Halil Berktay

On the way to Bakur-Rojava (2) How did the PKK decide to go back to war?

This time around, the PKK believes that Syria’s dissolution and the internationalization of the Syrian crisis provides it with a historical opportunity that may never be found again. Hence it is, that it has completely abandoned any vision of an in-Turkey solution, instead orienting itself much more emphatically towards a “Bakur-Rojava” (north-south) state formation project. The HDP has also been persuaded to this plan as never before, brought into line, bullied into obedience, and forced to burn all its bridges by adopting a language of violence that has put paid to all democratic possibilities once and for all.

From a domestic opposition leader, to a dream of becoming prime minister for Bakur-Rojava (1)

Why and how did the PKK disconnect from “the solution process”? How did it drag the HDP along and force it to fall into line? How did Demirtaş go from (i) beginning with targeting the AKP as the principal enemy during the election campaign, through (ii) now supporting and now criticizing the PKK’s resumption of armed conflict over the last four or five months, to (iii) total and unqualified support for the ditches-and-barricades policy since the beginning of December, and finally to (iv) virtually abandoning all thoughts of a “solution within Turkey”?

Milliyetçiliği ‘burjuvazi’siz düşünememek: Teorisist, arkaik, anakronik bir yaklaşım

Yaprak Zihnioğlu PKK’yı destekleyen arkaik bir solu, gene o arkaik solun arkaik teorik avadanlığıyla vurmaya çalışıyor. Farkında mısınız, diyor, bu savaşın emekçilerin çıkarlarıyla hiçbir ilgisi yok. Siz aslında Kürt burjuvazisinin kuyruğuna takılmış gidiyorsunuz… Birçok açıdan yanlış. Herşeyden önce gerçeklere aykırı. Ayrıca tartışmayı siyaset sahnesinin ana mecrasından çekip çok marjinal bir köşesine hapsediyor. Kaldı ki Zihnioğlu’nun hâlâ “olumlu” mirasına başvurmaktan vazgeçmediği Marksist teorinin indirgemeci sınıf vurgusu da çoktan miadını doldurmuş durumda.

Milliyetçiliği “burjuvazi”siz düşünememek: Teorisist, arkaik, anakronik bir yaklaşım

Yaprak Zihnioğlu PKK’yı destekleyen arkaik bir solu, gene o arkaik solun arkaik teorik avadanlığıyla vurmaya çalışıyor. Farkında mısınız, diyor, bu savaşın emekçilerin çıkarlarıyla hiçbir ilgisi yok. Siz aslında Kürt burjuvazisinin kuyruğuna takılmış gidiyorsunuz… Birçok açıdan yanlış. Herşeyden önce gerçeklere aykırı. Ayrıca tartışmayı siyaset sahnesinin ana mecrasından çekip çok marjinal bir köşesine hapsediyor. Kaldı ki Zihnioğlu’nun hâlâ “olumlu” mirasına başvurmaktan vazgeçmediği Marksist teorinin indirgemeci sınıf vurgusu da çoktan miadını doldurmuş durumda.

Bakur-Rojava’ya varamadan (3) Bu son çılgınlığı kendi yalnızlığına terkedelim

Bütün hesapların iflâs ettiği ve hem askerî yenilgi, hem siyasî tecridin kaçınılmaz gözüktüğü bir noktada, Demirtaş çareyi HDP’yi kapattırmada arıyor. Gerçekten de hem kişisel demeçleri, hem DTK’da alınan kararlar, hukukun lâfzına bakacaksak, her iki legal Kürt partisini defalarca kapattıracak nitelikte. Bunu istiyor zaten; yıkıntıdan yeni bir mağduriyet, dolayısıyla yeni bir haklılık ve belki toplumsal bir kalkışma çıkarmaya çalışıyor. Akıllı siyaset, bu kozu ona vermemek. “Laissez dire, laissez parler” (bırakınız konuşsun, ne derse desin). Çılgınlık raddesine varan provokasyonu doğru okumak; PKK ve HDP’yi kendi yalnızlıklarına terketmek.

Bakur-Rojava yolunda (2) PKK savaş kararını nasıl aldı?

Bu sefer PKK, Suriye’nin çözülmesi ve Suriye krizinin uluslararasılaşmasının kendisine belki bir daha gelmeyecek bir tarihî fırsat sunduğu kanısında. Dolayısıyla Türkiyeli çözüm vizyonunu terkedip bir “Bakur-Rojava” (kuzey-güney) devletleşmesine yönelişi çok daha belirgin. HDP de şimdiye kadar hiç olmadığı derecede bu plana ikna edilmiş, hizaya getirilmiş, itaatkâr kılınmış ve demokratik siyaset olanaklarını bitiren bir savaş dilini benimsemek suretiyle bütün köprüleri atmaya zorlanmış durumda.

