Resmi geziye 100 kişi götürmek, gazetecileri şirket gezilerinde ağırlamak, Paris’te, Berlin’e kafileler taşımak, kendine yakın insanlara bakmak… Bunlar da potlaç kültürünün modern uygulamaları. AK Parti bu potlacı daha geniş bir sosyolojik sınıfa yaydı ve iktidara tam sadık bir nomenklatura sınıfı yaratıldı. Muhalefetin de bundan geri kalacağını sanmak saflık olur.
Dünyanın en heyecan verici arkeolojik keşiflerine sahne olan, yabancı medyanın geniş yer verdiği Yenikapı’nın bugün geldiği hale bir bakın. Kabataş? İstanbul’un en güzel manzaralarından birine sahip kıyıya sağır cepheli, iki katlı, taşıyıcıları sorunlu devasa bir yapı yerleştirildi. Geçmişteki gibi bekleme salonlarından ibaret olan küçük yapılar yerine bu devasa yapıya neden gerek duyulduğu, neden bu kadar yüksek yapıldığını kimse bilmiyor. Böylesine bir fırsatın, kamu zekasını geliştirmek için istisnai koşullar ve keşifler yaratan bir alanın bu hale gelmiş olmasından dolayı şehrin yaralandığını, acı çektiğini hissediyorum.
Suut Kemal, Günlerin Götürdüğü’nde (Varlık Yayınları) edebiyatımızda bir zamanlar büyük heyecanlarla karşılanmış ama sonra kendiliğinden sönüp gitmiş, zaman karşısında sessizliğe gömülmüş isimleri ve eserlerini kaleme alır. Hâlâ yaşıyormuşçasına, “canlı taklidi” yapılanları açığa çıkarır. Abdülhak Hamid, Ahmet Haşim, Halid Ziya, Tevfik Fikret, Mehmet Rauf… Bu isimlerin hepsi, bir şekilde hâlâ yaşasa -ya da türlü nedenlerle yaşatılsa da- günler, çok şeyleri alıp götürmüştür. Çünkü, hepsinin de kullandığı dil, halkın kullandığı, süzüle süzüle gereksizliklerinden arınarak gelen, yaşayan canlı dille ilişki içinde olamamış, kendini yenileyerek besleyememiştir.
“Çünkü biz aslında kaybettiklerimiziz”… Bu ithafla biten film paramparça hayatların, aşkların, sevgilerin, değerlerin yanında kaybettiklerimizin, kaybeden insanların, yitirilen insanlığın da sahnesi. Elde var kalanımız, kalan hayatımız, değerlerimiz. Bir de öyle bakmalı hayata, mesela “uyutma yasası”na. Cümle unutturma çabalarına, yasalarına, mevzuatına…
Söz verdim; bu Üçüncü Dünya Savaşı (başladı/başlamadı/başlayabilir) dizisinde, Netanyahu’ların arkaplanını ve Gazze soykırımına nasıl gelindiğini, İsrail açısından da gerilere gidip anlatacağım. “(2) Baş provokatör Netanyahu”nun (1 Ağustos) spot’unda, ipuçlarını vermiştim nasıl baktığımın. (a) “19. yüzyıl milliyetçiliğinin bir başka varyantı olarak Siyonizm”den; (b) “ulus-devletin muhtaç olduğu teritoryalitenin Avrupa dışında, Filistinli Araplara etnik temizlik uygulamak suretiyle sağlanması”ndan; (c) bir “yerleşimci kolonyalizm” türü olarak İsrail’den; (d) (bir zamanlar Güney Afrika gibi) kendi “ilkel yerli”lerine sürekli militarizm ve apartheid uyguladığından söz etmiştim. Şimdi bunları ve yan fikirlerini tek tek açmak istiyorum.