Dünyada demokrasinin geri çekildiği bir dönemdeyiz. Türkiye’de de sistemin adalet ve demokrasi temelli dönüşümü için yola çıkan muhafazakâr demokratların son 10 yıldaki performansları ilk 10 yıldaki gibi değil. O yüzden eskiye rağbet başladı ve bit pazarına canlılık geldi. Şimdilerde eski demokratlardan nedamet getirenlerle aslında yeni/post Kemalizm de fena değil diyenlerin sesi daha çok duyuluyor. Bugün siyasi atmosferin etkisiyle birçok konu gibi cumhuriyet de sakin ve serinkanlı bir biçimde konuşulmuyor; her türlü güzelliğin kendisinde toplandığı “iyi bir şey” veya sahip olduğumuz tüm kazanımların kaynağı anlamında kullanılıyor.
Fetullah Gülen, dinî ilimlerin en azından bir kısmında Cumhuriyet Türkiyesi’ndeki ortalama bir ilahiyat hocasından daha ileride olmasının yanında, insan ve topluma dair başarılı bir okuma yapabilen biriydi de. Bu toplumdaki hastalıklar kadar zaafları da onun kadar iyi görmüş ve hareketi lehine kullanabilmiş başka kaç insan vardır, bilmiyorum. Velhasıl, Gülen’e dair net eleştirileri olan biri olarak söylüyorum, güya onu aşağılamak adına ortaya konulan propagandist, ucuz, yanıltıcı ve karikatürize edici yaklaşımlar ne ahlâkî açıdan doğru, ne de epistemik anlamda isabetli. İddia edildiği gibi ‘boş bir adam’ın bu kadar çok insanı bu kadar uzun bir zaman diliminde bu derece etkileyebileceğini düşünmek insan ve toplum gerçeğine de hakaret olur.
Mustafa Kemal, meclise cumhuriyeti ilan ettirirken Rauf [Orbay], Kazım [Karabekir], Ali Fuad [Cebesoy], Adnan [Adıvar], Hüseyin Avni [Ulaş] gibi bazı isimlerin meclise gelemeyecekleri zamanı özellikle seçer. Örneğin Karabekir Trabzon’dadır, Rauf Bey İstanbul’da. Meclis üyelerinin kelimenin tam anlamıyla yarısı yoktur. Böylelikle Mustafa Kemal Cumhuriyetin ilanına Milli Mücadele’nin kendine rakip olabilecek diğer önderlerinin katılmasını engellemiş olur. Çün ki onların cumhuriyet ilan eden kadro içinde olup güçlenmelerini ve meşruiyet kazanmalarını istemez.
Haftasonu Bahçeli, Ziya Gökalp, Diyap Ağa’dan alıntılarla yaptığı konuşmasıyla elini uzatmaya devam etti.
DEM Parti Parti Meclisi’nden ise sanki Meclis’in üçüncü partisinden değil, 50 kişiyle yedinci kongresini toplayan Stalinist bir örgütten çıkmış gibi duran, sloganik Ortadoğu analizleriyle büyük resmi görmeye çalışırken önündeki fırsatı göremeyen yumruğu sıkılı bir nutuk çıktı.
Kandil’in anlamadığı, anlamak istemediği şey, dünyadaki bütün militanca mücadele içinde olanların anlamadığı, anlamak istemediği şeyle aynı: Kitleler sadece çok istisnai durumlarda militanlaşır. Direnişçi ile uğruna mücadele ettiği kitleler arasındaki ilişki gerilimli bir ilişkidir. Kitleler, hiçbir zaman direnişçinin arzu ettiği kıvama gelmez, meğerki “zincirlerinden başka kaybedecek şeyleri” kalmasın; ki bu da gerçek hayatta pek rastlanan bir şey değildir.