Halil Berktay
Bir metin şerhi denemesi (Demirtaş’ı okuma kılavuzu)
HDP liderinin çok kendine özgü bir dili var. George Orwell’in “yenikonuş”undaki (newspeak) gibi, kelimeleri herkesin bildiği normal içerikleriyle değil daha çok zıtlarıyla kullanıyor. Bu söylemde örneğin “halk” PKK, “direniş” savaş, “özyönetim” silâhlı işgal, “barış” ise hükümetin kayıtsız şartsız teslim olması anlamına geliyor.
Tahir Elçi’yi kazara vuran, PKK değil polis mi?
“Elçi’yi, PKK’yı eleştiren görüşlerinden ötürü, bile-isteye PKK vurdu” denemiyeceği gibi, şimdi “Elçi’yi, PKK’yı yeterince eleştirmeyen görüşlerinden ötürü, bile-isteye devlet vurdu” demek de olanaksız. Ama evveliyatından, elbette AKP sorumlu olmaya devam ediyor.
Tekrar Tahir Elçi, normalleşme ve iktidarın sorumluluğu
Aynı eleştiriyi şimdi Etyen Mahcupyan sivriltmiş ve genişletmiş; çok da iyi etmiş. Ey kendilerine AK Partili diyenler! (1 Aralık) çağrısının yaygın olarak okunması ve tartışılmasında büyük yarar var. Normalleşme, öyle sırf muhalefetin normalleşmesiyle olacak bir şey değil. İktidar ve özellikle iktidarın periferisi, tek lâf söyletmeme kararlısı militan sözcüleri, herkese bağırmayı marifet sayan kraldan fazla kralcıları, Tahir Elçi’nin öldürülmesinden giderek bu ders üzerinde ciddiyetle düşünmek zorunda.
Tahir Elçi’yi kaybetmek; solu ve HDP’yi anlamak
Sonuçta, bir serseri kurşun gidip onu bulmuş. Hal böyleyken, bir taraf bunu bir facia değil, kendileri açısından bir fırsat gibi değerlendiriyor. Öte yandan, Elçi hakkında Ekim ayında başlatılan düşmanca tezvirat kampanyası da tam bir rezillik, ahmaklık ve aptallıktı. Bu yüzden şimdi hükümet “hedef gösterdiniz, vurdular” demagojisine maruz kalıyor.
Bu “şey” nasıl tarif edilebilir?
Yollayan, e-posta’sının “subject” (konu) satırına “abla koru beni” diye yazmış. Herhalde o başlıkla dolaşımda. Şimdi bu komik mi? Espri mi? Zekâ eseri mi? Gülüyorlar mı gerçekten? Ya da, sosyal medyanın nerelere düştüğünün göstergesi mi? Bu nasıl bir enfantilizm? Nasıl bir nefret, kendi ülkeni Rusya’nın kırbaçlamasıyla tehdit etmeye varabilir?
Bir “ahlâkî tahribat” hatırası
Düşünün, ilkokul bitirme, on yaşında bir çocuk -- ve bu alçak namussuz aşağılık herif, yüzden yüz aşikâr ki komünist bir aileden geldiğimi bilerek, kasten, üstelik de sınıf birincisi olan bu küçük lapacı muhallebi çocuğunu (öyleydim) bozup üzerinde tepinmek için soruyordu bunu.
‘İç dinamikler’ ve ‘ideolojik mücadele’
İslâmiyetin demokratik, barışçı, toleranslı yorumlarını tercih eden hükümetlerin, ulemanın ve diğer kanaat önderlerinin, Selefîliğe, cihadizme ve IŞİD’e karşı, kendi inanç, kavrayış ve kültürel referansları doğrultusunda içsel bir ideolojik mücadele yürütmeleri, önemsiz olmak şöyle dursun fevkalâde büyük önem, olağanüstü bir önem taşıyor. Batı’nın bu açıdan en olumlu katkısı herhalde “gölge etme başka ihsan istemem” kategorisine girer.
