Selim Kuneralp

Monarşi, cumhuriyet, demokrasi

Cumhuriyetin 100. yılına yaklaştığımız şu sıralarda hâlâ devlet başkanını sorunsuz, kavgasız, buhransız ve herkesin kabul edebileceği bir yöntemle seçemeyen ülkemiz halkının Birleşik Krallık’ta meydana gelmekte olan gelişmeleri alaya almak veya onların anti-demokratik ve feodal olduklarını iddia etmek yerine gıpta etmesi belki daha hayırlı olurdu.

Vize

Schengen ülkeleri için vize müracaatında bulunanlara ret oranının dört kat arttığı; ABD vizesi için bir yıl beklemek gerektiği; iş insanları, öğrenciler, gazetecilerin, vs aşılması güç engellemelerle karşılaştıkları basında sık sık dile getirilir oldu. Kimisine göre, bu durum Batı ülkelerinin Türklere ayırımcı muamelesinin bir göstergesi, Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’ne göre ise, iktidarı vatandaşının gözünde zor durumda bırakmak için yapılan kasıtlı bir hareket… Öyle mi acaba?

Suriye muamması

Mülteciler ülkelerine zorla gönderilemeyeceğine göre, kendi iradeleriyle geri dönmek isteyebileceklerin sayısının da pek küçük olması nedeniyle kamuoyunun bu gerçeğe alıştırılması gerekiyor. Ne yazık ki bizde halka acı reçete vermek yerine popülist söylemlerle uyutmaya çalışmak ezelden beri siyasilerimizin tercih ettiği yol olmuştur. Ancak mantıkları siyasi tartışmalar tarafından köreltilmemiş yorumcular en azından mültecilerin geri dönüş hedefinin gerçekçi olmadığını, onları ülkemize entegre etmenin yollarını araştırmanın zamanının geldiğini hatırlatmalıdır.

Muhalefetin dış politikası var mı?

Kanaatimce şimdiye kadar izlenen çizgi önümüzdeki dönemde sürdürülebilir değildir. Muhalefetin bir koalisyon olarak iktidarı devralmak gibi bir hedefi varsa, Türkiye’nin dış politika dahil belli başlı sorunları ile makul, akılcı hedefler belirlemekte gecikmemesi gerektiğini düşünmek tabiidir. Muhalefet bunu yapmayacaksa ve özellikle iktidarın tepkisinden çekindiği için cesur ama gerekli adımları atmayacaksa maalesef ülkeyi düzlüğe çıkaramayacak ve görevini ihmal etmiş olacaktır.

Putin ile nereye kadar?

Ülkemiz ile Rusya arasındaki tek benzerliğin rejimleri arasında olduğu, yönetim tarzlarının birbirine çok yakın olduğu, bundan dolayı da iki ülkenin zoraki bir şekilde birbirine yakınlaştığı söylenebilir. Her iki lideri de birbirine yakınlaştıran Batı’ya ve onun temsil ettiği demokratik hukuk kurumlarına husumettir. Ancak bu ortak husumet, eninde sonunda hiçbir alanda ortak menfaatleri olmadığını gizleyememektedir. Bu nedenle şimdiki halde Batı’da fazla bir telaş görülmüyor, Türkiye’nin saf değiştirebileceği endişesi hafiflemiş gibi duruyor.

Türk’ün Türk’e propagandası

Kamuoyu tartışmalı dış politika konularındaki bütün tezlerimizin doğruluğuna ve bunların hukuken de geçerli olduğuna inandırıldığı takdirde ilgili sorunların çözüme ulaşması da o ölçüde zorlaşır. Bir uzlaşma arayışını izah etmek güçleşir. Israr ve sebatla gündemde tutulan tezlerden geri dönülmeye kalkılırsa bu kamuoyuna nasıl izah edilir? Karşı taraf da kendi tezinde ısrar ettiği takdirde orta yol nasıl bulunabilir? Bulunmazsa sorun nasıl çözülür?