Jimmy Hill: futbol spikeri dediğin işte böyle olur

Otuz yıl önce, Londra’nın Earls Court semtinde iki haftalığına olabildiğince ucuz bir öğrenci stüdyosu kiralamış; uzun bir ortaçağ tarihi makalesi üzerinde çalışıyordum. Geceleri tek dinlenme şansım, odadaki büyük ekranlı televizyon, gazeteler ve futbol maçlarıydı. 7 Mayıs 1986 Şampiyonlar Kupası finali ve 10 Mayıs 1986 İngiltere Federasyon Kupası finalini orada seyrettim. Asıl yorumcuyu, hiç unutmadım.

Ful ası atıp beş benzemeze kalmak

Bu olay herhalde tarihe, amaçlarının haklılığı veya haksızlığından, ya da yanında yer alıp almadığınızdan bağımsız olarak, milliyetçi bir silâhlı mücadele örgütü ve siyasal kanadının, hem de hayli avantajlı bir konumdayken işlediği en büyük stratejik hatâ -- girdiği en yanlış pist, oynamaya kalktığı en hesapsız kumar, durup dururken yaptığı en acemice blöf diye geçecek.

Orhan Pamuk, Aziz Sancar ve Nobel

Dünyanın “Türkiye’nin yanında” ve “aleyhinde” yer alanlar diye kategorileştirilmesi yanlış. Kâh Ankara katliamını, kâh PKK’nın silâhlı kent işgali denemelerini, kâh seçimlerde güya hile ihtimali olmasını bahane ederek “dış müdahale”ye dâvet çıkaran (benim de neo-mandacılık diye nitelediğim) tavrın eleştirisini Aziz Sancar “olumlu örneği” üzerinden yürütmek de sakat. Galiba temelde, bilim ve sanatın olmazsa olmaz özerkliğine farklı bakıyoruz. Sağı ve soluyla Türkiye, bir türlü bu fikre alışamıyor.

Yerli muhalefet liderliğinden, Bakur-Rojava başbakanlığına (1)

PKK niçin koptu “çözüm süreci”nden? HDP’yi nasıl sürükledi ve hizaya getirdi? Demirtaş (i) seçim kampanyasında AKP’yi baş düşman almaktan başlayıp, (ii) geçtiğimiz dört beş ay boyunca PKK’nın çatışmacılığını kâh eleştirmek kâh desteklemekten geçerek, (iii) Aralık başından bu yana hendek-barikat politikasına topyekûn destek vermek suretiyle (iv) “Türkiyeli çözüm”ü iyiden iyiye gözden çıkarmak noktasına nasıl geldi?

Bir metin şerhi denemesi (Demirtaş’ı okuma kılavuzu)

HDP liderinin çok kendine özgü bir dili var. George Orwell’in “yenikonuş”undaki (newspeak) gibi, kelimeleri herkesin bildiği normal içerikleriyle değil daha çok zıtlarıyla kullanıyor. Bu söylemde örneğin “halk” PKK, “direniş” savaş, “özyönetim” silâhlı işgal, “barış” ise hükümetin kayıtsız şartsız teslim olması anlamına geliyor.

Tahir Elçi’yi kazara vuran, PKK değil polis mi?

“Elçi’yi, PKK’yı eleştiren görüşlerinden ötürü, bile-isteye PKK vurdu” denemiyeceği gibi, şimdi “Elçi’yi, PKK’yı yeterince eleştirmeyen görüşlerinden ötürü, bile-isteye devlet vurdu” demek de olanaksız. Ama evveliyatından, elbette AKP sorumlu olmaya devam ediyor.

Tekrar Tahir Elçi, normalleşme ve iktidarın sorumluluğu

Aynı eleştiriyi şimdi Etyen Mahcupyan sivriltmiş ve genişletmiş; çok da iyi etmiş. Ey kendilerine AK Partili diyenler! (1 Aralık) çağrısının yaygın olarak okunması ve tartışılmasında büyük yarar var. Normalleşme, öyle sırf muhalefetin normalleşmesiyle olacak bir şey değil. İktidar ve özellikle iktidarın periferisi, tek lâf söyletmeme kararlısı militan sözcüleri, herkese bağırmayı marifet sayan kraldan fazla kralcıları, Tahir Elçi’nin öldürülmesinden giderek bu ders üzerinde ciddiyetle düşünmek zorunda.

