Ukrayna harbi ve Wagner’in başı Prigozhin isyanı Putin otoritesini bir ölçüde sarstı. Ama ölümcül bir darbe vurmadı. Nasıl FETÖ kalkışması Erdoğan’a darbe vurmadı ve aksine onu kuvvetlendirdi ise Wagner isyanı da Putin’i kuvvetlendirmiş olabilir. Putin’in Prigozhin’i karşısına alıp konuşması belki de bu güvenden geliyor. İşin ilginç yanı Putin siyasal rakibi Navalni’yi hapsettirmişken isyan eden Wagner’in başının B.Rusya’ya gitmesini kabullenmiştir. Acaba harbin gidişatından memnun olmayan bazı generaller ve halk arasında Progozhin’e sempati var mı?! Harbin gerekliliği ve yönetimi konusunda da askeri kanatta çatlaklar olduğu ortaya çıkmıştır. Wagner kalıntılarını temizlemek zaman alabilir.
CHP’de içerikten yoksun bir değişim tartışması yapılıyor. “Değişim” kavramının cazibesinden ötürü herkes, hatta fiili olarak değişime karşı duranlar bile, değişimden yana olduğunu belirtiyor ama bu değişimin yöntemi ve muhtevası hakkında kallavi tek bir laf etmiyor.
Alfa yayınları, yakın zamanda Abbas Kiyarüstemi İle Söyleşiler adıyla heyecan verici bir kitap yayımladı. Mehdi Muzaffer Sâveci’nin yaptığı söyleşileri Mehmet Akif Koç Farsça’dan tercüme etmiş. Bu benim ona dair okuduğum ilk kitap. Kitabın bir yerinde şöyle diyor: “Hiçbir millet İran kadar özgürlüğü için kanını dökmemiştir.” Bu durum her yönetmeni ister istemez bir özgürlük savaşçısına dönüştürür. Kiyarüstemi de bunun farkındadır.
Pembe tişörtlü, pembe şortlu, pembe küpeli, pembe tokalı gençler sıradışı bir hareket serbestisi içinde. Nedense çok da uzun olmayan reklamlardan sonra film başlıyor, 10 dakika geçiyor, 20 dakika geçiyor, bir türlü yerleşemiyoruz. Deprem efekti yaratan güçlü adımlarla koltukların yanındaki geniş basamaklı merdivenleri dolayısıyla oturduğumuz koltukları sarsa sarsa inip çıkıyorlar. Sonuçta Tarkovski izlemeyeceğiz, “Barbie” bu filmin adı diyoruz kendimize ama bu kadarı da, insana kendini azıcık dinozor hissettiriyor. Ama gevşeyelim, tadına varmaya çalışalım bari. Her türlü fikre açık olmak da bizim kuşakların ayrı bir görevi ne de olsa.
Maddi yoksunluğu olan kesimlerin maddi halleri bir dönem düzelmiş olsa dahi şimdilerde oldukça bozulmuş durumda ancak onlar kendilerini hiç “bozmuyor”, aynı istikametteler. Bunda şüphesiz, “haline şükret” gibi “sorunlu” bir teselli geleneğinin payı var. Ama asıl pay maddi yoksulluğun merhemi olarak manevi tedavi sunulması. Buradaki maneviyattan kasıt birilerinin tekrarladığı gibi sadece din değil. Gidilmemiş Ayasofya, binilemeyen TOGG ama en önemlisi seçim zamanları olsa dahi ülkenin yöneticisi tarafından “görülmek”, mesela kendisine kötü davranan devlet görevlisi memuru CİMER-BİMER’e şikayet edebilme kudreti. Bunlar, maddi yoksunluk içindeki insanlara, manevi bir güç hissettiren etkili motivasyonlar. Çünkü halen bir yerlerde o dar gelirli insanların “düşünemeyen” kesimler olduğu üstenciliği maalesef yaşamaya devam ediyor. Onunla vedalaşmadan seçim kazanmak, en azından dar gelirlinin oyunu almak zor.