Çin, ABD, Tayvan: Karmaşık bir ilişki

Şimdi ne olabilir? Tek adam rejimlerin ne yapacağı belli olmaz. Ancak Tayvan 24 milyon nüfuslu, ABD sayesinde güçlü bir silahlı kuvvete sahip bir toprak. Denizden çıkarma yapmanın güçlükleri malum. Bu itibarla askeri bir harekât son derece riskli olur. Ukrayna savaşı bitmemişken dünya ekonomisinin yeni bir kriz kaldırabileceği şüpheli. Dolayısıyla Xi’nin şimdiye kadar savurduğu tehditleri yutup Tayvan gerçeğini kabul etmesi tüm dünyanın ümit edeceği bir şey.

Kıbrıs’ta iş işten nasıl geçti?

Rumlar yapılacak referandumda Annan Planını reddetmeye kalktıkları taktirde, bir parçasını teşkil eden Katılma Antlaşmasını da reddetmiş olacaklar ve adanın AB’nin yolunu kesmiş olacaklardı. Ne yazık ki bu durumu ne Türkiye’yi o tarihlerde yöneten ve ciddi sağlık sorunları yaşayan Başbakan Ecevit, ne de maalesef kendisi de ciddi sağlık sorunlarından geçen ancak yetkilerini devretmek de istemeyen Rauf Denktaş göremediler. Neticede vakit kaybedildi, Türk tarafının çözüm istemediği görüşü pekişti, çözüm olmadan adanın AB’ne girmesine karşı olan ülkeler bu taleplerinden vazgeçtiler ve Kıbrıs’ın Katılma Antlaşması içinde Annan Planı olmaksızın Nisan 2003’te imzalandı. Türkiye uyanıp da Annan Planı üzerinde ciddi çalışmaya başladığında iş işten geçmişti.

Harita savaşları

Yayılmacı ve genişlemeci söylemler AKP-MHP-Ulusalcı akımların birleşmesiyle daha da güç kazanmış görünüyor. Türkiye’nin topraklarını olduğundan daha geniş gösteren haritaların sonuncusu ‘Denizlerdeki Misak-ı Milli haritası’ olarak karşımıza çıktı. Ancak ülkemizin böyle saçma iddiaları ciddiye alınmadığı gibi, Ege ve Doğu Akdeniz’de haklı olan ve bir ölçüde anlayış gören taleplerine karşılık alması bu suretle engellenmiş olmaktadır. Muhalefet partilerinin ve özellikle CHP’nin uygun bir üslupla bu tür hususları gündeme getirmesini beklerdim. Ancak beklentilerim yine boş çıktı.

İngiltere’de siyaset, Türkiye’de siyaset

Birleşik Krallık gibi bir ülkede lider, başında olduğu partinin mutlak ve tek sahibi değildir; o sadece ve sadece seçim bölgelerinde parti üyeleri tarafından aday gösterilen ve halk tarafından seçilen milletvekillerinin iradesi ile ayakta durabilir. Milletvekilleri de liderin başkanlığında girecekleri bir seçimi kazanamayacakları sonucuna varırlarsa, onu istifaya zorlarlar. Thatcher, son yıllarda Theresa May ve şimdi de Boris bu şekilde liderliği bırakmaya mecbur edilmişlerdir. Ayrıca seçim kaybeden liderin derhal liderliği terk etmesi geleneği tüm partilerde mevcuttur.

İlter Türkmen’i kaybettik, en önemli hasleti sağduyuydu

Dışişleri eski Bakanlarının en kıdemlisi, uzun kariyeri boyunca ülkemizi birçok görevde temsil etmiş, olağanüstü bir kişiliğe sahip olan eski amirim, çok sevdiğim ve saydığım büyüğüm emekli büyükelçi İlter Türkmen’i uzun bir rahatsızlıktan sonra geçen hafta kaybettik. Sıcak bir İstanbul gününde de uğurladık.

