Şimdi belki de en kritik seçimlerden birinin arifesindeyiz. Sosyalistler, sosyal demokratlar nasıl bir siyasi yol izleyecek? Çok güçlü bir oy potansiyelinden söz etmek zor. Ancak eğer bir ortak tutum alınırsa, bir etki yapılabilir. Sosyalistlerin, ulusalcıların, Kemalistlerin en sivri uçları şu anda önlerine konulan seçeneklerden mutlu görünmüyor.
28 Şubat ve başörtüsü konusunda hiçbir şey söylemeden sessizce saf değiştirmiş Hulki Cevizoğlu, Önder Aksakal, Şebnem Bursalı, Mehmet Ali Çelebi gibi yeni AK Partililere haklar tek bir sual sorulmadan otomatik olarak helal. Ama başörtüsü konusunda açılım yapmış, hata yaptık demiş, muhafazakarlardan kapılarına kadar gidip helallik istemiş Kılıçdaroğlu'na ise asla helal değil.
Yani hiç değilse kendinizi, sanki mesleğinizin en temel ahlaki ilkelerini satılığa çıkarmamış gibi gösterecek birkaç incelik sergileyin, azıcık gayret gösterin, öyle ki sizi eleştirmek isteyenler zorlansın biraz, yaptıklarınızın ‘yuh artık’ dışında tepkilere de imkân verecek bir içeriği olsun. Ve nihayet: Sizi eleştirmenin bir tadı olsun.
Sözde %7 barajına rağmen bu seçim, muhtemelen, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde en çok partinin mecliste olacağı bir seçim olacak. Üstelik siyasi istikrar uğruna korunan baraj sistemi, bir yandan küçük partileri büyük abilere/ablalara muhtaç ederken, diğer yandan büyük partilerin ipini kreş çağındaki partilerin eline vermiş durumda. Böylelikle milli literatürümüzde yer alan “Oy namustur, asla satılmaz” yaygarası da raflarda yerini almış oldu.
Devletin kendine yakın gördüğü etnik ve dini grupların önünü açarak paramiliter milis birlikler oluşturması ve silahlandırması ve bunları kriz sahalarına sürmesi Sudan’da eski bir gelenek. İşin özünde düzenli ordunun nüfuzunun az olduğu sahalarda güvenlik sorunlarını bir etnik ya da dini gruba ihale ederek orduya destek olmalarını sağlamak anlayışı yatmakta. Tabii ki bu ilişkide yeterince büyüyen silahlı bir gücün günü geldiğinde silahlarını devlete ve iktidara çevirmeyeceğinin de garantisi yok.