Halil Berktay

Uqbar, Tlön, Türkiye

Ne kadar aptalmışım, geçmişte üst akıl diye bir şey yok dediğimde. Varmış pekâlâ, hem de ne biçim! Borges’in izinden giderek, yıllardır alttan alta sürdürdüğüm araştırmalarımın bazı sonuçlarını, ilk defa burada açıklıyorum.

Bir “ekonomik terör” açıklaması

“Üst akıl” filân demeyin artık. Yok böyle, özel olarak Türkiye düşmanı, özel olarak Türkiye’ye savaş açmış, herkesi ve her şeyi tek merkezden yöneten, bütün döviz piyasalarına hükmeden, sırf Türkiye’yi çökertmek için TL satan-sattıran monolitik bir “üst akıl.” Olsa olsa, bir yığın küçük küçük “alt akılsızlık” mevcut. “Üst akıl” bunların hatâlarının günah keçisi oluyor.

What’s in a name (*)

“Better not ask. I received various telegrams about the Armenians from [Erzurum governor] Tahsin, which so upset me that I couldn’t sleep all night. It is not anything that a man’s heart can really take, but if I hadn’t done it to them they would have done it to mine. And indeed, they had already begun to do so. It’s a fight for national survival.”

Adına ne derseniz deyin

“Sorma. Tahsin’den (Erzurum Valisi) Ermenilere dair bir takım telgraflar aldım, sinirlerim bozuldu. Sabaha kadar uyuyamadım. İnsan yüreğinin dayanacağı bir şey değil, fakat ben onlara yapmasaydım, onlar benimkine yapacaktılar. Nitekim yapmaya da başlamışlardı. Millî mevcudiyet kavgası.”

Bir tatil sabahı

Türkiye ve dünya… Salonda televizyon açık. Bir Müge Anlı programı. Toplumumuzun bağırsakları, sathın altındaki dünyası. BBC’de, NYT’de çeşitli haberler. Avusturya. Çin. Kuzey Kore. Rusya. Sri Lanka. Kuzey İrlanda… Hayır, illâ ne kadar farklı oldukları değil, aynı zamanda ne kadar da benzeştikleri ve örtüştükleri geçiyor aklımdan.

Soğutmak ve soğutturmamak

Başka bir şey söyleyeyim: Valilere müsteşarımız üzerinden böyle bir talimat gönderdim. ‘CHP il başkanlarını bundan böyle şehit cenazelerinde protokole kabul etmeyin’ dedim. Onların gideceği bir adres var. (…) PKK terör örgütü mensuplarının cenazeleri (…) Sandıkta beraberlerse cenazede de beraber olacaklar.”

Küçük düşmek

“Nutuk” Atatürk tarafından 6 günde irad edildi ya; Ali İhsan Yavuz o rekoru kırmaya çalışıyormuş; 7 gün konuşmadan durmayacak ve 1 Nisan sabahından bu yana bütün söyledikleri, AKP tarafından özel bir “Best of Ali İhsan Yavuz” cildinde derlenip yayınlanacakmış.

Hah işte, nihayet taze bir yaklaşım; iki dürüst ve akıllı adam!

Ömer Lekesiz ve Mahmut Bıyıklı’ya tek eleştirim şu: Bilim insanı tutarlı olmalı. Madem Immanuel Kant’a yakışacak bir “kategorik emperatif” keşfettiniz, uygulamada mütereddit olmamak, sonuna kadar gitmek lâzım.

Gene mi Brutus?

İyi de, ben başka bir yerde anlatmamış mıydım bu öyküyü? Ne vesile olmuştu acaba? Girdim arşivime; arayıp buldum. Gene o 2017 yılıymış. Büyükada’da gözaltına alınan insan hakları aktivistleri, dört buçuk ay tutuklu kaldıktan sonra toptan salıverilmiş. Fakat medya şaheserler yaratımış o arada. Bu da beni “Brutus’un şerefi”nden söz etmeye zorlamış.

“Beka”cılık ve kültürel etkileri (2) 28 Şubat ve zıddına dönüşen sonuçları

Bengisu Karaca, “çalışan bir saç kurutma makinesinin su dolu küvetimize atılması” diye tarif ediyor 28 Şubat’ı. Önceki iyimserlik ve olumluluktan eser kalmıyor. Yazar gerçekçiliği elden bırakmıyor; son derece dikkatli ifadeler kullanıyor bu noktada: “Çarpılıyor ve çarpıtan, eğip büken bir aydınlanma yaşıyoruz… Bütün öncelikler yeniden belirleniyor… Siyaset de, para da, iktidar da anlamlı makamlara terfi ediyor yavaş yavaş.”