Yine Avrupa Birliği

AB’nin sekiz sayfalık bildirisinde Türkiye’ye ismen yapılan tek atıf, Doğu Akdeniz ile ilgili 30’uncu paragraftadır. Dış İlişkiler ile ilgili olan bu bölümde komşumuzun Belarus olması ayrıca şayanı dikkat ve üzücüdür. Avrupa Birliğinin gözünde Türkiye artık resmen değilse de fiilen bir aday ülke değil, Belarus gibi dışarıda kalmış bir üçüncü ülkedir maalesef. Üstelik Belarus’taki iç durum eleştirilirken aşağıda görüleceği üzere ülkemizin dış politikası hedef alınmaktadır.

Türkiye-Turkey-Hindi

Ülkemizin adının tüm dünyada Türkçe olarak kullanılması için bir kampanya başlatıldı. Gerekçe, ülke adının İngilizce hindi ile isim benzerliği nedeniyle yaşandığı iddia edilen karışıklık ve istihza… Ancak bu operasyon çok büyük bir kargaşaya ve maliyete yol açacak. Dolayısıyla vakit varken ve kamuoyunun katiyen ilgi göstermemiş olmasından da yararlanarak konunun çok fazla büyütülmeden unutturulması her bakımdan hayırlı olacaktır.

Avrupa Parlamentosu Türkiye Raporu

Türkiye ile AB arasında ilişki kurulmasından nerede ise 60 yıl, üyelik adaylığı tanınmasından nerede ise 23 yıl, katılma müzakerelerinin başlamasından nerede ise 17 yıl geçtikten sonra Avrupa Parlamentosundan bu tür bir rapor çıkmış olması gerçekten üzücüdür. Gönül isterdi ki Kıbrıs engeli katılma müzakerelerini akamete uğrattıktan sonra özellikle insan hakları ve temel hürriyetler konusunda Kopenhag kriterlerinin yerine en az onlar kadar etkili olacak “Ankara kriterleri” geçsin. Bunun olamadığını hep birlikte gördük ve bedelini milletçe ödemeye devam ediyoruz.

Türkiye NATO’dan çıkmaya mı hazırlanıyor?

Önümüzdeki iki hafta bir hayli heyecanlı geçecektir. Türkiye tarafında bir hareketlenme olmazsa, İsveç ve Finlandiya’nın Türkiye’nin itirazlarına rağmen NATO’ya dahil edilmesi formülleri aranacaktır. 29-30 Haziran tarihindeki zirve öncesi Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın tutumu merak konusudur.

Mitsotakis yok denince sorunlar yok mu oluyor?

Yunanistan ile sorunlara çözüm arayışı maalesef her renkten siyasilerimizde eksik olan büyük bir sağduyu ve cesaret gerektirecektir. Bunun işaretlerini ne iktidarda ne muhalefette ne sivil toplumda ne de birkaç istisna dışında medyada görmek mümkündür. Ve biz zemin kaybederken, Yunanistan durumdan faydalanmakta ve durumu kendi avantajına kullanmaktadır. Ukrayna savaşında Rusya’nın tezlerini destekleyen bazı yorumcularımız Rusya’nın yaptığı gibi komşu ülkeye saldırmayı gündeme getirmek istemekte, ancak bazılarının göz diktiği adaların nüfusunun nerede ise tamamımın Yunanlı olması böyle bir saldırıyı imkansız hale getirmektedir.

Ukrayna savaşı ve dünyada açlık krizi

Rusya ile Ukrayna’nın mümbit toprakları üzerinde yetişen buğday ve ay çiçeği başta olmak üzere temel gıda ürünleri aynen 100 küsur yıl önce olduğu gibi kilit bir rol oynamaktadır. Yalnız bu defa, açlık savaşan taraflar için değil, başta fakir ülkeler olmak üzere dünyanın kalan kısmı için ciddi bir tehdit teşkil etmeye başladı. Batı basınında, Ukrayna’nın bu yılki tarım hasatının Odesa limanındaki Rus ablukası kırılarak ihraç edilmesi için iki senaryodan söz ediliyor; bu senaryolardan birinde Türk donanması görev alıyor.

İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliği

NATO’ya son yıllarda giren küçük Balkan ülkelerinden farklı olarak İsveç ve Finlandiya’nın örgüte bir yük değil, büyük yarar getireceği ABD başta olmak üzere tüm NATO ülkeleri tarafından paylaşılan bir görüştür. Türkiye tabiatıyla NATO’dan atılamaz. Ancak teşkilat içinde yavaş yavaş tecrit edilir, zaten toplantılara katılmaya başlamış olan İsveç ve Finlandiya’nın teşkilat ile bütünleşmesi sağlanırken, Türkiye uzaklaştırılır.

Ukrayna Savaşı ve Birleşmiş Milletler

Güvenlik Konseyi daimî üyesi Rusya’nın komşu ülke Ukrayna’ya saldırması BM’nin kuruluşundan bu yana karşılaştığı en büyük krizi teşkil etmiş ve Örgütün tarihinde yeni bir sayfanın açılmasına yol açmıştır. Tabii BM’nin bu öngörülmeyen durumdan dolayı felç olması ömrünün sonuna geldiği anlamına gelmemektedir.

Putin oturduğu dalı mı kesiyor?

Ekonomisinin yaptırımların etkisiyle bu yıl %11 oranında daralacağı tahmin edilen Rusya’nın lideri Putin, tabiri caizse yangına körükle gitmekte ve Bulgaristan ile Polonya’ya gaz satışlarını durdurarak, ayrıca gaz satın alacak şirketlerin ödemelerini kendi yaptığı sözleşmelere aykırı bir şekilde ruble ile yapması talebinde bulunarak, güvenilir tedarikçi imajını onarılmaz bir şekilde bozmaktadır.

Fransa seçimleri ikinci turu

Fransa seçimleri Macron’un zaferiyle sonuçlandı. Ancak önümüzdeki Haziran ayında Fransa Millet Meclisi seçimleri yapılacak. Olağanüstü bir sürpriz meydana gelmezse Macron’un kendisine karşı aday olan bir parti liderini veya onun partisinden başka birini Başbakan atamak durumunda kalması ihtimal dahilindedir. O takdirde, ülkenin önümüzdeki beş yıl içinde uzlaşıyla yönetilmesi gerekecektir ki bu geçmişte her zaman kolay olmamıştır.

İsveç, Finlandiya ve NATO

Öyle anlaşılıyor ki, iki ülkenin halkı ve yöneticileri bizdeki Avrasyacıların propagandasından haberdar olmamış, olmuşlarsa da ikna olmamışlar, savaşın sorumluluğunun NATO’da olduğu iddiasını kabul etmemişler, çünkü her iki ülkede de geleneksel tarafsızlık politikasının terk edilerek kısa zamanda NATO ittifakına katılmaları konusu birdenbire gündeme gelmiş bulunmaktadır.

Savaş ve enerji sorunları: Uyuyan güzel Nabucco projesi

AB ile ilişkilerimizin bugüne nazaran çok daha iyi seyrettiği bundan 13-14 yıl önceki dönemde, Türkiye ile AB sıkı bir iş birliğine girişmiş, benim de eski bir görevimdeyken rol aldığım Nabucco projesi ile Hazar, hatta Orta Asya, Irak ve şartlar el verdiği takdirde İran doğal gazını Avrupa’ya taşıyabilecek 31,5 milyar metre küp kapasiteli bir boru hattının inşası ile ilgili hukuki alt yapı oluşturulmuştu. Proje Rusya tarafından engellendi. Fakat şimdi şartlar yine değişti. Nabucco’yu derin uykusundan uyandırmak için zemin mevcut.

