bir toplum mühendisliği projesinin sonucu olduğu tartışılıyor. Bu örnekte, dindarların çok eleştirdiği 'toplum mühendisliği' yaklaşımını üstlenenler cemaatler oldu, fatura onlara çıktı. Tarikatlar, cemaatler ve bazı dindar aileler, çocuklarının kendileri gibi dindar ve muhafazakâr yetişmesi için, bu yurtları tercih ediyor. Ancak büyük çoğunluğun barınma ve eğitime devam edebilme ihtiyacından ötürü bu yurtlarda kaldığı bir gerçek.

Bölünen aydınlar güçten düştüler…

Dinler, cemaatler, yeniden bir seçenek haline dönüşüyordu. Dindarlık dünyada güç kazanıyordu. Bu tabloyu Türkiye’ye uyarlarsak; Cumhuriyetçilerle sosyalistler, Kemalizmle sosyalizm arasında gidip geldi. İkisinin sentezi sayılabilecek bir yerde konuşlandılar. Ülkemiz aydınlarının çoğunluğu, 'laik merkezi devlet'le kah küs- kah barışık denilebilecek garip bir ilişki içine girmişlerdi. 1960, 1971, 1980 askeri darbeleri, onları şaşkına çevirdi.