İhsan Bilgin
Pencereye özgürlük!
Trajikomikliğiyle manşetlere çıkıp çifte meslektaşım Senem Doyduk’u gözaltına götüren “cephe”vakasını bir haftalığına erteleyip gazeteci ve öğretim üyesi, hatta vekil tutuklamalarıyla gündemdeki “fikir özgürlüğü” ile kültürel kodlu meselelerin ilişkisine gelirsek: Gökdelen çağında binanın penceresiyle uğraşan zihniyetle yüzyıl sonranın sosyal medya çağında gazete kapatan zihniyet arasında kopmaz bağlar olduğu kadar her ikisinden de bunalmanın arasında da süreklilikler var.
Muhalif star
Yarım yüzyılın muhalif pop-starı Bob Dylan, Nobel edebiyat ödüllü ilk müzisyen olurken, sessizliğin gücünü kullanmanın da dersini verdi. Telefonlara çıkmayarak imâ etti reddiyesini.
Navigatör
İstanbul’da sessiz bir devrim oldu. İlhan Tekeli’nin “azman” diye nitelediği şekilde büyümüş bir Metropol, navigatör denen elektronik/dijital yön-tayin ediciyi caddelerindeki binlerce arabanın güvenli yön tayinini mümkün kılıp düzenli işleyen bir sisteme kavuştu.
“Koca Dünya”
Reha Erdem, yetimliğin iç parçalayıcı gerçekliğini melodramın iyice uzağında tutarak iki gencin hayat enerjilerini ayakta tutma öyküsü olarak anlatırken, taze yıldızları Ecem Uzun ve Berke Karaer, bizleri metropolden, kasabaya ve doğaya gezdirecek inandırıcılıkta olgun insanlar oluyorlar.
Saray
Saraylar 18 yüzyıla kadar yekpare binalar değil, şehir içinde duvarlarla tecrit edilmiş komplekslerdi. Zaman içinde yavaş yavaş bildiğimiz şeklini almış Topkapı sarayı da bunun örneğidir.
Nihat Tuna
İletişim Yayınları sadece içten ve zarif bir editörünü ve yöneticisini değil, gönülden bir emektarını ve yaratıcılarından birini de yitirdi. İletişim’in kurulduğu döneme göre bir hayli çeşitlenip zenginleşen yayın piyasasında farklı ölçeklerin hakkını vererek kıyas ölçütü işlevi edinmesinde şuurlu ve enerjik yönetici tutumuyla payı büyüktü.
Tarık Akan
Herşeyden önce kuşağımın jönüydü, Yol’un yönetmeni Şerif Gören o sarışın jönden bir Anadolu köylüsü profili yaratmıştı. Yeşilçam’ın, Akan’ı da içeren sol eğilimli bir oyuncu kuşağı çıkartmasında önemli pay Yol’un da mucidi Yılmaz Güney’indi.
İhmal saçmalığı
Sabahattin Ali’yi devletin öldürmesi Hrant Dink’i de öldürdüğü anlamına gelmez ama, bu kadar çok devlet görevlisinin birden adının geçmesi de şüphe çekici değil mi? Tartışmaların seyri, saçmayı eleştiri repertuarına katan dada’yı getiriyor akla.
Kollektif hafıza
Ayşe Kilimci şehirlerin hızlı değişiminin bıraktığı yabancılaştırıcı hasar üzerine yazmış: Binalar, sokaklar, reklam tabelaları, vitrinler, arabalar, vs. o farketmeden geçtiğimiz ve yaşantımızın sürekliliğinin teminatı olan unsurlar. Üstelik sadece belli bir zaman aralığının insanları/kuşakları değil; birbirini izleyen kuşakların ortak belleklerini de buluşturuyor bu maddi unsurlar.
