Muhalefet bir türlü siyasi özne hüviyetine bürünemediği için binbir emekle oluşturdukları metinlere, halka verilmiş bir söz ya da bir siyasi program olarak değil, neredeyse bir düşünce kuruluşunun fikri egzersizleri olarak muamele ediliyor. Muhalefet seçim sonrasına hazır ama seçime değil. Oysa seçim sonrası planların bir işe yaraması için önce seçimi kazanmak lazım, değil mi?
Yıl 2012-2013. TRT’nin Leylâ ile Mecnun dizisi. Yavuz diye bir hırsız karakter var (Osman Sonant; şimdi Netflix’in Sıcak Kafa dizisinde de oynayan; belki bu hafta Serbestiyet’te masaya yatırılır diye umuyorum). Yolda yaşlı bir kadının çantasını kapıyor. Kadın “İmdaaat! Hırsız var!” diye bağırıyor. Yavuz durup soyduğu kadına çıkışıyor: “Ama teyzeciğim, lütfen, ben öyle bir insan mıyım?”
CHP'nin toplantısını “heyecan yaratmadı”, “halkın gündemi bu mu” diye eleştirenlerin bir kısmı konuşulanları kendilerinin anladığını ama halkın anlayamayacağını iddia edecek kadar mütevazi.Bu frapan elitizme göre herhalde bu toplantıda konuşma yapanlar tek tek kürsüye çıkıp “Millet aç aç” ajitasyonu yapmalı, popülist sloganlar atarak izleyicileri coşturmalıydı. Muhtemelen o zaman da bu toplantı “popülizm”, “hamaset” diye eleştirilecek, içeriğin ne kadar boş olduğu söylenecekti.
Yaşar Kemal, yazarlığının yanında bir eylemciydi. 1980’ler 90’larda, Türkiye büyük alt üst oluşlar yaşadı. Bu dönemde yazılarıyla, duruşuyla en etkili isim Yaşar Kemal’di. 2000 yılının sonu İsviçre’de bir toplantıdayım. Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk, 20 cezaevinde süren “ölüm oruçları” için tutuklu ve mahkumlarla görüşme isteğimizi kabul etmişti. En kısa yoldan döndüm. Yaşar Abi'nin Menekşe Basınköy'deki evinde Orhan Pamuk, Zülfü Livaneli, Mehmet Bekaroğlu ve avukat Enver Nalbant’a katıldım.
Günümüzde AK Parti iktidarıyla devlet bütünleşmesine bakıp devletin AK Parti’yi teslim aldığını ya da tam tersine Erdoğan’ın ortada devlet diye bir şey bırakmadığını, yani devleti bir Erdoğan devletine dönüştürdüğünü düşünenler yanılıyor. Bu tezlerde olduğu gibi ortada birinin kaybedip öbürünün kazandığı bir tablo yok; bu, kaybedenin demokrasi ve özgürlükler olduğu bir kazan-kazan oyunu. Türkiye İslamcılarının içindeki devlet geni, gelişmelerin onları sürüklediği bazı mecburiyetlerle birleşince ortaya böyle bir tablo çıktı. AK Parti’nin Uludere’yle başlayan devletle dansının 10 yıllık tarihi bunu açıkça gösteriyor.