Diyarbakır, Suruç, Ankara, Paris: To wake up in hell
It is totally wrong to assert that terrorism has no ideology. If you are trying to say that we should not be feeling ourselves close to this or that form of terrorism on grounds of any perceived ideological affinity, that instead we should be equally hostile to each and every one of them, fine, but then do say so, and you would be in the right and we would all agree with you. But please do not claim that terrorism has no ideology, for actually all terror does have an ideology behind it. In fact, it is far closer to the truth to say that without ideology, there would be no terror.
‘Dinin payı yok’ denebilir mi?
(1) İsterseniz sorunu “gerekli ve yeterli koşullar” çerçevesinde düşünelim. Sırf yoksulluk ve eşitsizlik, insanları ölüme yürümeye azmettirebilir mi? Çok güçlü bir inanç devreye girmeden ve ikna edici rol oynamadan, şiddet, terör ve hele intihar eylemi olur mu? (2) Sonuçta, “hangi yorum, hangi İslâmiyet” tartışması önemsiz değil; tersine son derece önemli. Selefîlik sorununu belki tek başına halledemez. Ama gene de, cihadizmi giderek tecrit edip alanını daraltan bir ayrışmaya hizmet edecek.
Diyarbakır, Suruç, Ankara, Paris: Bir cehenneme uyanmak
Terörün ideolojisi olmaz demek çok yanlış. İdeolojisine bakarak şu veya bu terör biçimini kendimize yakın hissedemeyiz; hepsine karşı tavır almalıyız demek istiyorsanız, ne âlâ; o zaman öyle söyleyin, haklı olursunuz. Ama terörün ideolojisi olmaz demeyin, çünkü aslında terörün her zaman bir ideolojisi var. İdeolojisiz terör olmaz demek, gerçeğe çok daha yakın.
Mayakovsky ve Atatürk
Devrimi ve politikayı liderler nasıl yaşar? Kimilerinin, teorinin öngördüğü nihaî zafere inancı tamdır; sırf bu misyonları var ve başka hiçbir şeyleri yoktur; yalnızlık çekmez, kendilerinden şüphe etmez, zaaf göstermezler. Ama ya, hem daha fazla birey, hem de oldukça seçkinci iseler? Yönetmek sadece bir bölümüyse hayatlarının? Bu takdirde, özel ve kişisel olan ile kamusal olan arasında ne gibi bir açılım doğar? Ulu önder kültünün ardında ne yalnızlıklar saklanır?
Gene bir 10 Kasım’da, tarihe dair düşünceler
Geçen Cumartesi (7 Kasım) Hürriyet’ten arayıp “Atatürk Türkiye için ne ifade ediyor?” konulu bir görüş veya demeç istediler. Yazdım bozdum, yazdım bozdum; kısaltabileceğim kadar kısaltıp yolladım. Sabah sabah internetten baktım, göremedim. Ne oldu bilmiyorum. Her neyse. İlk paragraf aynı olmak kaydıyla, devamının çok daha uzun hali aşağıda yer alıyor.
‘Mahalle’ insanı nasıl yanıltır?
Hele, Gürbüz Özaltınlı’nın dikkat çektiği gibi, kitlelere yönelik herhangi bir siyasî faaliyet kalmamışsa, geyik muhabbeti tek belirleyici olup çıkıyor. Asmalımescit’in herhangi bir meyhanesinde, ansızın bütün masalar “şerefine Tayyip” diye tempo tutarak kadeh kaldırırsa, müthiş mutlu olup bütün dünyayı kendinizi “doğru”lattığınız o elli altmış kişiden ibaret sanabiliyorsunuz. Bu da kendi gettolaşmanızı derinleştirip daha büyük yanılgıların kapısını aralıyor.
Fair justice
Over the past five months, a flexible and mobile section of the electorate appears to have lived and learned, through its own direct experience, that the AKP’s failure to form a government by itself may have drastic consequences for peace and stability, especially given that the opposition promises nothing but negativism and destruction.
Konya’ya sürülmek
Birileri, Aurora’nın toplarının tekrar gürlediği “o sabah” ne yapacaklarının; proletarya diktatörlüğü sayesinde kimi, neye mahkûm edeceklerinin hayaliyle yaşamaya devam ediyor.