Hidiv Kasrı
Ayşe Kilimci gürültünün sessizce sineye çekildiğinden dem vurmuş : “Yüksek, kötü, amaçsız, ayarsız ses öldürmez, süründürür. Dertten saymasak da, en büyük derdimiz… Diğerleriyle kendi çapınızda çarpışsanız da, ses kirliliğinde çaresiz kalırsınız…”
Aslı Erdoğan
İstanbul’un bir seçkin aydını daha cezaevinde. Hergün binlerle basılıp dağıtılan Özgür Gündem gazetesinde yazması önce şüpheli sayılmasına, içlerinden seçilen 4 yazı da cezaevine gönderilmesine yetmiş. Gazete yazarlığından öte Türkiye dışında da okunmuş bir edebiyatçı. Alışılmadık bir profili var, bilgisayar mühendisi olduktan sonra parçacık fiziğine ilgisini Avrupa’nın nükleer fizik merkezi CERN’de kariyer yapmaya kadar götürmüş, aklı tutkusu ve vicdanı yerinde bir aydın. Yeni adet “3.dünya” ve Güney Amerika, küçültücü sıfatlar gibi kullanılıyor. Aslı gibi aydınlarını günlük yaşam içinde tutamayıp cezaevlerinde tecrit eden bir ortamda, yaşatırken/yaşarken başkalarına böyle küçültücü sıfatlar atfedebilmek en hafif ifadesiyle haddini bilmezlik olsa gerek.
Başkomutan
Yeni bir adet çıktı, Cumhurbaşkanından söz edildiğinde Başkomutan da deniyor. Sık tekrarlandığında bizlerin bir toplumun üyesi, onun da bağlı olduğumuz devletin başkanı değil, neferi olduğumuz ordunun komutanı olduğu kastı lüzumundan fazla hatırlatılmış oluyor.
Sofuluk hazza karşı
Hala güncelliğin zaman aşımına uğramadığına göre bu yazıya darbe girişiminden önce başlayıp Yenikapı mitingi ertesi tamamladığımı eklemeliyim…
Meclis
Yapanlar, “Bu parlamenter demokrasi karşıtı bir harekettir!” vurgusunun altını şiddetle pekiştirerek, niye özellikle çizip darbenin en maddi hatırasını meclisi bombalayarak bıraktılar bilemeyiz. Ama Ankara, demokrasiyle birlikte meclisiyle de ciddiye alınması gereken bir yara aldı. Ciddiye almak bu travmayı önce aşamalarla ortaya çıkmış, binalarıyla meclis yerleşmesini, hatta büyükçe ve merkezi bir yerini kapladığı başkent Ankara’yı yeniden düşünmenin vesilesi yapmakla mümkün… Duvar ertesi Berlin ve meclisi Reichstag, özellikle de sürecin örgütlenmesindeki profesyonelizm bakımından önemli bir başvuru ve ilham kaynağı olabilir.
Plebisit
Meclis binası ve başkent Ankara’nın yenilenmesi ile haz karşıtlığı olarak sofuluk temalarını işleyeceğim yazılar öncesinde güncelliği çabuk atlatılamayacak darbe teması vesilesiyle: Faşizm, son kertede sivil kitleyle buluşmuş, milliyetçilik kökenli bir siyasi hareket; şiddetinin dozuyla veya seçimle gelip gelemeyeceğiyle değil, tarihsel koşullarıyla tanınıp tanımlanabilir, dolayısıyla mücadele de edilebilir…
Turgay/ kalecinin akordeonik kısa tarihi
Turgay Şeren’i yitirmenin vesilesiyle kalecileri hatırlarken; zaman, anlattıkça açılıp art arda gelen sıralı dönüm noktalarının değil, akordeon körüğü benzeri, açılıp-kapandıkça aralara sıkışanların dökümüne dönüşüverdi. Çağrışımın kronolojisi olmadığı gibi, her şeyin de anlatılmaya yatkın tarihi olmuyor.
Bayram’da İtalya, ilginç, görkemli ve güzel
Bayram öncesi mütevazi bir rehber niyetine yazdığım bu yazıyı sıkışmış işlerin yoğunluğu nedeniyle gecikmiş olarak giriyorum; diğeri de yakın zaten diye teselli buldum. İyi bayramlar... Bayramlar ard arda geliyor, seyahate niyetlenenlerin ezeli sorusu: İtalya’da nereye gideyim? Bir kere; görmediyseniz mutlaka gidin. Sonra; peki hangilerine ve nasıl gruplayarak? Bir çerçeve çizip zemin oluşturmak üzere en çok tercih edilen Venedik, Roma ve Floransa’da bulunacakların ne olduğunu kısaca anlatarak soruları yanıtlamaya yardımcı olmaya çalışacağım.
