Doğal afetlerin ortaya çıkardığı dayanışma ve yardımlaşma atmosferinin ülkeler arasındaki husumeti azaltması ve ülke içindeki sosyal gerilimleri azaltması mümkün olsa da, özellikle ekonomik kriz dönemlerine denk gelen afetlerin, yabancı düşmanlığı ve sosyal fay hatlarından beslenen komplo teorilerinin çok hoşlandığı ortamlar oldukları bir gerçek. Türkiye’de deprem sonrasında meydana gelen üzücü yağmalama ve hırsızlık olaylarından dolayı sığınmacıların suçlandığına ve hedef haline getirildiğine dair haberleri okuyunca tam 100 yıl önce Japonya’da yaşanan 1923 Kanto Depremi’ni hatırladım.
Devlet-toplum ilişkisi, sorgulanmaya başlandı. Anlaşılan bu tartışma önümüzdeki dönemde gelişerek devam edecek. Her devlet, dayandığı toplumun gelişmişlik düzeyiyle orantılı şekilde yapılanır. Bazen başarılı bir önderlikle toplumsal birikimin üstüne çıkılabilir. Bazen de kriz olur, birikimin altına inilir. Devlet eğer iyi örgütlenmezse, kolektif bir akılla hareket etmezse, bir arıza anında, bozuk araba gibi yolda kalır.
Pandemide gördük, daha sonuçlanmadı ama depremde de görmekteyiz: Siyasetçiler kendilerinden olmadığını düşündüklerinin yardım gayretlerini şeytanlaştırıyor ve fakat bundan siyasi bir zarar görmüyorlar; taraftarları onları ayıplamıyor. Bir toplumun ahlaki ayarlarındaki bozulmanın büyüklüğünü bundan daha iyi ne anlatabilir? Peki neden böyle oldu? Neden böyle oluyor?
6 Şubat depreminden önceki günlerde Sinan Ateş için adalet istiyor ve asıl sorumluların da yargılanmasını talep ediyorduk. Şenyaşar ailesinin annesi Emine Şenyaşar adliye önünde adalet nöbeti tutuyordu. Emine Şenyaşar’ın adliye önündeki adalet nöbeti ve feryadı ile 6 Şubat depremi sonrasında enkaz başında yakınlarını bekleyenlerin nöbetleri ve feryatları arasında hiçbir fark göremiyorum. En temel hakkımız olan yaşam hakkı tanınmayınca, başımıza alevler içindeki çöpler yağarak mı, taş yağarak mı ölmeyi dahi tercih edemediğimizin farkında mıyız? Velhasıl, hukuku enkaz altından çıkarmadan her afette enkaz altında kalmamak mümkün olacak mı?
Bir haftadır 75 farklı ülkeden 9 bin yabancı personel Türkiye’deki arama kurtarma çalışmalarına destek veriyor. 1999 Depremi sonrasında yaşanan deprem diplomasisi Türkiye ve Yunanistan ilişkilerini İsmail Cem’in de etkisiyle iyileştirmiş, Türkiye’nin AB adaylığının resmileşmesini sağlamıştı. Dönemin başbakanı Bülent Ecevit, Yunanistan ve Ermenistan’dan gelen yardımlara karşı çıkan Sağlık Bakanı Osman Durmuş’a “Lütfen artık susunuz” demiş, Yeni Şafak’tan Hürriyet’e birçok yayın organı yardımları engelleyen Durmuş’a tepki göstermişti. Bugün de dünyanın dört bir yanından Türkiye’ye yardıma koşan insanlar varken, hâlâ deprem fırsatçılığı yaparak komplo teorileri yayan, depremin sebebini “dış güçlere” bağlayan komplo şamanlarına verilecek en iyi yanıt sanırım aynı: “Lütfen artık susunuz.”