“Beka”cılık ve kültürel etkileri (1) genç Müslüman entellektüellerin 1990’lardaki durumu

Beni çok düşündüren bir kavram ortaya atıyor, Nihal Bengisu Karaca: “şehirli muhafazakârlığın ihtiyaçları.” O dönemde İslâmî sivil toplum kuruluşlarının, “şehirli muhafazakarlığın ihtiyaçlarına uygun” roller oynadığından söz ediyor. Şuna da seviniyor, 1995 dolayları için: “Liberallerle de, solcularla da ortak noktalar var, birikimlerine saygı duyulmakta.”

İsrail seçimleri: Netanyahu’nun “beka” mücadelesi

İster başbakan sıfatıyla, ister seçim konuşmalarıyla, İsrail’i korkunç bir dış düşmanlar çemberince kuşatılmış olarak resmediyor: İran, Lübnan’da üslenen Şii Hizbulllah hareketi, Gazze Şeridi’ne hâkim olan İslâmcı Hamas örgütü. Bu tehditlere karşı kendisini İsrail’in güvenliğini sağlama ve uluslararası ilişkilerine doğru yön verme kabiliyetine sahip biricik aday olarak sunuyor.

Tarihe bir not: 1973 seçimleri

Sanki kasten çıldırtmaya çalışıyorlardı insanları. Sadece Orta Anadolu’dan ve diğer iç bölgelerden AP’nin önde gittiği illeri veriyor, büyük şehirlere değinmiyorlardı. Genel yüzdelerde ise AP sürekli 4 puan önde gözüküyordu; milletvekili sayıları, bugün bile kulağımda ve gözümün önünde, çok uzun süre AP 77, CHP 73’te takılıp kalmıştı. Bir milim kımıldamıyordu.

Fenerbahçe esprilerinde, AYM’den YSK’ya

(Fakat acaba hızla çoğalma eğilimi gösteren bu esprilerin asıl hedefi FB mi, AKP mi oluyor?)

Fenerbahçe’den AK Parti’ye

İster sporda, ister profesyonel konkurlarda, ister akademide, ister politikada -- her türlü yarışma, karşılaşma ve tartışmada, kaybettikten ve/ya yanlışlandıktan sonra mızıklamak, sonucu kabullenmemek, çamura yatmak, “topumu alır giderim, ne oynarım ne oynatırım” havalarına girmek, hoş karşılanmaz izleyenlerin gözünde. Herkesin psikolojisini bozar. Ağızda çok kötü bir tad bırakır.

16 Nisan 2017 “Pirus zaferi”nden, iki yıl içinde ağır bir yenilgiye

Bu seçim kampanyasının haksızlık ve adaletsizlikleri, o seçim kampanyasına taş çıkarttı. Dün gecenin medya faciası, o gecenin medya faciasına taş çıkarttı. Ama bu sefer, hak biraz yerini buldu sayılır.

Yanıtlasam, nasıl yanıtlardım?

Bu toplum Susurluk’u yaşadı. Ama şimdi, AK Parti’yle pek de ilgisi olmaması gereken bir MHP kültürü cirminden çok fazla yer yakıyor -- ve ekranlar, Abdülhamit dönemi kadar gerilere giden muhayyel ve mutasavver Abdullah Çatlı’larla dolup taşıyor.

Böyle bir medya, böyle bir Türkiye

Bir noktada, “bir reklam arası verelim, belki siz de biraz sakinleşirsiniz” dedi son derece sakin dâvetlisine. İmamoğlu’ndan ise gülerek “Ben gayet sakinim, ama galiba sizin sakinleşmeye ihtiyacınız var, belki dışarı çıkıp bir sigara içmek isteyebilirsiniz” kabilinden son derece alaycı bir cevap aldı ve ne diyeceğini bilemedi, darmadağın oldu.

Yeni Zelandalılar aslen Türk mü acaba?

Popüler tarih edebiyatımızın ve hattâ yer yer ders kitaplarımızın favori böbürlenmelerinden biridir, biz Türklerin cömertliğimiz, şefkatimiz, merhametimiz ve âlicenaplığımız (ve tabii, hele kadınlara asla el kaldırmamamız).

Kemal Karpat’tan Abdülhamit’e, uzunca bir tarih sohbeti

[2 Mart 2019] Eski Taraf gazetesinden birlikte ayrıldığımız, halen Karar’da yazan ve makaleleri Serbestiyet’te de yayınlanmaya devam eden Yıldıray Oğur, 22 Şubat Cuma akşamı TV5’teki Medya Analiz programına dâvet etti. Kemal Karpat’ın ölümünden yola çıkarak, bir buçuk saat tarih konuştuk. Son beş dakikada, başka bir konuya geçecek gibi olduk, ama zaman yetmedi. Bant çözümünün orasını attım. Kalanını, bazı küçük ek ve düzeltmelerle birlikte, aşağıda sunuyorum.