Hak yerini buldu
Oynak bir seçmen kesimi, AKP’nin iktidar olamamasının barış ve istikrar açısından ne ağır sonuçları olabileceğini, zira muhalefetin yıkıcılık dışında hiçbir şey vaat etmediğini, şu beş ay boyunca kendi tecrübesiyle görüp anladı.
Klişeler: BTÖ, soykırım, sözde soykırım
Fakat asıl sorun tabii slogancılık, kalıpyargıcılık ve klişecilikte. Düşünce işte böyle daraltılır, cendereye alınır, çok kısıtlı mecralara hapsedilir. Yunus Emrem sen bu sözü / Eğri büğrü söyleme / Yoksa bir Molla Kasım çıkar / Seni sigaya çeker. Tahir Elçi illâ “terör örgütü” demediği için; ben de kâh “soykırım” dediğim için kâh demediğim için,bu ülkenin nice Molla Kasımlarınca daha çok sigaya çekiliriz.
Demokrasi ve meşruiyet için
Türkiye realitesi, AKP karşıtı cephenin göstermeye çalıştığının tam tersi. Aka kara, karaya ak diyorlar. Oysa asıl demokrasi düşmanı onlar. Yeni Şafak gazetesinin “Başka Türkiye Yok” kampanyasına, 17 Ekim Cumartesi günü bunu anlatmaya çalışan bir metinler cevap verdim. Biraz fazla uzundu. Karşılıklı yazışmalarla, daha kısa bir özet üzerinde anlaştık. 20 Ekim Salı günü “Kaos tasavvuruna karşı el ele” başlığıyla çıktı. Orijinal halini, gene orijinal başlığıyla, burada sunuyorum.
Yeni mandacılık
Seçimlere on gün kala, içeriden-dışarıdan bir bildiri bombardımanı başgösterdi. Aynı yerden çıkmışa benzeyen iki metinden ilkinde, özel olarak cumhurbaşkanı gayrimeşru ilân ve dış dünyaya şikâyet ediliyor; bu gerekçeyle (Merkel gibi) yabancı liderlerin gelip Erdoğan’la konuşmasına karşı çıkılıyordu. 20 Ekim Salı günü Star Sanat’tan arayp bu konudaki görüşümü sordular. Yazıp yolladım; 21 Ekim’de, biraz daha röportaj havasına sokulmuş olarak yayınlandı. Tutun ki bu da söz konusu dezenformasyona karşı benim manifestom. Orijinal şeklini aşağıda sunuyorum.
Neden olamaz?
“Pearl Harbor’ı biz bombalayalım, milyarlarca dolarlık zırhlıları batıralım, (çok zayıf düşmek pahasına) Pasifik filomuz diye bir şey bırakmayalım, birkaç bin askerimizi de öldürelim, yeter ki Amerikan kamuoyu galeyana gelsin ve sonunda Japonya’ya karşı savaş açabilelim” emrini Roosevelt kime ve nasıl vermiş, nasıl uygulatmış olabilir?
Ahlâksız Teklif (Indecent Proposal)
Selâhattin Demirtaş da kendini iki ayrı kadını, pardon iki ayrı dünyayı birden idare edebileceği illüzyonuna kaptırmış olduğundan, şimdi hayatın kayalarına toslamaya çok yakın ve yatkın gözüküyor.
Bir felâkete sürükleniyoruz
Siz daha sürdürün, sapına kadar çatışmacı kültürlerinizi. “Tek yol”culuğunuzu. “Ne pahasına olursa olsun”culuğunuzu. “Uzlaşmaz” ve “tâvizsiz”liğinizi. “Ya hep ya hiç”çiliğinizi. Dünya batsın. Türkiye batsın. Yeter ki geri adım atmayın. Yiğitliğe leke sürülmesin.