Tahir Elçi’yi kaybetmek; solu ve HDP’yi anlamak

Sonuçta, bir serseri kurşun gidip onu bulmuş. Hal böyleyken, bir taraf bunu bir facia değil, kendileri açısından bir fırsat gibi değerlendiriyor. Öte yandan, Elçi hakkında Ekim ayında başlatılan düşmanca tezvirat kampanyası da tam bir rezillik, ahmaklık ve aptallıktı. Bu yüzden şimdi hükümet “hedef gösterdiniz, vurdular” demagojisine maruz kalıyor.

Bu “şey” nasıl tarif edilebilir?

Yollayan, e-posta’sının “subject” (konu) satırına “abla koru beni” diye yazmış. Herhalde o başlıkla dolaşımda. Şimdi bu komik mi? Espri mi? Zekâ eseri mi? Gülüyorlar mı gerçekten? Ya da, sosyal medyanın nerelere düştüğünün göstergesi mi? Bu nasıl bir enfantilizm? Nasıl bir nefret, kendi ülkeni Rusya’nın kırbaçlamasıyla tehdit etmeye varabilir?

Bir “ahlâkî tahribat” hatırası

Düşünün, ilkokul bitirme, on yaşında bir çocuk -- ve bu alçak namussuz aşağılık herif, yüzden yüz aşikâr ki komünist bir aileden geldiğimi bilerek, kasten, üstelik de sınıf birincisi olan bu küçük lapacı muhallebi çocuğunu (öyleydim) bozup üzerinde tepinmek için soruyordu bunu.

‘İç dinamikler’ ve ‘ideolojik mücadele’

İslâmiyetin demokratik, barışçı, toleranslı yorumlarını tercih eden hükümetlerin, ulemanın ve diğer kanaat önderlerinin, Selefîliğe, cihadizme ve IŞİD’e karşı, kendi inanç, kavrayış ve kültürel referansları doğrultusunda içsel bir ideolojik mücadele yürütmeleri, önemsiz olmak şöyle dursun fevkalâde büyük önem, olağanüstü bir önem taşıyor. Batı’nın bu açıdan en olumlu katkısı herhalde “gölge etme başka ihsan istemem” kategorisine girer.

Diyarbakır, Suruç, Ankara, Paris: To wake up in hell

It is totally wrong to assert that terrorism has no ideology. If you are trying to say that we should not be feeling ourselves close to this or that form of terrorism on grounds of any perceived ideological affinity, that instead we should be equally hostile to each and every one of them, fine, but then do say so, and you would be in the right and we would all agree with you. But please do not claim that terrorism has no ideology, for actually all terror does have an ideology behind it. In fact, it is far closer to the truth to say that without ideology, there would be no terror.

‘Dinin payı yok’ denebilir mi?

(1) İsterseniz sorunu “gerekli ve yeterli koşullar” çerçevesinde düşünelim. Sırf yoksulluk ve eşitsizlik, insanları ölüme yürümeye azmettirebilir mi? Çok güçlü bir inanç devreye girmeden ve ikna edici rol oynamadan, şiddet, terör ve hele intihar eylemi olur mu? (2) Sonuçta, “hangi yorum, hangi İslâmiyet” tartışması önemsiz değil; tersine son derece önemli. Selefîlik sorununu belki tek başına halledemez. Ama gene de, cihadizmi giderek tecrit edip alanını daraltan bir ayrışmaya hizmet edecek.

Diyarbakır, Suruç, Ankara, Paris: Bir cehenneme uyanmak

Terörün ideolojisi olmaz demek çok yanlış. İdeolojisine bakarak şu veya bu terör biçimini kendimize yakın hissedemeyiz; hepsine karşı tavır almalıyız demek istiyorsanız, ne âlâ; o zaman öyle söyleyin, haklı olursunuz. Ama terörün ideolojisi olmaz demeyin, çünkü aslında terörün her zaman bir ideolojisi var. İdeolojisiz terör olmaz demek, gerçeğe çok daha yakın.

Mayakovsky ve Atatürk

Devrimi ve politikayı liderler nasıl yaşar? Kimilerinin, teorinin öngördüğü nihaî zafere inancı tamdır; sırf bu misyonları var ve başka hiçbir şeyleri yoktur; yalnızlık çekmez, kendilerinden şüphe etmez, zaaf göstermezler. Ama ya, hem daha fazla birey, hem de oldukça seçkinci iseler? Yönetmek sadece bir bölümüyse hayatlarının? Bu takdirde, özel ve kişisel olan ile kamusal olan arasında ne gibi bir açılım doğar? Ulu önder kültünün ardında ne yalnızlıklar saklanır?

