Bu sabah Metin Karabaşoğlu’nun “Bilgiye dirençli cehalet” yazısını bir gün geç okudum. Kendi gözlemlerime çok denk düştü. Gerilere de gittim. 85 yıl önce, aynen Karabaşoğlu’nun tanık olduğu cahil inanmışlıkla konuşuyor Nâzım Hikmet’in bazı tipleri. “Ben büyük yerden işittim. Hitler denilen gâvur Müslümanmış dediler. Gizli din taşırmış.” Türk popüler kültürünün başka bazı kalıcı özelliklerine de rastlıyoruz bu satırlarda. Büyüklük özlemi. Ne kadar önemli olduğumuz. Dünyaya nasıl yön verdiğimiz. Fetihçi oportünizm. İmparatorluk nostaljisi. Punduna getirsek de “Arap eyaletlerimiz”i yeniden alıversek! Garip tesadüf; son zamanlarda bu hamaset Suriye üzerinden tekrar gündeme geliyor.
Herhangi bir ülkede birbirini izleyen iki dönemde birbirine taban tabana zıt iki siyaset tarzı egemen olabilir; çünkü bir iktidar gider öbürü gelir ve dolayısıyla siyaset de değişir. Fakat böyle bir şeyin aynı siyasi partinin iktidarında vuku bulmasına pek rastlanmaz. Türkiye, AK Parti iktidarında işte böyle bir şey yaşadı. Türkiye’nin imajı ‘2004 süreci’nde de parlaktı, şimdi ‘2024 süreci’nde yine parlak. Türkiye birincide övgülere boğulmuştu, şimdi ikincisinde de övgülere boğuluyor. Fakat ülkede yaşanan hayatlar kıyaslandığında iki övgü türü ve iki parlaklık arasında devasa bir fark ortaya çıkıyor.
Sanatın yüksek ve değerli görülmesi popüler anlamıyla estetik ile irtibatlandırılmasından kaynaklanıyor. Ancak o anlamdaki “estetik” sanatın sadece bir görünümüdür. Sanatı estetikle, estetiği de güzel ve ulvi olanla tarif eğilimi çoğu kez sanatın daha genel mahiyetini anlamamıza engel oluyor. Peki doğru anlaşılması durumunda tam olarak estetik ve sanat ne demektir?
Arhan Kayar arkasında bir boşluk bıraktı. Ali Akay’ın dediği gibi “Arhan İstanbul’un hayal gücüydü”. Arhan olmadan biliyorum İstanbul, İstanbul gibi olmayacak.
Kürtler açısından çok kritik bir döneme girildi. Rojava’ya destek eylemlilikleri genel destek bulamıyor, cılız kalıyor. PKK de Türkiye Kürt Siyasi Hareketi de “Öcalan’la görüşelim” dışında çözüm üretemiyor, söylem geliştiremiyor. Öcalan’ın mevcut şartlarda yol açıcılık anlamında ne söyleyebileceğini görmek de zor. Öcalan’ın eli 2010-2015 dönemine göre daha zayıf. Devlet de bunu biliyor. Suriye’de ortaya çıkan imkânlarla Rojava’yı da yok edebilirse, bu elin daha da zayıflayacağını ve çözüm ve barış şartlarının kendi anlayışına çok daha yakın olacağını hesaplıyor.