Kenti gezmek
Edebiyat, resim ve sinemayı konu ettikten sonra İsmet Değirmenci’nin resimlerine odaklanıp kent gezgini tasvirlerine göz atacağım bu kez… Gezmek demişken, gezi programlarıyla birlikte bayramlar ardarda geliyor. Haftaya mütevazi bir bayram hatırası olarak, kent gezisi rehberi niyetine en gözde kentler olarak Venedik-Roma-Floransa anlatacak, “ilginç, görkemli ve güzel”i yayınlayacağım.
İstanbul Erkek Lisesi
Gençler başkaldırmış, tepkilerini, müdürlerine sırt dönerek ifade etmişler. Okuduğum okulun hangi özelliği tehdit altında? “iyi eğitim”i tattığım yılların anılarıyla açıklayayım.
Muhammed Ali
Geçtiğimiz yüzyılı onu yaşamamış yeni kuşaklara aktarmanın iyi bir yolu, kayıplar üzerinden anlatmak: taşıdıkları hangi özelliklerle birlikte artık olmayacaklar? Nelerden mahrum kalacağız? Mehmet Adam, Çetin Altan, Keith Emerson ve Jhan Cruyff’u yazmıştım, sıra Muhammed Ali’de: Kaba güçle zerafet ve zeka herhalde bir daha hiç bu derecede aynı bünyede toplanmayacak. Toplanmayıversin; dememek lazım, dünyanın öbür ucunda da olsa varlığını bilmek, güven vericiydi...
Mehmet Özhaseki
On yıldan fazla oldu, kendisiyle resmi statüde olmayan seçilmiş politikacı-üniversite yöneticisi akademisyen sıfatlarımızla temaslarımız oldu. Başlıca hedefinin kentinin sahip olduğu kaynak ve potansiyelleri iyi ve yerinde kullanmak olduğunu böbürlenmeden aktarmanın yolunu bulmuş ciddi ve görgülü bir politikacı izlenimi bırakmıştı. Olgunluğu ve görgüsüyle sivil topluma soluk aldırıcı deneyimler yaşatabilecek kapasitesi olduğu kanısındayım. Kendisine bu zor görevinde başarı dileyip, artık üst makam seviyesinden ciddi muhattabımız olacağı beklentimi paylaşabilirim... Türkiyen’nin modernleşme performansını bakanı olduğu çevre ve kentleşme konuları açısından ve nüfus ve sermaye yoğunlaşma alanı Doğu-Marmara’nın gelişmesi aracılığıyla yorumladıktan sonra yeni bakanın tecrübesinden beklenebilecek misyonu değerlendirmeye çalışacağım.
Mimarinin eşiği, mimarın inadı
İstanbul’da Can Çinici tasarımı bir siteden sözedeceğim. Neoliberalizmin gayrımenkul kapitalizminin değer ve işaretlerini radikal biçimde ve sadece mimari araçlar kullanarak reddetmiş, o dünyanın da dışına çıkılabileceğini kanıtlamış bir yaşam çevresi bu; Zekeriyaköy peyzajına yerleşmiş, sakinlerince kullanılıyor.