İngiltere ile ilişkiler

Ankara-İzmir hızlı tren yolu inşaatı için İngiltere ile 2,1 milyar avro tutarında bir kredi anlaşması yapılmasının ülkelerimiz arasındaki ilişkilerin seyri hakkında olumlu bir not teşkil ettiği kesindir. Avrupa Yatırım Bankasının siyasi sebeplerden dolayı ülkemize kredi vermeyi birkaç yıldır kestiği hatırlandığında İngiliz kredisinin değeri daha iyi anlaşılır. Aslında İngiltere ülkemizde büyük proje finansmanına yabancı sayılmaz. İlk Boğaz köprüsü 1970’li yıllarda bir İngiliz şirketi tarafından yine Birleşik Krallık kredisiyle inşa edilmişti.

Ukrayna savaşı ve biz

Bir taraftan Rusya’nın artık sosyalist bir ülke olmadığını henüz özümsememiş veya ABD ile Batı düşmanlığının körelttiği eski solcular, diğer taraftan otoriter ve antidemokratik güdümlü bir demokrasi özlemi içinde yaşayan Avrasyacılar. Neyse ki her iki ucun sesi medyada çok duyulsa da etkileri epey sınırlı.

Solaris ve Eclipse yeni Goeben ve Breslau olur mu?

Rus oligark Roman Abramoviç’e ait Solaris ile Eclipse adlı süperyatların yaptırımlardan kaçmak için Bodrum ve Marmaris limanlarına sığındıklarını görünce Goeben ve Breslau’un maceraları hatırıma geldi. Neyse ki Solaris ile Eclipse savaş gemisi değil, “sadece” her birinin değeri 1 milyar dolar olan süperyatlar. Yine de bu süperyatlar iktidarımız için baş ağrısına yol açabilir.

Batı’ya dönüş mümkün mü?

Batı ile yeni köprüler kurmak o kadar da kolay olmayacaktır. Son yirmi yılda ülkenin çok değiştiği inkâr edilmesi mümkün olmayan bir gerçektir maalesef. Türk halkı veya en azından önemli bir bölümü daha İslami, daha milliyetçi, daha Batı düşmanı olmuş ve Batı değerlerinden uzaklaşmıştır. Hayat tarzları itibarıyla Batıya en yakın olması beklenebilecek kişiler bile belki de anlam veremediğim bir aşağılık duygusunun etkisiyle en azılı Batı düşmanı kesilmişlerdir.

Türkiye NATO’ya neden girdi?

Kırk yıl süren meslek hayatım boyunca herhangi bir Türk liderin NATO bayrağını kullandığını, ya da herhangi bir resmi binada bu bayrağın teşhir edildiğini ne gördüm ne de duydum. Yani bilmeyen sanır ki Türkiye “emperyalistler” tarafından zorla bu ittifaka sokuldu, imkan olsa çıkmak için yol arayacak. Nitekim, geçenlerde bir siyasi partinin temsilcisi olarak Moskova’ya gittiği anlaşılan bir iş adamı, Rus muhataplarına Türkiye’nin NATO üyeliğinin bir “gençlik hatası” olduğunu söyleyecek kadar ileri gitmiş.

“Montrö’nün geleceği bu savaşın sonucuna bağlıdır”

Emekli Büyükelçi Selim Kuneralp, Serbestiyet için yazdı: Savaş Rusya’nın lehine, Ukrayna’nın haritadan silinmesi veya en azından bir Rus uydusu haline dönüşmesi ile sonuçlanması halinde mevcut durum devam eder. Romanya ile Bulgaristan’ın tek başlarına muzaffer bir Rusya’yı karşılarına almak isteyecekleri şüphelidir. Ancak Ukrayna galip çıkar, Moskova’da rejim devrilir ve Rusya tarihinde ilk defa bir demokratik hukuk devletine dönüşürse, Karadeniz’deki dengeler değişir, o zaman savaş gemileri için yeni bir geçiş rejimi ve bölgede daha kuvvetli bir NATO mevcudiyeti gündeme gelebilir. Bu tür gelişmelere hazırlıklı olmakta ve olası senaryoları belirlemeye, Atatürk’ün dahi bir gün değişebileceğini öngördüğü Montrö’yü tutku haline sokmaktansa gerçekçi politikalar üretmeye başlamakta fayda var.