Şehadet Çitil

Instagram yasağıyla İsrail bizden kurtulduğu için mutlu ama Yayladağlı, Dicleli kadınlar mağdur

2 gündür benim rızam olmadan dükkanım kapalı. Çünkü Instagram’ı kapattınız. Ben gıda satıyorum. Şu an elimdeki ürünleri satmazsam iki ay sonra çöp olabilir. Depremzede Yayladağ’lı Münevver Hanım’ın adaçaylarını satmasını engelliyorsunuz. Dicle’nin Altay köyünden bizi bulup, reyhanlarını satmaya çalışan kadınların emeklerini paraya dönüştürmelerine engel oluyorsunuz. Gazze’deki Bisan Owda’yı, Motaz Aziza’yı Instagram sayesinde tanıdık. Dokuz aydır onlarla ağladık, onlarla üzüldük. Onları da engellemiş oldunuz. Acaba soykırımcı İsrail, Türkiye’den 50 milyondan fazla duyarlı Instagram kullanıcısının Gazze’deki katliama karşı susturulmasına seviniyor mudur, üzülüyor mudur?

Kayısı, zeytin, acı biber, dut, ceviz de depremzede olmasın!

Fotoğraf İskenderun’dan Otoban girişi. Molozların döküldüğü yerin hemen yanında maydanoz bahçesi var. 6 Şubat’ın vurduğu deprem bölgesi Türkiye’deki tarım arazilerinin yüzde 17’sine tekabül ediyordu. Depremzede olan çiftçiler şimdi de tarlalarına dökülen molozlarla, zeytinlik bahçelerine yapılan konutlarla mağdur oluyor. Artı ürünlerini satarken asbest korkusuyla mücadele edecekler. Depremin yaralarını sararken, insanların bu şehirlerde kalıp, doyması, geçinmesi için Hatay’ın, Kahramanmaraş’ın, Adıyaman’ın, Malatya’nın tarım arazilerini korumak zorundayız.

Hayvanları evcilleştiren topraklar nasıl et ithal eder hale geldi?

Geçen hafta, Tarım ve Orman Bakanlığı 2024-2028 Stratejik Planı yayınlandı. Stratejik planın yayınlandığı aynı hafta, nihai hedefinin et ithalatını bitirmek olduğunu ama kaliteyi arttırmak için az miktarda hayvan ithalatının yapılacağını da duyurdu Tarım ve Orman Bakanı. Kategorik olarak ithalata karşı değilim. Türkiye 14 yıldır kesintisiz et ithal ediyor. Ancak ithal ettiğimiz ürün tarihsel olarak bu topraklara ait. Yani hayvanı evcilleştirmeden önce de hayvanın etini tüketilecek bir ürün olduğunu dünyaya bu topraklarda yaşayanlar öğretti. Peki, Tarım ve Orman Bakanlığı’nın et ithal edileceğine dair yaptığı açıklamaya nasıl geldik?

Kamusal mutfakta neden kadının adı yok?

M.Ö 4000 yıllarında kurulan Sümerler’de mutfak kadının yönetimindeyken, soylulara, tanrılara verilen yemeklerin organizasyonunda da hiç kadın yokmuş. Osmanlı saray mutfağında da erkekler hâkim, Romalılar’da da. Bugün de mutfak denince akla kadınlar ama aşçı denince akla erkekler geliyor? Peki neden?

Kötü bir haberim var: Çiftçiler yaşlanıyor

Evet tarımla geçimini sağlayanlar yaşlanıyor ve gençler tarım yapmak istemiyor. Yaştan dolayı iş gücü kaybı demek bu. 2023 verileri de bunu doğruluyor. Sektörde kadınların yaş ortalaması 60.1, erkeklerin yaş ortalaması 57.7. Genel yaş ortalaması da 58.1. korkmamız gereken rakamlar bunlar. Tarım ve hayvancılıkla uğraşanlar ortalama 58 yaşında demektir bu. Elbette gençler var, köyüne dönen de var ama iş gücü yaş ortalamasını değiştirmeyecek kadar azlar.

