Tanıl Bora’nın “Demirel” adlı son kitabını okurken, Demirel’in 1970’lerde Ecevit’le ve 1990’larda da Çiller ile tutuştuğu Türkiyelik kavgalarına rastladım. Demirel’in sözcüsü olduğu devlet aklı, resmi millet ve milliyetçilik anlayışındaki etnik özü esnetmeyi amaçlayan her arayışa şüpheyle bakar ve karşısında durur. “Türk”ü zayıflatacağını düşündüğü her kavram gibi “Türkiyelilik” kavramına karşı da teyakkuzu elden bırakmaz. Oysa sorun tam da bu özün kendisindedir. Dolayısıyla sorun yaratan bu öz değişmedikçe, bu arayışların önü alınamaz; isimler değişir ama tartışma baki kalır.
Ortalığı saran cinayetler, silahlı yaralamalar, baskınlar, çatışmalar serisinde, bu dehşetin sosyal medyada patlamasında, büfenin içindeki kamera kaydının etkisi büyük. İki açıdan çekmiş kamera. İkisi de sosyal medyada. O sahneleri “polisiye film”de, kurguda izlemeyi bile kaldıramaz çoğu insan. Gözümün önünden gitmiyor.
Yeni İttihatçılık Türkiye’nin bir türlü halledemediği benlik meselesine dönüşü ifade ediyor. Haksızlığa uğramışlık duygusundan beslenen kendini kanıtlama, hakkını alma, ötekilere dersini verme ihtiyacını ‘yakıcı’ bir arzu olarak taşımak… Özgünlüğüne, giderek biricikliğine inanmak; geniş ve yabancı birlikteliklerin dönüştürücü, yok edici etkisinden kaçınmak; kimsesiz, tek başına, ama aynı zamanda tüm mağdurların yanında bir Malkoçoğlu olmak… Henüz büyümemişlik, olgunlaşmamışlık, ergenliğe takılıp kalmışlık… Türkiye günümüzde değil, hala geçmişte yaşıyor ve geleceği ancak geçmişin içinden kurgulayabiliyor. ‘Bugün’ dediğimiz şey geçmişle gelecek arasına sıkışmış, kendi başına ne tarihsel ne insani fazla ağırlık taşımayan bir geçiş anından ibaret. O nedenle yanlışlar, haksızlıklar, ilkesizlikler, yolsuzluklar sineye çekilebiliyor.
18 yaşındaki Ayşe, İzmir’de Buca Kırklar cezaevinde tutuklu ve KHK’lı astsubay babasını ziyaretten dönmüş. Masasına bir mektup bırakmış ve Nergis istasyonunda canına kıymış.
Ziyarette babasının “Genel af çıkar, herkesi çıkarırlar ama bizi çıkarmazlar” sözünden etkilenmiş olabileceğini söylüyor annesi. Aklımızla dalga geçercesine “af değil” denilse de bal gibi af olan “infaz düzenlemeleri” ile kimler affediliyor, kimler affedilmiyor? Ülkemizin cezaevleri sorunu neden bir türlü çözülemiyor? Noktasına virgülüne dokunmadan Adalet Bakanlığı verilerine bakarak resmi görmeye çalışalım ve üzerimize gelen çığı konuşalım mı?
Bunların çoğunluğunun 5 yıl civarında bir ceza aldığı biliniyor. Yani 100 bin civarında uyuşturucu hükümlüsü, tutuklusu bu kanundan yararlanacak. Türkiye’de son yıllarda iki İnfaz Kanunu değişikliği yapıldı. Yine cezaevlerini boşaltmak için. Kimleri bıraktılar? Cinayet, hırsızlık, gasp gibi suçlarla kişileri hedef alan ve mağdur edenler yararlandı. Mağdur edenler bırakılırken, fikir suçu, ifade suçu gibi devlete karşı suçlar maddesi içinde yer alan suçlar infazdan yararlanamadı. Devlete karşı gelenler içeride kaldı. Vatandaşı öldürenler, soyanlar bırakıldı.