Ara yüz, ancak böyle böyle olacak
AKP’nin kendini yenileyip giderek genişleyen, ferahlayan, ülke çapında tansiyonu düşüren bir yolda ilerleyebilmesi, 1925-27 Kemalistlerini çağrıştıran “sağlam irade”ci Jakobenlerinin değil, normalleşme, bütün kesimlerle konuşabillme ve koalisyon(lar) kurabilme yanlısı Jirondenlerinin başarısına bağlı.
Çifte standarda sıfır tolerans (3) Hürriyet ve Ahmet Hakan saldırıları üzerine
Sadece ve sadece kuyruğu dik tutmaya indirgenmiş bir siyaset anlayışı, demokrasinin olmazsa olması olan ara zeminin korunmasına nasıl katkıda bulunabilir? Tırmanış ve kutuplaşma, kaybedecek bir şeyi olmayan muhalefetten çok, kaybedecek çok şeyi olan hükümetin aleyhine. Çünkü AKP Türkiye’yi demokrasi içinde yönetmeye çalışırken, muhalefetin bir kesimi Türkiye’yi yönettirmemeye; yönetilemediği için de ya şimdiden diktatörlüğe dönüşmüş veya diktatörlüğe gidiyor gibi göstermeye çalışıyor.
Nefes nefese
Dolayısıyla yapacak (seçimleri boykot edecek) ve üstelik, akıl - mantık - iz’an - insaf - idrak hilâfına bir kere daha Erdoğan’a yıkacak; iki aydır sürdürdükleri “Erdoğan daha fazla oy alabilmek için bu savaşı çıkardı”nın üzerine, şimdi de “Erdoğan iç savaş çıkarmak için seçimleri yaptırmadı”yı ekleyecekler. PKK’nın yaptıklarına namussuzluk dedim; buna hiç olmazsa ahlâksızlık ve karaktersizlik demeyeyim mi?
Çifte standarda sıfır tolerans (2) Yenikapı tartışmaları
Şimdi ben acaba “iç” miyim “dış” mıyım; “ yerel ve yerli” miyim küresel-evrensel miyim; “millî” miyim, “kökü dışarıda” alafranga solcu züppenin teki miyim? Bana sorarsanız, ne biri ne diğeriyim; hepsinin bir karışımıyım. Hem Türkiyeli hem dünyalıyım; yerine göre milliyetçiliğe ve yerelin mağduriyete sığınan darlığına, yerine göre evrenselin mütehakkim dayatmacılığına, emperyalizme ve Batı-merkezciliğe karşı çıkıyorum.
Çifte standarda sıfır tolerans (1) Geçmişte yazdıklarım
İlkesel düzeyde, daha ne diyeyim? Fakat galiba meseleler böyle genel ve soyut biçimde ifade edilince görünüşte anlaşmak kolay oluyor, ya da kimse üzerine almayabiliyor da, eleştirinin ucunun birazcık sivriltilmesi sertlik ve militanlığa yol açıyor.
Ne kültü benzersiz, ne heykelleri (ve ne de kendisi)
Bütün tarihsel olay ve süreçlerin hem bir genelliği, bir “cins”e (genus) aidiyeti, hem de bir özgüllük ve tikelliği, bir “tür” (species) oluşturması söz konusudur. Ciddi ve titiz bir komparatif tarihçilik, işin her iki yanının da hakkını verir; ne her şeyi tamamen aynılığa indirger, ne de tümüyle farklı kılar.
Sabah’taki röportaj: “PKK, HDP’nin seçime girmesini istemiyor”
İsa Tatlıcan’la 8 Eylül Salı günü konuştuk. Bant çözümlerini yolladı; ben üzerinden gittim ve tabii sonuç kısalması değil uzaması oldu. Bugün, yani 14 Eylül...
Türkiye, 12 Eylül’e nasıl sürüklendi
En vahimi, solun ezici çoğunluğu “burjuva demokrasisi”ni horlamada birleşti. Toplumu bir arada tutmaya çalışmak diye bir duyarlılığı hemen hiç olmadı. Her durumda “sınıf mücadelesi”ni sonsuza dek keskinleştirmek gerektiği anlayışıyla hareket etti. Batsın bu dünya, yıkılsın bu düzen derken, kendisinin de neyin altında kalabileceğini aklına getirmedi.