12 Eylül öncesinin kanlı kavgasının darbenin neredeyse ertesi günü bitmesini, kaos ortamını darbecilerin bilinçli olarak yarattığının delili olarak yorumlamak rahatlatıcı olabilir. Fakat ben darbenin kırkıncı yılında rahatsız edici bir tez öne süreceğim: Sol örgütler, evet, darbenin ertesi günü dağıldı, çünkü mücadeleleri gerçekte kapsayıcı ülke iktidarını değil, ‘sol içi’ sınırlı iktidarı hedefliyordu. Darbeyle birlikte ‘sol’ kalmayınca ‘iktidar’ mücadelesi için motivasyon da kalmadı ve oyun bitti.
Cunta özellikle bıraktı, uzattı, seyretti – ve sonra, küçük yerel kavgaların çok üzerindeki asıl hegemonyanın kimde olduğunu gösterdi. Hamur yoğurur gibi yoğurdu bütün toplumu. Başka bir şekil verdi.
“11 Eylül günü olan anarşi, 12 Eylül’de nereye gitti?” gibi polemik cümleleri, aynı silahla bir gün solcu, öteki gün sağcı öldürülüyordu gibi ispatlanmamış iddialar, bu cinayetlerin ülkeyi askeri darbe ortamına hazırlanmak için işlendiğini söyleyen komplo teorileri, darbenin arkasında ABD vardı gibi büyük analizler ileri sürülüp, bu sorulardan yine kaçılacak. Herkesten özeleştiri isteyen solcular, kimseye özeleştiri vermeyen ülkücüler bu karanlık yılların gerçek bir özeleştirisini yapmadan, neden oldukları ve darbeye zemin hazırlayan şiddetle tam olarak yüzleşmeden ulvi davalarına devam edecekler.
Tarikat şeyhi Fatih Nurullah’ın cinsel istismarına uğrayan çocuğun babası F. A., Sözcü gazetesinden İsmail Saymaz'a konuştu. Babanın anlattığına göre, tarikatın Kıbrıs halifesi karakola gelip "Cemaatin 500 milyonluk serveti var, ne dilersen dile" dedi. Baba, teklifi reddedince 100’ü aşkın ölüm tehdidi aldı. Aile şu anda bilinmeyen bir yerde altı polisin korumasında. Söyleşinin tümünü Serbestiyet okurları için sunuyoruz.
Yılmaz Özdil’in 9 Eylül’de Sözcü gazetesinde bir tam sayfaya yayılan köşe yazısını okurken, İpek Çalışlar’ın Latife Hanım kitabını tekrar okuyormuşsunuz gibi bir deja vu hissine kapılmamanız elde değil.