Gecikmiş dayanışma
İstediğimi kınar, istediğimle dayanışırım. Brüksel ile Antwerp’in birlikte kullandığı havaalanı katliamı ertesinde düşünüp kestirme yolunu bulamamıştım… Her fırsatta tehdit altındaki akademisyenleri topa tutup sıra Işid’e gelince, iktidarın toleransıyla rezonansa helal getirmeme refleksiyle suskun kalıp, akademisyenlere gösterilmeyecek anlayışı “yandaş” tabir edilen medyanın ayan-beyan-manşetten “oh olsun!” tutumuna göstermiş mecranın suskunluğuna karşı reaksiyonla, Müslümanı, Hristiyanı, Hindusu, Yahudisi, ateistiyle medeniyet adına biriktirebildikleriyle çağdaş dünyanın bu en hunhar hasmına karşı yaptığı katliamın mağdurlarıyla dayanışmayı vazife bilmiştim. Sonunda Açık-Radyo’nun “Açık Şemsiye” programı ilhamıyla geç de olsa Brüksel’den sözetmenin yolunu da buldum. Anwers’den zaten bir sergi vesilesiyle uzun uzadıya bahsetmiştim… Brüksel, yemekleri kadar yüzyıl dönümü sanat ve tasarımına damga vurmuş “estetic mouvement” [estetik hareket] Art nouveau’nun da merkezi diye ün yapmış bir şehir; Art nouveau Brüksel’in kahve ve sokak hayatına kadar sinmiş bir eğilim. Art Nouveau’nun kıta ölçekli tarihsel/sosyal/estetik bağlamını arkaplan yaparak Art Nouveau’nun kavranabilir ölçeği ve göz kamaştırıcı ahengiyle hazmı görece kolay başyapıtı Victor Horta evinin öneminin altını çizmeye çalışacağım.
Taşralı vs. züppe
Bu lakırdının neresinden tutmalı? Nasılsa nereden tutsam dökülüp saçılacak; kolaydan zora, biçimden içeriğe gidelim... Türkçe edebiyatın ezeli ikilisi, böyle popülist söylemlerin de şifresini çözebiliyor… Oysa feverana gerek yoktu hiç. Taciz ve istismar şart mıdır? Şu kâfi değil midir ilgilenilmesi için? Çocukların emanet edildiği yurt, kendisine bahşedilmiş güvenin ve/ya aldığı bedelin karşılığını ver[e]memiş. Şikayet konusu olmuştur!.. Yetmez miydi?
“Genç mimarlar…”
Hayır, “rahatsız” değil, “tedirgin” diye sürdürecektim. Ama nüans da bundan ibaret... Tehdit etmek değil, şerh düşmek istiyorum. Binalar kullanıldıkları için değil, kullanılmadıkları için eskir... Ağaoğlu sahip çıkıp yaşatacaksa sorun yok. Yeter ki önce özenli bir restorasyon projesi ve inşaatı, ardından da Türkiye sivil mimarlık hafızasının bu kült objesiinin şanına layık yaşamına aracılık etsin. Umarım Amcazâde’nin de projesi, inşaatı ve sonrasıyla bahtı açık olup hafızamızın bastırılmış nesneleri yerine, tazelenmişleri arasına katılır. Tehdit etmek değil, şerh düşmek istiyorum.
Ajax’ 74
Johan Cruyff’un ardından daha ziyade Barcelona’lılığının altı çizildi. Ama keskin zekâsı ile bedenini ortaya çıkaran 74 yılı Ajax’ıyla teknik direktörü Rinus Michels de hemen canlanıyor hatırasının ardından akranlarımın gözünde. Tuncer Köseoğlu’nun cazip şahsi hatırası üstüne yavan kalacak olsa da bir şeyler söylemeyi deneyeceğim.
Teoriye karşı öz
Bir bu eksikti? Şimdi de PKK Avrupa’yı işgal eden Nazi yönetimindeki Alman devleti, Barış bildirisi imzacıları da Nazi destekçisi oldular. Hitler’in barış sözcüğünü birkaç kez ağzına almış olması yetmiş ithama. Zaten modern tarihin en ibretlik sistematik zulüm vakaları da o devlet gücünü ele geçirerek yapılabilmiştir. İnsanı sonuçları en beter bağnazlıklara sürükleyecek idealizmin Berktay’ın her yazısıyla bir daha örneklediği özcülük olduğu kanısındayım.
Gerçek
Ahmet Hakan 29 Mart’16 Çarşamba akşamki programında Ensar Vakfı Karaman skandalını konu etti. Ortada birbirinin rakibi iki gerçeğin olduğu anlaşılıyor. Biri resmiyetin, evrakların, belgelerin gerçeği, diğeri orada yaşanmış olan gerçek.
Mazlum devlet, zalim aydın?
Ne devletin ne de direksiyonundaki iktidarların kendilerine dokunulmazlık bahşedecek ideolojik zırhlara ihtiyaçları var. Yeterince güçle tarihsel olarak donanmışlar zaten. Tekelleriyle eşsiz bir gücün kaynağıdır.