Gene bir 10 Kasım’da, tarihe dair düşünceler

Geçen Cumartesi (7 Kasım) Hürriyet’ten arayıp “Atatürk Türkiye için ne ifade ediyor?” konulu bir görüş veya demeç istediler. Yazdım bozdum, yazdım bozdum; kısaltabileceğim kadar kısaltıp yolladım. Sabah sabah internetten baktım, göremedim. Ne oldu bilmiyorum. Her neyse. İlk paragraf aynı olmak kaydıyla, devamının çok daha uzun hali aşağıda yer alıyor.

‘Mahalle’ insanı nasıl yanıltır?

Hele, Gürbüz Özaltınlı’nın dikkat çektiği gibi, kitlelere yönelik herhangi bir siyasî faaliyet kalmamışsa, geyik muhabbeti tek belirleyici olup çıkıyor. Asmalımescit’in herhangi bir meyhanesinde, ansızın bütün masalar “şerefine Tayyip” diye tempo tutarak kadeh kaldırırsa, müthiş mutlu olup bütün dünyayı kendinizi “doğru”lattığınız o elli altmış kişiden ibaret sanabiliyorsunuz. Bu da kendi gettolaşmanızı derinleştirip daha büyük yanılgıların kapısını aralıyor.

Fair justice

Over the past five months, a flexible and mobile section of the electorate appears to have lived and learned, through its own direct experience, that the AKP’s failure to form a government by itself may have drastic consequences for peace and stability, especially given that the opposition promises nothing but negativism and destruction.

Konya’ya sürülmek

Birileri, Aurora’nın toplarının tekrar gürlediği “o sabah” ne yapacaklarının; proletarya diktatörlüğü sayesinde kimi, neye mahkûm edeceklerinin hayaliyle yaşamaya devam ediyor.

Hak yerini buldu

Oynak bir seçmen kesimi, AKP’nin iktidar olamamasının barış ve istikrar açısından ne ağır sonuçları olabileceğini, zira muhalefetin yıkıcılık dışında hiçbir şey vaat etmediğini, şu beş ay boyunca kendi tecrübesiyle görüp anladı.

Klişeler: BTÖ, soykırım, sözde soykırım

Fakat asıl sorun tabii slogancılık, kalıpyargıcılık ve klişecilikte. Düşünce işte böyle daraltılır, cendereye alınır, çok kısıtlı mecralara hapsedilir. Yunus Emrem sen bu sözü / Eğri büğrü söyleme / Yoksa bir Molla Kasım çıkar / Seni sigaya çeker. Tahir Elçi illâ “terör örgütü” demediği için; ben de kâh “soykırım” dediğim için kâh demediğim için,bu ülkenin nice Molla Kasımlarınca daha çok sigaya çekiliriz.

Demokrasi ve meşruiyet için

Türkiye realitesi, AKP karşıtı cephenin göstermeye çalıştığının tam tersi. Aka kara, karaya ak diyorlar. Oysa asıl demokrasi düşmanı onlar. Yeni Şafak gazetesinin “Başka Türkiye Yok” kampanyasına, 17 Ekim Cumartesi günü bunu anlatmaya çalışan bir metinler cevap verdim. Biraz fazla uzundu. Karşılıklı yazışmalarla, daha kısa bir özet üzerinde anlaştık. 20 Ekim Salı günü “Kaos tasavvuruna karşı el ele” başlığıyla çıktı. Orijinal halini, gene orijinal başlığıyla, burada sunuyorum.

Yeni mandacılık

Seçimlere on gün kala, içeriden-dışarıdan bir bildiri bombardımanı başgösterdi. Aynı yerden çıkmışa benzeyen iki metinden ilkinde, özel olarak cumhurbaşkanı gayrimeşru ilân ve dış dünyaya şikâyet ediliyor; bu gerekçeyle (Merkel gibi) yabancı liderlerin gelip Erdoğan’la konuşmasına karşı çıkılıyordu. 20 Ekim Salı günü Star Sanat’tan arayp bu konudaki görüşümü sordular. Yazıp yolladım; 21 Ekim’de, biraz daha röportaj havasına sokulmuş olarak yayınlandı. Tutun ki bu da söz konusu dezenformasyona karşı benim manifestom. Orijinal şeklini aşağıda sunuyorum.

Neden olamaz?

“Pearl Harbor’ı biz bombalayalım, milyarlarca dolarlık zırhlıları batıralım, (çok zayıf düşmek pahasına) Pasifik filomuz diye bir şey bırakmayalım, birkaç bin askerimizi de öldürelim, yeter ki Amerikan kamuoyu galeyana gelsin ve sonunda Japonya’ya karşı savaş açabilelim” emrini Roosevelt kime ve nasıl vermiş, nasıl uygulatmış olabilir?