İsviçreli değiliz ama iki kadın biz de bayramda Hakkâri dağlarındaydık

Geçen hafta sosyal medyaya düşen bir video çok ilgi gördü. Videoda İsviçre’den arabalarıyla Hakkari’ye kadar dağlardaki buzulları görmeye gelmiş bir çift vardı. Onların bu merakı ve cesareti haklı olarak takdir edildi. Biz iki kadın da bayram tatilini Hakkari dağlarında geçirdik. Toprak yollarda uçurumlardan dönerek yol aldık, tekerimiz patladı. Yolda hiç İsviçreli turist görmedik, bir de geçen yıllarda bolca olan güvenlik noktalarını. Sonuç: 3200 metre yükseklikte 20 bin yıllık buzulların üzerinde mangal yapan yüzlerce insan ve çöpler. Oradan ayrılırken valiliğin festivali için ses sistemleri ve sahne kuruluyordu. Sessiz dağlarda 15 bin kişi bangır bangır çalan müzik eşliğinde halaya durdu. İstanbul’dan davet edilen ınfluencerlar bölgeyi tanıttı. Ben Diyarbakırlı olarak İsviçreli akranlarımın kilometrelerce uzaktan görmeye geldiği güzellikleri beş yıl önce keşfetmiştim, siz daha fazla geç kalmayın.

Diyarbakır’ın dut ağaçları ve ipek kozaları nereye gitti?

1850’li yıllardan sonra Diyarbakır hem ipek kozası üretimi hem de dokumasında zirve yıllarını yaşadı. Restore edilip ziyarete açılan Cemil Paşa Konağı’nın bir kısmı ipek ve puşi atölyesi olarak kullanılıyordu. Bu atölyenin ustabaşısı ise, sanatçı Udi Yervant Bostancı’nın babası Hagop’tu. O yıllarda Cemil Paşa Konağı ile Meryem Ana Kilisesi’nin olduğu sokak arasında Sinek Pazarı denilen bir semt bulunurdu. Diyarbakır’ın büyük atölyeleri genelde bu semtte toplanmıştı. Ali Paşa ve Behram Paşa mahallelerinde evler atölye olarak kullanılırdı. Koza üretimi genelde ailece yapılan bir işti ve evlerde yapılırdı. Peki sonra ne oldu? Kötü şeyler oldu…

Esmiyor evet, peki bir ağaç dikmeye ne dersin?

Barış kelimesini gün aşırı kullanıp ama tüm çözüm önerilerini küçümseyen, büyük barış için küçük çözümleri toptan reddedip sıradan insanların hayatlarının kayıp gitmesini izleyen siyasi gündemi izlemekle geçti ömrümün bir kısmı. Çevreci aktivistlerin yeşil barış isteme hallerinin de bundan pek farkı yok benim için. Neyse ki, küçük basit adımlarla fosil yakıtları çıkarılırken salınan sera gazını milimize edeceğimizi araştırıp bulan çevreciler var. Araştırma özetle diyor ki; Amerika kıtası ölçeğinde bir alanı ağaçlandırarak, Sanayi Devrimi’nden bu yana berbat ettiğimiz atmosferdeki sera gazının 3/2’sini temizleyebiliriz. Evet bu kadar basit. Ağaçlar en kolay, en maliyetsiz karbon avcısı çünkü.

Sahadan bildiriyorum: İklim krizi diye bir şey var

7 yıldır tarımsal üretim yapan, üreticilerle birlikte çalışan bir girişimci olarak Güneydoğu’nun tarlalarından, ovalarından bildiriyorum. İklim krizi sadece bir grup entelektüelin, sivil toplumcunun, solcunun, elit insanın, İsveçli Greta Thunberg’in takıntısı, duyar kasması değil. Tarımda artık eski bilgiler geçerli değil. Güneydoğu’da toprağı doyuracak yağmurlar en erken Aralık ayının sonuna doğru yağıyor. En bildiğimiz kuru tarım ürünü olan buğdayın sapları artık daha kısa. Yani Hayvanlar için saman artık daha az. Çiçekler zamanında açmıyor, erken açan çiçekler erken kuruyor, eskiden arıcılık yapılan yerlerde artık arılar olmuyor. Yani İklim krizi diye bir şey var, elle tutulur bir gerçek ve artık bu realiteyi kabul ederek tarım yapmalıyız.

Uğradığı şiddetle İstanbul Sözleşmesi’ne ilham kaynağı olan kadın: Nahide Opuz

Nahide Opuz, kendisine ve ailesine şiddet uygulayan, tehdit eden kocasını devlet makamlarına tam 36 kez şikâyet etmesine rağmen onu koruyamayan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne karşı 15 Temmuz 2002’de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde (AİHM) dava açtı. AİHM, Türkiye Cumhuriyeti Devleti hakkındaki kararını 9 Haziran 2009’da verdi: Türkiye, vatandaşını koruyamamıştır.

Uğradığı şiddetle İstanbul Sözleşmesi’ne ilham kaynağı olan kadın: Nahide Opuz

Nahide Opuz, kendisine ve ailesine şiddet uygulayan, tehdit eden kocasını devlet makamlarına tam 36 kez şikâyet etmesine rağmen onu koruyamayan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne karşı...