Ekrem İmamoğlu’nun “ahmak” dediği için üzerinde sallanan demoklesin kılıcı istinaf aşamasında da düşecek gibi görünüyor.
Türkiye’nin yaptığı en iyi şeyin de üzerine düşecek o kılıç: Seçimlerin. Türkiye’deki seçimlere de Rusya, Belarus, İran’daki gibi güçlü adayların seçimden önce elendiği seçimler muamelesi yapılmamalı.
Şerif Mardin, Kemalist projenin son derece önemli bir zaafını tespit etmişti, belki de Sait Nursi ile ilgilenmesinin sebebi buydu. Bu zaaf Kemalizm’i başarısız kılan önemli bir faktördü. Şerif Mardin’in “boşluk” diye söz ettiği şey aslında “ahlaki boşluk”tu. Kemalist reformların yumuşak karnıydı, dini toplumsal hayattan çıkarmayı amaç edinmişti ama yerine toplumu ahlaki norm ve yüksek manevi değerler etrafında bir arada tutacak değerler sisteminden yoksundu, Kemalizm ortadan kaldırdığı şeyin yerine onun fonksiyonlarını görecek başka şey ikame etmemişti.
Bizde de faşist ithamlarının sonu yok… Bu derece savrulan bir terim ister istemez anlamını yitiriyor. Ne milliyetçiliği ne de ırkçılığı içerebiliyor. Eleştirel anlamından soyunmuş, köyün delisi gibi ortalıkta dolaşan bir faşizm tanımı. Tükürük hokkası gibi bir şey… Gelen geçen söyleniyor ama artık bir şeye de yaramıyor.
İran’ın İslam dünyasındaki ayrılık ve çatışmalara gönderme yapması önemli. Sonuçta son yıllarda bölgede huzuru tehdit eden çıkışların çoğu Tahran kaynaklıydı. Bölgenin rahatlamasına yol açabilecek uzlaşma ve çözüm arayışlarının önündeki bir engel böylece ortadan kalkabilir mi? Umarız kalkar. Bölgedeki Müslüman nüfusun çoğunluğu yoksul. Adalet, hukuk, insan hakları gibi kavramlar düşman dayatması olarak bile algılanabiliyor. İslam dünyasının barışçı bir misyon ile ve uzlaşma içinde ortalığa çıkabilmesi, büyük ihtiyaç.
Cevaplara geçmeden önce “kuruluş ilkeleri” lafzından ne anlaşılır onu açıklayayım.
Bir müessese (bu devlet de olabilir) kurulurken tek ve ilk seferde konulan ilkeler midir kuruluş ilkeleri? Yoksa bir süreç (bu süreç ne kadarlık bir süreyi kapsar?) içinde konulanlar mıdır ya da her ikisi de mümkün müdür?