Kendimi bir an…

Hafızamı yokluyorum; bunca yıllık spor seyirciliğimde, aklımda kalan en absurd, en haksız, en tuhaf, en grotesk, en isyan ettirici futbol sahneleri galiba bu Prens Fahid, Toni Schumacher, Diego Maradona ve Şifo Mehmet olaylarıydı -- dün akşama kadar. Şimdi bir yenisi eklendi, Chelsea ile Manchester City arasında oynanan Carabao Kupası final maçından.

Venezuela (1) Emperyalizm

Hayır, artık Lenin’in tarif ettiği “kapitalizmin son aşaması: emperyalizm” çağında yaşamıyoruz. Hayır, dünya emperyalizmden ve komplolarından ibaret değil. Demokrasilerini idare edip edemiyeceklerini; kâh sağ kâh sol popülizm ve devletçi otoritarizm heveslerinin önünü açıp açmayacaklarını; bu yüzden krize sürüklenip sürüklenmeyeceklerini; sonuçta herhangi bir büyük güce fırsat verip vermeyeceklerini, ülkelerin kendileri belirliyor.

Venezuela (güncel) Kim seçim istiyor, kim istemiyor?

AB bir süredir seçimlerin yenilenmesini talep ediyor. En son, İngiltere, Fransa, Almanya ve İspanya dahil bir dizi Avrupa ülkesi daha da ileri giderek, Pazar gününe (yani düne) kadar süre vermişti Venezuela başkanına, erken seçime gitmesi için. Bu doğrultuda bir taahhütte bulunmadığı takdirde, Juan Guaido’yu tanıyacaklarını açıklamışlardı.

Venezuela (giriş) Melih Altınok

Bir yönüyle, muhalefetin öteden beri seçim istediğini, Maduro’nun ise tam da buna karşı direndiğini ve “tek kozu”nun aslında iyice yolsuzluğa batırmak suretiyle yanına çektiği, her fırsatta birlikte poz verdiği yüksek rütbeli subaylar olduğunu görmezden geliyor Altınok. Ama diğer yönüyle, başkanın hiçbir meşruiyeti kalmadığı ve işinin bitik olduğunu teslim ediyor.

İki düzgün adam

“Kendi payıma, başka bir takımın maç kaybetmesi veya puan kaptırmasından asla sevinç duymadım. Kendimde böyle bir hak görmüyorum. Taraftarlar için biraz farklı tabii, ama doğrudan işin içinde olanlar için bunu anlayamam.”

Sanatçının alanı ve politikacının alanı (Müslüman kadınlardan alıntılar)

“Hocam, değinmediğiniz bir şey var. Evet, dâvet de güzeldi, dâvete icabet de. Ama Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bir de sahneye çıkıp ödül vermesi yanlıştı. Benim kanımca, sırf dinleyici olarak gidip izlemesi ama sahneye çıkmaması çok daha iyi olurdu.”

Birlikte bir şey yapmak

Ekim 1996. Toledo. Sadık el-Azm. “Ben de geçerliyim, onlar [Batılılar] da geçerli, siz de geçerlisiniz. İyi de, ne yapacağız şimdi bütün bu geçerliliklerle? Birlikte bir şey yapabilir miyiz; bunu anlatır mısınız bana? Her birimizin geçerliliği böyle ayrı ayrı mı duracak? Yoksa ortak pratiklere mi açılacak?”

Kutuplaşma üzerine basit bazı düşünceler

Kutuplaşma ve yeniden-cemaatlaşma simetrik değil. Türkiye’yi bu noktaya öncelikle laiklerin, Kemalistlerin, derece derece solcuların, vesayetçilerin kibiri ve uzlaşmazlığı itti. Bugün dahi laikler dindarlara hiç bakmıyor; onları horluyor; görmeye, anlamaya, hissetmeye çalışmıyor. Oysa seçimler bir yana, dindar ve muhafazakârlar gene de laiklere ve Batıya daha fazla bakıyor, öyle derin ve intikamcı bir düşmanlık duymuyorlar.

Atatürk fetişizminden, Atatürk ticaretine

Aşağıdaki kısa metni Star gazetesinin “Yılmaz Özdil’in 2500 liralık Mustafa Kemal kitabıyla ilgili” görüşlerimi sorması üzerine yazdım ve dün, yani 25 Ocak 2019 (Cuma) tarihinde gazetenin Kültür-Sanat sayfalarında aynen yayınlandı. Serbestiyet okurlarına da sunuyorum.

İlhan Berktay (1931-2019)

Hem hayatını kazanmak için bütün o betonarme hesaplarıyla boğuşuyor, hem de akşamları derse gidiyor ve gece geç vakit dönüyor. Zekâ, direnç, inat, muziplik ve hırs küpü. Her sınavı mutlaka 100 olmalı. Böyle böyle bitirdi üniversiteyi. Sonra yüksek lisans. Sonra doktora. Aynı inat ve inançla çıktı akademik mesleğin basamaklarını. Asistan. Doçent. Profesör. Dekan. Hepsi, ama hepsi 30’undan sonra.