Avrupa ve ABD ve genelde sanayileşmiş ülkelerde iklim değişikliğine karşı mücadele en azından Ukrayna savaşına kadar gündemin ilk sırasını işgal ederken, aynı şeyi Türkiye için söylemek mümkün değil. Kamuoyundan baskı gelmeyince sanayiciler, hatta bürokrasi ve iktidar da konuyla pek ilgilenmemektedir. Tersine Çin sermayesiyle inşa edilmekte olan termik santral Adana’da tabiri caizse tam gaz ilerlemektedir. Fakat G20’de kabul edilen bir taahhüt uyarınca Çin kendi toprakları dışında artık böyle santrallerin finansmanını ve inşasını üstlenmeyecektir.
17 Aralık 1994’de Lizbon’da ABD, Suudi Arabistan ve Rusya gibi büyük enerji ihracatçıları dışında 56 ülke tarafından imzalanan Enerji Şartı Anlaşması’nın o yıllardaki amacı Sovyetler Birliği'nin çöküşü sırasında, eski Sovyet ülkelerinde fosil yakıt varlıkları bulunan Avrupalı enerji şirketlerini korumaktı. Ama 30 yıl sonra bugün bu modası geçmiş antlaşma, sekiz yıl önce imzalanan Paris Antlaşması’nda iklim değişikliğini önlemek için ülkelerin verdiği sözlerin önünde bir engel haline geldi. Başta AB ülkeleri olmak üzere birçok üye devlet anlaşmadan çekileceğini açıklamaya başladı. Peki Türkiye ne yapacak?
İşler ne kadar kötü giderse gitsin, yönetimler ne kadar baskıcı yapılara dönüşürse dönüşsün, demokratik kurumlar ne kadar zayıflamış olursa olsun halk hemen her zaman yeniden demokrasiye dönüş için direnmiş ve elinden geleni yapmıştır. Başka bir ifadeyle, demokrasiden uzaklaşılmasında halkın düşüncesiz tembelliğinin ne kadar etkisi varsa her defasında ona geri dönülmesinde de onun imzası vardır.
AK Parti 3 Kasım 2002’de iktidara geldi. Yani üzerinden tam 20 yıl geçti. 20 yıl sonraki bu Türkiye’de yazdığınız tweetler, muhtemelen yazdığınızı bile hatırlamadığınız birkaç cümle, birkaç yıl sonra amel defteri gibi yargı önünde karşınıza geliyor. Milliyetçi-devletçi söylem kutsanıyor ve sürekli güvenlik politikaları üzerinden toplum şekillendiriliyor. Başörtülü polisimiz var ama bir başka başörtülü kadını sert biçimde gözaltına alabiliyor. Her hafta en az bir gazeteci Adliye’den “ifade vermeye geldim” selfie’si paylaşıyor. İktidara eklemlenmemiş medyanın reklam pastasından aldığı dilim sıfır. Daha fazla uzatmama gerek yok sanırım. İşte AK Parti’nin yeni eski Türkiye’si bu, yani eskisi gibi bir yer. Aksini iddia edebilir miyiz?
Kedileri baştan mahkûm eden zihniyet çok kuvvetli bir temele, bir kavrama, “sadakat”e dayanıyor. Ezelden tanımlanmış, altın varaklı çerçevede kutsanmış sadakat, “sahip”ine kayıtsız şartsız bağlılık gibi maalesef insanların hâlâ yüce değerler atfettiği şeyler, kedilerin has özelliği değil. Yahut bizim anladığımız, arzuladığımız hâliyle yok onlarda. Zaten birçok kavram, değer “bizim anladığımız şekliyle” gürültüye gidiyor.