GÜNÜN YAZILARI

Kılıçdaroğlu dışında bir formül mümkün mü?

6 liderin damgasını taşıyan ve yeni seçilecek adayı bağlayan protokolü 6'lı masa dışından getirilecek bir adayla uygulamak ne kadar gerçekçi ve pratik olabilir? O kişi liderlerin yönlendirmesini kabullenecek ve anlayacak ve de uygulayacak. Yani 6 liderin birlikte alacağı kararları, onları memnun edecek bir şekilde yerine getirecek. İşin gerçeği bu protokolü ancak bu hazırlığın içinde bulunan liderlerden birisi tam anlamıyla anlayabilir, uygulayabilir…

Suriye sınırında bir son dakika: “Gülşen tutuklandı”

Koca koca bakanların kınama mesajları yayınladığı, savcıları, mahkemeleri acil duruma geçiren bu büyük Gülşen krizi masanın ancak birkaç dakika ilgisini çekiyor. Erdoğan ve Cumhur İttifakının yüzde seksen oy aldığı Arap Sünni ve dindar Rehyanlı’daki AK Partili seçmenlere Ankara ve İstanbul’daki İslamcı elitlerin dertleri pek heyecan verici gelmiyor anlaşılan. İktidarın en güçlü olduğu ilçelerdeki bu şaşırtıcı eleştirellik düzeyi, gelecek seçimlerde en azından AK Parti’ye bir fatura kesileceğinin işareti. Erdoğan’a destek ise azalsa da sürüyor.

Yine de şu soru geçerli: Lider karşısında sürekli susanları mı tercih edersiniz, bir parlayıp bir sönen Bülent Arınç’ları mı?

Bülent Arınç’ın, “kral çıplak” dedikten sonra Erdoğan’ın davetine icabet edip Manisa mitingine katılmasını ve orada Erdoğan’a oy istemesini eleştirenlere, “Yoksa benim miting meydanında kürsüye çıkıp ifadelerimin tam tersi yönde bir konuşma yapmamı (mı bekliyordunuz)” diye sorması çok çarpıcı. Haklı. Yine kendi sözleriyle “Akıl onu gerektirir ki böyle bir kalabalığa söylenecek söz ancak budur…” Fakat işte bütün mesele burada: “Kral çıplak”tan sonra o kürsüye çıkmamak gerekirdi. Çıktıktan sonra zaten “akıl” hangi talimatı verirse o söylenir. Ama bu, Arınç’ın büyük çelişkisini izale etmiyor.

Yahya Kemal’in hatıraları (2): “1903’de Gençtürklük fikir sahasında bir hiç, fiil sahasında yine hiçti”

Yahya Kemal, 1912’de “Müslümanlaşmış ve kendi vatandaşlarım için fazla mütehassis bir ruha rücu etmiş” olarak uzun sayılabilecek Avrupa hayatını sonlandırır ve İstanbul’a döner. Vatanına kavuştuktan sonraki altı yılı, 1912-1918 arasını, “millî acılar devresi” olarak tanımlar. Osmanlı, bu altı senede üç savaşa girer, savaşların en büyüğü Birinci Dünya Savaşı’dır. Yahya Kemal, İTC’de egemen olan iki düşüncenin imparatorluğun savaşa girmesinde çok önemli bir rol oynadığını belirtir: İlki, imparatorluğun geleceğini teminat altına almak için “müspet bir savaşa” girmek gerektiğini bildiren düşüncedir.
- Advertisement -

Muhalefetin dış politikası var mı?

Kanaatimce şimdiye kadar izlenen çizgi önümüzdeki dönemde sürdürülebilir değildir. Muhalefetin bir koalisyon olarak iktidarı devralmak gibi bir hedefi varsa, Türkiye’nin dış politika dahil belli başlı sorunları ile makul, akılcı hedefler belirlemekte gecikmemesi gerektiğini düşünmek tabiidir. Muhalefet bunu yapmayacaksa ve özellikle iktidarın tepkisinden çekindiği için cesur ama gerekli adımları atmayacaksa maalesef ülkeyi düzlüğe çıkaramayacak ve görevini ihmal etmiş olacaktır.

En Son Çıkanlar